İşçiye reva görülen: Ucuz yemek, bolca böcek!
Son bir sene içerisinde sadece basına yansıyan iş yerinde gıda zehirlenmeleri bini aştı. En az maliyetli, en kötü yemekler bugün saatlerini bant başında harcayan işçilere “yiyin” diye veriliyor.
@slny_ak adlı Twitter kullanıcısının paylaştığı fotoğraflar
Hilal TOK
İstanbul
Kapitalizm özü itibarıyla kâr odaklıyken, fabrikada üretim yapan işçinin yeniden çalışabilecek kadar hayatta kalmasını sağlayacak ücreti cebine, yemeği de önüne koyuyor. Fabrikalarda, şantiyelerde, kamu kurumlarında, tersanelerde işçinin önüne koyulan porsiyon az, hijyen yemeklerde böcek, salyangoz, kıl çıkacak kadar yetersiz. En az maliyetli, en kötü yemekler bugün saatlerini bant başında harcayan işçilere “yiyin” diye veriliyor. İşçilerin anlatımı, işçiye reva görülenleri bir bir ortaya seriyor.
Tuzla Serbest Bölge’de her fabrikaya aynı şirketten yemek gidiyor. İhale usulü kazanan firma dışında başka bir alternatif yok. Şirket, yemek çeşitlerini paket olarak sunuyor, çeşitlerine göre paketler de fiyatları da değişiyor. Bir metal işçisi önlerine konanın “en ucuz”u olduğunu söylüyor: “Et sadece cuma günü olur, o da sulu yemekte. Gece vardiyasında kahvaltı verilir, her gün aynısı! Yemekler yetersiz ve çeşit az. Ama asıl sorunumuz bizim hijyen. Fabrikanın yemekhanesinde duvarlar rutubetli, bir ara da fare sorunumuz vardı. Ekmekler genelde bayat.”
Tuzla’da bulunan Keyteknik Fabrikasında Çimse-İş örgütlü, yakın zamanda kötü yemeklere karşı eylem yapan işçilerden biri işten atıldı. Fabrikada çalışan bir işçi, “Yemek sıkıntımız hâlâ devam ediyor. Yemekler temiz değil, içinden kurt çıkıyor, bulaşık teli çıkıyor. Çok kalitesiz. Çatal kaşıklar kirli. En ucuz en kalitesiz yemeği bize yediriyorlar, patrona para kazandırıyoruz, bize daha iyi yemek sunabilirler. Sendikamızın tutumu burada çok önemli, ama onlar da bu meseleye ilişkin hiçbir adım atmıyor” diyor.
AÇLIĞI BASTIRSIN DİYE…
Tuzla ve Yalova tersanelerinde de yemek sık sık sorun oluyor. Çok yakın bir zamanda Kuzey Star’da işçiler artık isyan edip sağlıklı, hijyenik yemek talepleri için eylemler yapmıştı. İki farklı tersaneden işçilerle görüşüyoruz. Biri, “Tersanelerde hijyen yok, masalar temizlenmez. Gemak’ta yemek yedikten sonra miden bulanır, ekşir, yanar. Tersane genelinde yemekler doyurucu, hijyenik değil, çeşit fazla çıkmaz. Bazı tersanelerde yemeğin yanında salata da çıkar, onların yemekleri fena değildir. Kuzey Star’da yemeklerin kötü olması, baharat olmaması, suyun kokması nedeniyle eylem yapmıştık. Sonra biraz düzelme olmuştu. En azından kapalı su vermeye başlanmıştı, porsiyonlar artmıştı. Baharatı bile çok görüyorlardı işçiye, sesimizi çıkarınca vermek zorunda kaldılar” diyor.
GİSAN Tersanelerinde çalışan bir işçi ise tersanedeki durumu şöyle özetliyor: “Herkes kahvaltısını poğaça simitle yapar, cebinden karşılar onu. Yemek yerimiz var ama çok kirli. Su içtiğimiz sürahiler toz içinde. Su doldurduğumuz damacananın filtresi kahverengi olmuş pislikten. Yemekler çok tuzlu ya çok tuzsuz olur. Yağdan midemiz yanar sürekli. Tatlı ayda bir çıkarsa şansımıza o kadar. Haftada bir defa eti dua edip yemeğin içinde bir parça bulursan yersin. Masayı peçeteyle kendimiz sileriz, çatal bıçaklar hep lekeli. Yediği yemek midesini bozunca işi erken bırakıp çıkmak zorunda kalıyor bazen işçiler, öyle olunca da yevmiyen kesiliyor. İşçiye bu yemekler layık görülüyor.”
Tersanede fazla mesai çok. Fazla mesaiye kalan işçinin yemek sorunu daha da büyüyor, “Fazla mesai sürecinde de yemek sıkıntılı. Neredeysen orada yemek yersin, evden getirdiğini yersin ya da kahvaltı veriliyor o da peynir, zeytin ekmek. Elini bile yıkayamazsın, yıkamaya gitsen yemek süren gider. Güvertedeysen güverte de, ambardaysan ambarda yersin. Her gün fazla mesaiye kalıyorsan, her gün aynı şey yersin. Açıkçası daha çok açlığımızı bastırsın da çalışalım diye yiyoruz.”
ŞİŞECAM’DA MANTIK: ÖNÜNE YEMEK GELSİN YETER!
Sendikalı olanda da sendikasız olanda da aynı tablo! Yemekler hijyenden uzak. Kristal-İş’in örgütlü olduğu Şişecam’daki tabloyu bir işçi şöyle anlatıyor: “Sabah kahvaltı verilir, çorba ya da kaşar peyniri gibi şeyler. Çalışmamızı çok karşılayacak yeterlilikte değil. Yemekler de çok yağlı çıkar. Bazen böcek, bulaşık teli çıkıyor yemeğin içinden. Hafta sonu beyaz yakalar olmayınca yemekler hep daha kötü olur. Bazı arkadaşlar bu yüzden dışarıdan söyleyip cebinden karşılar yemeği. Sendikalıyız, bu şikayetlerimizi dile getiriyoruz, ama tek aldığımız cevap ‘Bakıyoruz’ oluyor. Özel şirket gelmeden önce fabrikada yemek pişerdi. Daha sağlıklı ve doyurucuydu yemekler. Müdahale etme şansımız oluyordu. Avrupa üçüncüsü olan bir şirkette bu işçilere yakışır bir yemek çıkmıyor. Daha çok ‘Ben bunların önüne yemek koymuş olayım da, önüne ne koysam yerler’ mantığı ile hareket ediyorlar. Sağlık, hijyenik yemek hakkımız. Bunun için de mücadele gerekiyor. Anlık tepkileri örgütlü bir tepkiye dönüştürmemiz gerekiyor”.
Antep’te tekstil işçilerinin kahvaltısı uzun süre tok tutması ve ucuz olması nedeniyle nohut dürümdür. Onun fiyatı da 50 liraya dayanmış durumda. 25 gün işçi kahvaltıda nohut dürüm yese cebinden çıkacak olan 1250 lira. Öğlen fabrikada verilen yemeklerde de pek hayır yok. Organize sanayi bölgesinde yemekler catering şirketinden hazır geliyor. Bir tekstil işçisi, “Yemekler lezzetli değil. Makarnanın yağı çok fazla oluyor. Hep aynı çeşit yemek yiyoruz. Donmuş fast food ürünler oluyor. Buranın kâr oranı çok, ben işe girdiğimden beri makine sayısı arttı. Bunun karşılığında bize verilen yemek yeterli değil. Zaten aldığımız ücretler de düşük, onun karşılığında da iyi beslenemiyoruz.”
"ŞÜKREDİN DİYE DİYE NE HALE GELDİK"
Koç’ların Ford’unda durum farklı mı? Pek sayılmaz! Ford işçi bültenine sık sık yemeklerden çıkan böcekler düşüyor. İşçiler diyor ki, “Otomattan aldığımız kahvenin içinden yabancı cisim çıkıyor. Yemeğimizden izmarit bile çıktı, fotoğrafını gösterdik adamlara bize ‘İzmarit olduğunu kanıtlayın’ dediler. Gece kahvaltılarında verilen pide taş gibi, insanın dişini kırar, gece ekmek bayat oluyor. Poğaçanın içinden kıl çıkmışlığı var. Gece yemekleri mide yakıyor. Verilen bir börekte böcek çıktı. Sürekli böyle şeylerle karşılaştık tepki gösterdik. Biraz düzelme var ama şimdi de sürekli makarna, pilav! Bütün gün, hatta koşarak çalışıyoruz. Ama bize layık görülen yemekler bunlar oluyor. Koskoca Ford bize yemek sağlamaktan bile aciz. Üretim fazlalığını sağlayınca ödül diye de kek, baklava veriyorlar! Toyota, Hyundai’de çalışan arkadaşlar anlatıyor; orada fix 2 menü var, iki girişten ayrı ayrı yemekler alınıyor, salatalar, mezeler açık büfe tarzında. Şükredin denile denile ne hale geldik.”
Belediyelerde çalışan işçiler için ise tavuk dönerden başka pek şans yok: “Bize yemek ücreti günlük 123 lira verirler. Tavuk döner 80 lira, sabah kahvaltıya üç poğaça bir çaya 50 lira veririz. Aldığımız yetmez, cebimizden tamamlarız üstünü her gün. En ucuzu ve en sağlıksızını tercih etmemize rağmen”.
MADEN OCAĞINDA EKMEK ARASI ALLAH NE VERİRSE!
Hangi iş koluna kafamızı çevirsek, daha beter bir tablo ile karşılaşıyoruz. Kamu kurumuyla özel firmalar arasında da yemek konusunda hiçbir fark kalmamış gibi. Madenlerde yemekhane yok, madenciler ezelden beridir üretim yaptıkları ocakta yanında getirdikleri yemekleri yerler. Zonguldak’ta TTK’ye ait maden ocağında yemek parası günlük 187 lira veriliyor işçiye. İşçiler genelde evden yemek getiriyor ya da barbunya, ton balığı gibi konservelerle karınlarını doyuruyor. Bir işçi, “Maden işçisinin yemekhanesi de yoktur, yemek saati de yoktur” diyor. “İşini halledince nefesliğe çekilir getirdiği yemeği yersin. Ben akşam evde ne varsa onu getirir yerim.”
Özel maden ocağında çalışan işçiye daha da düşük yemek ücreti. Aylık 1500-2 bin lira. En iyi ihtimalle günlük 76 liraya denk geliyor. Acele acele yenen yemek burada da işçilerin evinden getiriliyor. “Yemek molası iş boşluğunda olur o da aceleye getirilir. Ortalama 15-20 dakikada yemek zorundasın. Genelde evden getiririz, genç işçiler ise abur cubur getirir, bisküvi ekmek araları ile geçiştirir. Yemek ücretinden 500 lira cebime kalsın evin ihtiyacını karşılarız dediğimiz için genelde peynir ekmek yeriz.”
ŞANTİYELER TOPLAMA KAMPI GİBİ
Akkuyu’da çalışan inşaat işçilerinin yemek sorunu sık sık gündem oluyor. Diğer şantiyelerde de benzer bir tablo olduğunu söylüyor Disk Dev Yapı İş Başkanı Özgür Karabulut, “En kalitesiz malzemeyi kullanıyorlar. Bu işçilerde gelecekte gastrit ülser gibi hastalıklara sebep oluyor. Bu yemek sorununun tavan yaptığı dönemler krizin tırmandığı dönemler. Patronlar hiçbir şeyden kısmayıp işçilerden, işçilerin hayatından, ücretinden kısıyor bunun başında işçi yemekleri geliyor. Şantiyelerin hepsi bir toplama kampı gibi. En ucuz maliyetle yaptıkları için hem besleyici değeri yok hem de yenilecek durumda olmuyor. Hijyen koşulları yok, haşere, böcek, kurt çıkması çok yaşanıyor. Büyük şantiyelerde bu sorunlar daha da büyük. Ekmeklerin içinden ip çıkıyor, yabancı maddeler çıkıyor. Burada çözüm işçilerin kendi çıkarları doğrultusunda örgütlenmek, yoksa eylem yapıyoruz o anlık çözülüyor ama bir süre sonra aynı hale geliyor.”
ÖZELLEŞTİRME İŞÇİ YEMEĞİNİN ÜZERİNDEN SİLİNDİR GİBİ GEÇTİ
Kamu kurumlarında özelleştirmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan sorunlardan bir tanesi yemekler ve bir sonucu olarak gıda zehirlenmeleri. 1980 sonrasında özelleştirmelerle beraber yaygınlaşmaya başlayan taşeronlaştırma politikaları ilk olarak yemekhane, temizlik, güvenlik, nakliye gibi alanlarda uygulamaya konuldu. AKP döneminde taşeronlaştırmanın çeşitli kamu alanlarında artarak yaygınlaşması işçilerin gıda ihtiyacını da piyasanın insafına bıraktı. Devlet tarafından “maliyet hesabı ve kâr odaklılığı” güdülerek özel ve taşeron firmalara pazarlanan yemekhaneler ihale usulü siyasi rant da işin içine girerek işçilere sağlıksız yemekler dayattı. Milli Savunma Bakanlığına bağlı işçiler “Kullanılan yağlar iyi değil, hijyen koşulları yok. Yemekte salyangoz bile çıktı. Bir kere zehirlenme bile oldu. 45 kişi acillik olmuştu” derken, bir TÜRASAŞ işçisi de yaşadıkları sorunu şöyle aktarıyor: “İhaleyi kazanan şirket yemeklerimizi yapıyor. Menüler alakasız çıkıyor, kalite desen yok. Bizdeki firma geçen sene de ihaleyi almıştı. Yemek sonrası bizde çok fazla mide yanması oluyordu. Rapor alıp yemeğe gitmiyorduk. Ama KÇP’de 3 hekim raporu şartı getirildi. 3 hekim raporu almak kolay değil, bu yüzden işçiler yemekhaneden zorla yemek yemek zorunda kaldı. Biz bunun hakkında eylem yaptık, masaya çatal kaşık vurduk. Sonra sendika bu firmayı göndereceğiz dedi, ama yine ihaleyi ona verdiler. Hatta daha yüksek bedelle sözleşme imzalatmış. Yemekler hâlâ düzelmedi. Bu şirket sadece para yemek için var. Burada kamu kendisi malzeme alıp üretse daha kaliteli olur. Sendika bize söz vermişti, ama bu şirket Ankara’dan mı bağladı nereden bağlandıysa yine ihaleyi aldı. Biz ağır bir iş yapıyoruz, önceden tatlı çıkardı şimdi kalktı o. Meyve suyu veriyorlar onun yerine.”
Demir yolu işçisi makinistler uzun yolculuklarda beslenme sorunu yaşıyor. 8 saatlik çalışma için kumanya veriliyor işçilere. 8 saati geçen trenler çift kumanya alıyor. Kumanyada ise her gün verilen, kaşar, peynir, kavurma ya da ton balığı oluyor: “Bir yıl boyunca aynı şeyleri yiyoruz, bu da bıkkınlık yaratıyor. Uzun ve yorucu seferlerimiz oluyor bu noktada kendi beslenmemize dikkat etmeliyiz. O yüzden bazen evden getiriyoruz. Ya da cebimizden karşılayıp alıyoruz. Çayımızı trende bulunan ocak gibi bir makine var onda yapıyoruz. Orası da kir pas içinde. Şöyle de bir sorunumuz var, bizim sağlık kontrolü periyodlarımız var. Eğer kalp, şeker, tansiyon gibi hastalıklar çıkarsa makinistlik yapamayız. Ama her gün aynı kumanya ile besin değerlerimiz ne kadar sağlıklı olabilir?”
BİR İŞÇİDEN 50 LİRA KÂR
Fabrikalara çoğunluklu catering şirketleri yemek sağlarken, neye göre nasıl yemek seçildiğini catering şirketlerinden bir satış temsilcisine soruyoruz: “Biz daha çok kamu kurumlarına ihale usulü yemek dağıtırız. İhale işlerinde siyaset ve maliyet belirleyici oluyor elbette. Çoğu yerde ya siyasi ilişkilerin varsa ya da en ucuzsan ihalede kazanma olasılığın yüksek. Daha önce de fabrikalara verirdik. Patronların genelde tercih ettikleri yemek skalası en ucuz olandır. Yemek 4 çeşit olur onda. Ücreti artanlarda çeşit de artar. En ucuzu 90 ila 120 arasındadır, şirketten şirkete değişir fiyat. Kötü yağ, ucuz malzeme kullanan merdiven altı dediğimiz yemek şirketleri var, en ucuzu bunlardır. Çeşit arttıkça üzerine 15-20 lira eklenir. Kaba hesapla en ucuzunu tercih eden en az çeşitliyi seçen patron bir işçiden en az 50 lira kar elde eder.”
KENDİ YEMEK LİSTELERİNİ HAZIRLAYAN İŞÇİLERİN TARİHİNDEN BUGÜNE…
İşçi mücadelesinin yükseldiği dönemlerde ise başka bir tabloyla karşılaşıyoruz. White İlaç Fabrikasında 84-93 yılları arasında kendi yemek listelerini kendilerinin belirlediğini söylüyor işçiler, bunu nasıl mümkün kıldıklarını ise şöyle anlatıyor Turp, “Bizim mutfağımız iş yerindeydi ve yemekhanede çalışanlar da sendikalıydı. Biz inisiyatif alıp ‘Bundan sonra yemek listelerini biz belirleyeceğiz’ dedik. İş yerimizde işçi komitemiz de vardı, orayla, işçilerle görüşüp ortak kararla yemek listesi çıkarırdık. Biz bu kararı toplu sözleşmeden elde ettik. Madde olarak eklettik sözleşmeye. Biz 4 çayında bisküvi istemiştik, işveren gülmüştü bize. Ama biz uğraştık sözleşmemize de onu madde olarak koyduk. 10 çayında fırında kızartılmış ekmek, 4 çayında bisküvimizi alırdık. Hiçbir şey mücadele olmadan elde edilmiyor, biz de bunları mücadele ederek almıştık, bu taleplerimiz için iki kez sözleşme süreci tıkandı, kabul etmedik, eylemler yaptık. İşçiler bazen bana takılırdı bile çok et yazıyorsun diye.”
BİR SENEDE İŞÇİLERİN GIDA ZEHİRLENMELERİ BİNİ AŞTI
Son bir sene içerisinde sadece basına yansıyan iş yerinde gıda zehirlenmeleri ise bini aştı. Samsun’da market deposunda çalışan 15 kişi, Yalova’da 140 tersane işçisi, Akkuyu’da en az 1500 işçi, Kocaeli’de 6 inşaat işçisi, Ankara’da inşaat işçisi 13 kişi, Malatya’nın tekstil fabrikasında çalışan 12 tekstil işçisi, Sivas’ta 23 fabrika işçisi, Manisa OSB’de 454 işçi iş yerinde yedikleri yemekler nedeniyle gıda zehirlenmesi yaşadı.