Avrupa’nın savaş kışkırtıcıları
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta: Macron savaş için yandaş arıyor. Almanya ordusu Rusya ile çoktan savaşta mı? İsrail destekçisi İngiltere hükümeti ise Filistin ile dayanışanlara karşı savaşıyor...
Fotoğtaf: Mustafa Yalçın/AA
Geçtiğimiz hafta Ukrayna’ya asker gönderilmesi önerisi yapan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bu hafta da savaş için yandaş toplama çabalarına devam etti. Muhalefet partilerini Elize Sarayı’na davet eden Macron, aradığı desteği bulamamış gözüküyor.
Fransa’nın, Ukrayna’ya kara birlikleri gönderilmesi önerisine karşı olduğunu açıklayan Almanya’nın üst düzey subaylarının Rusya’ya olası saldırılar üzerine yaptıkları konuşmaların sızdırılması Almanya’nın çoktan savaşta olması olarak yorumlandı.
İngiltere’de ise hükümetin Gazze’deki katliamı protesto için sokağa çıkanları hedef alan açıklamaları devam ediyor. Guardian Yazarı Owen Jones, tarihten diğer örneklerle, iktidar sahiplerinin, muhalifleri tehlikeli aşırılık yanlıları olarak gösterme yöntemine sık sık başvurduğunu hatırlatıyor.
UKRAYNA SAVAŞI: MACRON İÇİN ‘SINIR YOK’
Diego CHAUVET
Humanite
Fransa Komünist Partisi Genel Sekreteri Fabien Roussel, Cumhurbaşkanının Fransa’nın askeri taahhütleri için kırmızı çizgi olmadığını bir kez daha teyit ettiğini söyledi. Macron’un aksine, FKP diplomatik bir girişim çağrısında bulunarak, savaşın tek seçenek olarak sunulmasını reddetti.
Emmanuel Macron’a göre Fransa’nın Ukrayna’daki askeri taahhüdünde “Hiçbir sınırı olmamalı.” Bu açıklama FKP Genel Sekreteri Fabien Roussel tarafından 7 Mart Perşembe günü öğleden sonra Elize Sarayı’ndan ayrılırken yapıldı. Fransa Cumhurbaşkanı sabahtan bu yana uluslararası durumu ve özellikle de Ukrayna’daki savaşı görüşmek üzere parti liderlerini kabul ediyordu. Bu görüşmeler, 12 ve 13 Mart tarihlerinde Fransız Ulusal Meclisinde yapılması planlanan tartışmalar öncesinde gerçekleştiriliyor. Bu görüşmeler, aynı zamanda, Emmanuel Macron’un Ukrayna’ya NATO birlikleri göndermenin göz ardı edilmemesini isteyen açıklamalarının ardından Fransa’nın Batılı müttefiklerinin geri çekilmesine yol açan son açıklamalarının da devamı niteliğinde.
SAVAŞ KIŞKIRTICISI MACRON
Elize Sarayı’na gitmeden önce parti liderleri bu olasılığa karşı olduklarını yineledi ve Cumhurbaşkanının açıklamalarını eleştirdi. Fransız Sosyalist Partisi (PS) Birinci Sekreteri Olivier Faure, Macron’u, Batılı ülkeleri hiçbirinin “Sahada asker bulundurma arzusu olmadığını” açıklamaya zorlayarak Vladimir Putin’e “Eşi benzeri görülmemiş bir açıklık” sunmakla suçladı. Ekolojistler Ulusal Sekreteri Marine Tondelier de Fransa Cumhurbaşkanının yorumlarını “amatörce” olarak nitelendirdi. Boyun Eğmeyen Fransa Koordinatörü Manuel Bompard ise “Macron bir savaş kışkırtıcısı” diyerek “Asker göndermekten bahsediyor ama cephede hayatını riske atacak olan o değil” şeklinde ekliyor. Aşırı sağda ise, partisi seçim kampanyaları için Rus kredilerinden yararlanan Jordan Bardella, Cumhurbaşkanını hâlâ “Kremlin’in ekmeğine yağ sürmekle” suçluyor.
DİPLOMATİK ÇÖZÜM İÇİN KOALİSYON
Ancak FKP’ye göre seferberlik barış için olmalı. Toplantının sonunda Fabien Roussel “tek ufuk olarak savaşı” reddetti ve Fransa’yı “Diplomatik bir çözüm için koalisyona öncülük etmeye” çağırdı. Komünist lider toplantıdan önce önümüzdeki hafta yapılacak parlamento tartışmalarına ilişkin görüşlerini de dile getirdi: “Eğer tartışma Fransa ile Ukrayna arasında bize danışılmadan imzalanan metinle ilgiliyse, o zaman bizim için bu bir hayırdır” uyarısında bulundu. Elize Sarayı’ndaki toplantıdan önce “Ukrayna’ya uzun menzilli füzeler gönderilmesi söz konusu olamaz” diye ekleme yapan Roussel, Ukrayna’nın NATO’ya katılması fikrini de “provokasyon” olarak nitelendirdi.
Fransız Sosyalist Partisinin Birinci Sekreteri Olivier Faure ise X’e “Kara birlikleri göndermek bizi Rusya ile doğrudan bir çatışmaya sürükleyebilir ki bunun sonuçlarını ölçmek zor olacaktır” yazarak tepki gösterdi. Jean-Luc Mélenchon da sosyal ağda “Rusya ile savaş tehdidinde bulunan bir mantık izliyor. Bu savunulamaz. Bu sadece kıtanın nükleer yıkımı anlamına gelebilir. Fransa barış ve acil müzakere tarafına öncülük etmeli” dedi. Marine Tondelier de Cumhurbaşkanını eleştirdi: “Cumhurbaşkanı bir kez daha kimseyi dinlemiyor gibi görünüyor ve kendi çizgisiyle yetiniyor. Gerçek şu ki Fransa Ukrayna için hâlâ çok az şey yapıyor ve Avrupa’nın ukrayna sorununa yanıt vermesi gerekiyor.”
Sağ kanatta yer alan Eric Ciotti ise “Cumhuriyetçilerin Ukrayna’ya verdiği desteği bir kez daha teyit ettim. Kara birlikleri göndermenin sorumsuz ve tehlikeli olduğunu yineledim” dedi. (...)
Çeviren: Eren Can
SAVAŞ KRİTERİ
German Foreign Policy
Dört Alman Hava Kuvvetleri subayının 19 Şubat’ta gerçekleştirdiği video konferansının kaydı, öncelikle Alman ordusunun, Rus hedeflerine yönelik olası saldırıları ne kadar spesifik olarak düşündüğünü gösteriyor. Bu sadece mühimmat depolarına yönelik saldırılarla ilgili değil, özellikle Kerç Köprüsü’nün olası yıkımıyla ilgili. Hava Kuvvetleri Müfettişi Gerhartz, Kiev’in “Köprüyü ortadan kaldırmak istediğini hepimiz biliyoruz” dedi; ama aynı zamanda “Bunun sonunda ne anlama geldiğini de biliyoruz”. Köprü öncelikle Kırım’a sivil tedarik için kullanılıyor. Büyük ölçüde Batı tarafından da tanınmış olan eski Rusya topraklarında bulunuyor. Bu nedenle köprüye yapılacak herhangi bir saldırı Rusya’ya karşı bir savaş eylemi. Video konferansta “Köprü yoğun bir şekilde gözlendi” denildi; “Ulaşılması zor ve sütunlar nispeten küçük”. Ama onları Taurus seyir füzesiyle vurabiliriz. Bir subay, “güzergahları seçtiğini” ve köprünün “ulaşılabilir” olduğu sonucuna vardığını söyledi. Bir diğeri ise “büyüklüğü nedeniyle” köprüyü yıkmak için muhtemelen “10 veya 20 füzeye” ihtiyaç duyulacağına dikkat çekti. Küçük bir sayı muhtemelen yeterli değildir.
Kayıt aynı zamanda Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin Taurusları bağımsız olarak kullanabileceğini, ancak istenen etkinin ancak Almanya’nın aktif katılımıyla sağlanabileceğini gösteriyor. Buna göre silah konusunda eğitim alması gerekenler yalnızca Ukrayna askeri personeli değil. Taurusların kullanımı aynı zamanda Almanya’dan Ukrayna’ya iletilmesi gereken verileri, özellikle de kesin hedef verileri gerektirir. Konferansta, en kolay yolun verileri Büchel Hava Üssünden Ukrayna’ya güvenli bir hat kullanarak aktarmanın olduğu söylendi. Taurusları harekete geçirecek Tornadolar Büchel’de konuşlanmış durumda. Subaylar, Büchel’den bazı askerlerin Taurus’un üretildiği “Schrobenhausen’e” gönderilebileceğini ve veri aktarımının üreticinin oradaki konumundan yapılabileceğini tartıştı. Alternatif olarak, gerekli veri setlerini “arabayla” Polonya’ya getirmek ve orada Ukrayna makamlarına devir teslimini organize etmek de mümkündü. Ancak “savaş kriterini”, yani veri göndererek Rusya’ya yönelik bir saldırıya katılındığını, yani aktif olarak savaşa girildiğini aşmanın bir yolu yok: “Katılım katılımdır”. Bunun önüne geçmek istiyorsanız “Ukraynalıları biraz daha eğitmeniz” gerekiyor; Veri eksikliği nedeniyle şimdiki durumda Taurusları ancak sınırlı ölçüde kullanabildiler.
Video konferansta olası bir alternatif olarak İngiliz Silahlı Kuvvetlerinden destek talebinde bulunuldu. Konu son derece hassas. NATO ülkelerine ait özel kuvvetlerin Ukrayna’da faaliyet göstermesi yeni değil. Daha nisan 2022’de London Times, Ukraynalı askerlere atıfta bulunarak, ülkede düzenli İngiliz Özel Kuvvetlerinin de aktif olduğunu -elbette yalnızca Ukrayna birliklerini eğitmek için ve öncelikle de İngiliz silah sistemleri konusunda- bildirdi. Nisan 2023’te sızdırılan ABD belgeleri, geçtiğimiz ay Ukrayna’da 50’si İngiltere’den, 17’si Letonya’dan, 15’i Fransa’dan, 14’ü ABD’den ve biri Hollanda’dan olmak üzere 100’e yakın NATO özel kuvvetinin faaliyet gösterdiğini ortaya çıkardı. Ancak faaliyetlerine ilişkin ayrıntılar belirsizliğini korudu. Geçen hafta, Avrupa’nın askeri bürokrasisinden bir yetkilinin şu sözleri aktarılmıştı: “Herkes Batılı özel kuvvetlerin Ukrayna’da olduğunu biliyor, ancak bunu resmi olarak kabul etmiyorlar.”
Ayrıca NATO ülkelerinin önde gelen generallerinin Ukrayna askeri liderliğine operasyonlarının planlanması konusunda “Tavsiyelerde bulunduğu” veya rehberlik ettiği de bilinmekte. ABD’nin Avrupa’daki Kuvvetlerinin Komutanı Christopher Cavoli’nin Ukrayna’nın savaş stratejisi hakkında kapsamlı görüşmelerde bulunduğu bildirildi. Aralık 2023’te ayrıca Ukrayna ordusunun planlarının, Wiesbaden-Erbenheim’daki ABD askeri üssünde fizibilite açısından kontrol edileceği söylendi. Geçtiğimiz hafta Londra Times gazetesi, iç kaynaklardan alıntı yaparak, İngiliz Genelkurmay Başkanı Amiral Tony Radakin’in 2023 yazında Ukrayna stratejisi üzerinde çalışırken Washington ile Kiev arasında güvenilir bir şekilde ara buluculuk yaptığını, çünkü ABD’nin Ukrayna’nın planlayıcısı olarak çok açık bir şekilde ortaya çıkmadığını bildirmişti. Ukrayna operasyonları istiyordu. Radakin’in kendisi, Rusya’nın Karadeniz filosuna karşı Kiev savaş kampanyasında özellikle yardımcı oldu. Aynı zamanda diğer üst düzey NATO askeri personelinin desteğini de koordine etti.
Geçtiğimiz hafta Başbakan Olaf Scholz, İngiliz askerlerinin Ukrayna’daki faaliyetlerine ilişkin iddialarıyla ilgili olarak Londra’da büyük bir öfkeye yol açmıştı. Torosları Ukrayna Silahlı Kuvvetlerine vermeyi neden reddettiğini açıklamak için Scholz, “İngilizlerin ve Fransızların hedef kontrolü ve hedef kontrol desteği konusunda yaptıklarının” “Almanya tarafından yapılamayacağını” açıkladı. Bunu yaparken, İngiliz askerlerinin Ukrayna’nın Rus hedeflerine yönelik füze saldırıları gerçekleştirmesine aktif olarak katıldığını ve dolayısıyla İngiltere’nin savaşa katıldığını ima etti. Kısa süre sonra Britanya Avam Kamarası Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Alicia Kearns, bunun “Yanlış, sorumsuzca ve müttefiklerin suratına atılan bir tokat” olduğundan şikayet etti. Bir zamanlar Storm Shadow füzelerinin Ukrayna’ya teslimini sağlayan Eski İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace, öfkeyle Scholz’un “yanlış zamanda, yanlış işte, yanlış adam” olduğunu ilan etti. Londra merkezli Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsünden (IISS) Uzman François Heisbourg, Scholz’un Büyük Britanya’ya karşı Fransa kadar kayıtsız göründüğü yargısına varırken, Emmanuel Macron’un Rönesans Partisinin üyesi Benjamin Haddad ise “diplomatik” bir teşhis koydu. Almanya ile Büyük Britanya arasında “kriz” vardı ve Berlin çok izole olmuştu.
Konferansla ilgili artık bilinen açıklamaların Berlin’in durumunu iyileştirmesi pek mümkün görünmüyor. Konuşmanın kayıtlarında Taurusların teslim edilmesi durumunda saldırıların “planlanması” konusunda “İngilizlerden” destek istenebileceği yönündeki öneriyi duyabiliyorsunuz. Hava Kuvvetleri Müfettişi General Ingo Gerhartz “İngilizlerin” kendisine “sahada birkaç kişilerinin” bulunduğunu; gerekirse “Taurusları yüklerken Ukraynalılara yardımcı olmaktan “ memnuniyet duyacaklarını söylediklerini ifade etti. Gerhartz’ın gelecek yıl NATO’da üst düzey bir pozisyon üstleneceği söyleniyor.
Çeviren: Semra Çelik
İNGİLİZ SİYASETİNDE KARANLIK BİR ŞABLON İŞLİYOR: İKTİDAR KONTROLÜ KAYBETTİĞİNDE PROTESTOCULARI HEDEF ALIYOR
Owen JONES
Guardian
İngiltere’nin otoriterliğe doğru son inişi bildik bir modele uyuyor. Bu süreç şu şekilde işliyor: Siyasi elitler yıkıcı bir grup tanımlıyor ve onu ulus için bir tehlike olarak sunuyor, çoğu kez de düşman yabancıların müttefikleri ya da kuklaları olarak. Tehdit iddialarını haklı çıkarmak için abartılmış, çarpıtılmış ya da uydurulmuş kanıtlar kullanılarak ulusal bir acil durum havası yaratılıyor. Ardından gelen baskıcı önlemler ise sözüm ona vatandaşların ve ulusun güvenliği için.
Başbakan Rishi Sunak önceki cuma (Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarına karşı çıkan George Galloway’in bağımsız aday olarak girdiği ve kazandığı ara seçim sonrası) yaptığı uğursuz konuşmasında “çete yönetiminden” bahsederken ve “Bizi parçalamaya çalışan içerideki güçler” konusunda uyarıda bulunurken gerçekte olan buydu. Muhafazakar Partinin Lordlar Kamarasına atadığı sağcı Eski İşçi Partisi Milletvekili John Woodcock’un, siyasetçilerin Gazze’deki kitlesel katliamı ya da iklim krizini protesto eden hareketlerle ilişki kurmasını yasaklamaya yönelik önerilerinin ardındaki mantık da bu.
Hükümet, İsrail’in saldırılarına karşı düzenlenen gösterilerde geçen yılki Glastonbury Müzik Festivali’ndekinden daha az gözaltı olduğunu biliyor. Bu, Birleşmiş Milletlerin insan hakları şefi tarafından kınanacak kadar acımasız bir dizi protesto karşıtı yasaya rağmen böyle. Ancak bu manevralar gerçek bir tehdit korkusuyla ilgili değil. Güç sahipleri, onaylamadıkları siyasi hedefleri olan hareketler tarafından baskı altına alınmaktan hoşlanmazlar ve onları yenmek için hem korku tellallığını hem de devlet mekanizmasını kullanırlar.
“McCarthycilik” teriminin bugün hem sol hem de sağ tarafından kendi siyasi inançlarının bastırılmasını tanımlamak için aşağılayıcı bir etiket olarak kullanılması ilginçtir. Bu durum, çok az sayıda sağcı yorumcunun, sıkıştırıldıklarında, 20. yüzyılın ortalarındaki gerçek McCarthyciliği -Amerikan kamusal yaşamına komünistlerin sızmasına ilişkin ahlaki bir panik- açıkça övecekleri yönündeki hislerimi doğruluyor. Ancak aynı şeyi, ateşkes talepleri nedeniyle ifşa edilmek, şeytanlaştırılmak, yasaların hedefi haline getirilmek ve işten atılmakla karşı karşıya kalan bugünün Gazze protestocuları için de yapıyorlar.
Tüm bunlar olurken unutulan şey McCarthyciliğin hangi amaca hizmet ettiğidir. Çok az kişi komünist sızmanın ABD için bir tehdit olduğuna gerçekten inanıyordu, ancak ilerici siyaseti damgalamak ve İkinci Dünya Savaşı’nın her iki tarafında da benzeri görülmemiş grev kampanyalarıyla kendilerini göstermeye başlayan sendikaları engellemek için bir fırsat gördüler. Varlıklı Amerikalıları çok rahatlatan “kızıl korkusu” işe yaradı ve siyasi sol ve örgütlü emek hareketi bir daha asla toparlanamadı.
Britanya’daki işçi hareketleri uzun zamandır aynı saiklerle saldırılara maruz kalıyor. Woodcock’un bugün protestoları düzenleyenlerin gösterilerdeki polislik masraflarını karşılaması önerisi, bir süreliğine grev eylemlerinin güvenlik masraflarını sendikalara yıkan 1901 yasasını hatırlatıyor. 1926’da yaşanan İngiltere’nin tek genel grevinde hem İşçi Partisi hem de Muhafazakarlar devrimci bir komplo uyarısında bulunmuş ve grevin yenilgisi sendika karşıtı cezalandırıcı yasalara yol açmıştı. Grev sonrasında Eski Başbakan Arthur Balfour övünüyordu: “Genel grev, işçi sınıfına dört gün içinde, yıllarca süren konuşmaların öğretebileceğinden çok daha fazlasını öğretti.”
1980’lerde Muhafazakarlar madencileri ezmek istiyordu, çünkü onların gücünden korkuluyordu -ne de olsa on yıl önce bir önceki hükümeti devirmişlerdi. Margaret Thatcher [grevdeki] madencileri “içerideki düşman” ilan etmişti- zira [Falkland Adaları üzerinden] Arjantin cuntası “dışarıdaki düşman” idi. Bu girişimlere rağmen madencilerin 40 yıl önceki eylemlerinin bugün bile halkın sempatisini kazanmaları dikkate değerdir.
Kendini demokrasi ilan eden ülkelerin otoriter iç yüzü genellikle gizlidir. Gizli polis ajanlarının sahte kimliklerle yıllarca çevreci gruplara sızması, hatta kadın aktivistlerle uzun süreli ilişkiler yaşaması, liberal bir demokrasiden çok bir Stasi devletini anımsatıyor. Ancak bunlar bu ülkede gerçekleşti çünkü bu tür gruplar demokratik normların kolayca bir kenara atılabileceği aşırı tehditler olarak gösterildi.
Protestoların ele alınışında da korkunç bir çifte standart var. Aşırı sağcı aktivistler fırsatçı bir şekilde Brexit kampanyasını ele geçirdiğinde ve parlamento önündeki muhalifleri taciz ettiğinde herhangi bir panik yaşanmamıştı. İşçi Partisi Milletvekili Jess Phillips’in dediği gibi, bugünkü fark “Şu anda kızgınlığını ifade insanların ten renginin koyu olması.”
Oldukça haklı. Muhafazakar milletvekilleri (Eski İçişleri Bakanı) Suella Braverman ve Lee Anderson protestoları -ve bu gösterilerde Müslüman kitlenin yaygınlığını- İslami aşırıcılığın yükselişinin kanıtı olarak gösterdiler. Bu durum Muhafazakar Partinin büyük bir kısmının ne kadar İslamofobik hale geldiğini göstermekle birlikte, temel bir siyasi gerçekle de örtüşüyor: İsrail’in saldırılarına karşı düzenlenen protestolar, muhaliflerini üzse de kamuoyunun büyük çoğunluğunu temsil ediyor ve siyasetçiler, karşı çıktıkları hedefleri olan güçlü bir hareket tarafından baskı altına alınmış olmaktan hoşlanmıyor, kendi suç ortaklıklarının mercek altına alınmasından korkuyorlar.
Tarihin McCarthyciliği nasıl yargıladığını gördük. Peki tarihin böyle bir suça ortak olanları değil de on binlerce masum insanın toplu katliamına karşı çıkanları mercek altına alan toplumlar hakkındaki hükmü ne olacak?
Çeviren: Dış Haberler Servisi