15 Mart 2024 05:10

Prof. Dr. Menderes Çınar: Erdoğan çıkar ortaklığını hatırlatıp, seferberlik çağrısı yapıyor

"Erdoğan’ın 'son seçimim’ sözlerinde sanırım, varlığını, imkânlarını, fırsatlarını, tamamen kendisine borçlu olan bir gençlik kesimine çıkarortaklıklarını hatırlatan bir seferberlik çağrısı var."

Fotoğraf: Doğukan Keskinkılıç/AA

Paylaş

Serpil İLGÜN

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, geçtiğimiz hafta Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) toplantısında dile getirdiği “bu benim final seçimim” sözlerinin yankısı sürüyor. “Erdoğan siyaseti bırakıyor mu”, “ne zaman bırakır” gibi birçok yoruma, spekülasyona konu olan bu çıkışın arka planını, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Menderes Çınar’la konuştuk. 

Kuruluşundan bu yana AKP ve Erdoğan siyasetini yakından izleyen Çınar, “bizi seçmezseniz hizmet alamazsınız” tehdidinden Yeniden Refah Partisi’ni (YRP) itibarsızlaştırmaya, AKP seçim stratejisindeki “yenilenen” söylemle ilgili sorularımızı da yanıtladı.

Seçmen konsolidasyonundan emekliliğe, çeşitli yorumlar yapılan Erdoğan’ın “bu son seçimim” sözleriyle başlayalım. Erdoğan 2009’dan bu yana üçüncü kez, yine bir seçime gidilirken bu ifadeyi neden kullandı? Kime, ne mesaj verdi?

Şimdiye kadarki sicili, Erdoğan’ın siyasetten emekli olabileceği intibası uyandırmıyor. Ayrıca mevcut sistem, bizzat kendisinin kendisi için tasarladığı bir şey. Burada sanırım varlığını, imkânlarını, fırsatlarını, tamamen kendisine borçlu olan bir gençlik kesimine çıkar ortaklıklarını hatırlatan bir seferberlik çağrısı var. Bu davet ayrıca, bir fani olarak kendisinin mevcut ortaklığın bekasını kolaylaştıracak tasarımlara girişebilmesine imkân verecek bir seçim sonucu için tabanını, teşkilatını motive etme amacını taşıyor. Zira her ne kadar son seçimden çok önemli bir oy oranıyla, ancak kaybederek çıkmış ve ardından bir bozgun havasına girmiş olsa da, önümüzdeki yerel seçimlerde muhalefetin canlılığını koruması, diriliğini göstermesi, Erdoğan’ın kendisinin ve kendisine bağımlı söz konusu gençliğin ve diğer toplum kesimlerinin geleceğini garantileyecek bir tasarıma girişmesini zorlaştıracak.

TEŞKİLATI BİR ARADA TUTAN ERDOĞAN

Sizinle yaptığımız söyleşilerde, Erdoğan’ın özellikle 2007’den bu yana iktidarda kalabilmek için başvurduğu yollardan birinin anayasa değişiklikleri olduğunu vurguladınız. Bunu hatırlatarak soralım; Erdoğan’ın “final seçimim” sözleri, son aylarda daha sık gündeme getirilen anayasa değişikliğine zemin mi yapılacak? Nitekim, Bekir Bozdağ gibi kurmaylar böyle yorumlanabilecek işaretler verdi. 

Başkanlık sistemine geçiş, 2007-2017 arasındaki 10 yıllık süreçte sadece Türkiye toplumuna değil, bir parti olarak AKP’ye de empoze edilmiş bir gündemdir. Bu geçiş sürecini kolaylaştıranlar AKP’de kalabilmiş, kariyer yapabilmiştir. Bahsettiğiniz siyasetçi de bunlardan biridir. Dolayısıyla AKP, Erdoğan halen tabi olduğu dönem sınırlandırmasını kaldırmak istediğinde veya kendisinden sonra kendisi kadar etkili olamayacak bir figürün AKP’nin başına geleceğini düşünerek cumhurbaşkanı seçilmek için gerekli oy oranının örneğin yüzde 50’den yüzde 40’a indirmek istediğinde, ellerinden geleni yapacak siyasetçilerin partisidir. Ancak böyle bir değişiklik girişiminin yapılıp yapılamayacağı, yapılacaksa ne zaman ve hangi tasarımla yapılacağı tamamen Erdoğan’ın kararıdır. Yüksek yargı organları arasındaki krize yönelik tutumun bu türden bir girişimin zeminini kurmaya hizmet ettiği düşünülebilir. Bu nispeten uzun vadeli gündemi bir kenara koyarsak, Bozdağ’ın açıklamasının AKP teşkilatını ve tabanını teskin etmeye, yatıştırmaya yönelik olduğunu da söyleyebiliriz. Zira geniş ve çeşitli bir toplumsal taban üzerine oturan AKP teşkilatını bir arada tutan en önemli unsur bizzat Erdoğan. Onun “bu son seçimimim” açıklaması, seçim arifesinde hiç yeri ve zamanı değilken, ondan sonraki geleceğe yönelik “gereksiz” spekülasyonlara, arayışlara, endişelere ve hatta çekişmelere neden olabilir, partinin insicamını zedeleyebilir. 

İMAMOĞLU’NUN KARŞISINA BAŞARISIZ BİR AMADE

“AKP ve Erdoğan arasında simbiyotik bir ilişki var, 2011’den itibaren daha belirgin hale gelen bu simbiyotik ilişkide, Erdoğan’ın görevi AKP’ye ve adaylarına seçim kazandırmak, AKP’nin görevi de ona itaat etmek” demiştiniz. Mayıs seçimlerine de bakarak, bu ilişkide zayıflama, dağılma görüyor musunuz? Yerel seçim sonucu, bu açıdan da bir gösteren olacak mı?  

Simbiyotik ilişki zayıflayarak devam ediyor. Zira Erdoğan, partisine daha az seçim kazandırıyor. Kaybettiği belediyelerden, düşen oy oranlarından bunu anlıyoruz. Öte yandan, iktidarı büyük oranda merkezileştirerek tekeline alması ona çok geniş bir kaynak dağıtma, kendisinden özerk siyasi varoluşları epey bir zorlaştırma imkânı veriyor. Dolayısıyla “taraf olmayanların bertaraf” olacağını eylemleriyle de gösterebiliyor, sıfır toplamlı bir oyun kurarak ve bunu kutuplaşmacı söylemlerle takviye ederek bir disiplin empoze edebiliyor, dağılmayı, çözülmeyi önleyebiliyor. Şu anda aksi bir eğilimin belirdiğine dair bir emare yok. 

Bununla beraber aynı simbiyotik ilişki, AKP’de kendisinden başka bir siyasi figürün yetişmesini imkânsız kılıyor. Erdoğan, “AKP’yi marka yapacağız” derken, meydan meydan dolaşıp aday gösterdiği belediye başkanları ve milletvekilleri adına yarışırken, oy isterken aslında o kişilerin bir siyasi etki, güç, karakter ve kapasite geliştirmelerini de zorlaştırıyor. Geçtiğimiz yerel seçimlerdeki aday tercihlerinde görünen bu handikap, önümüzdeki yerel seçimler için gösterilen aday profiline baktığımızda daha da ağırlaşmış görünüyor. İstanbul gibi bir yerde Ekrem İmamoğlu gibi yetenekli bir siyasi figürün karşısına çıkarabildiği aday, Murat Kurum gibi herhangi bir başarısına tanık olmadığımız bir amade. 

Zaman zaman çeşitli isimler dillendirilse de Erdoğan, “emaneti devr alacak” “velihat” neden bulamıyor?

Evet, daha önce “emaneti devralabilir mi acaba” diye test edilen damadı da “şurada okudu, burada bulundu, doktorasını yaptı” diye havuz medyası tarafından cilalanmıştı. Ancak doktora tezini nasıl yazdırdığı, işini kolaylaştıranların nasıl taltif edildiği de ortaya çıkmıştı. Siyasi başarısızlıklarını bir kenara bırakıyorum. AKP değer üreten bir iktidar değil, iktidar konumunu suiistimal ederek sadece kendisi için maddi manevi rant üreten, bunu da icabında her şeyi mubah kılan İslami maslahat ilkesiyle haklılaştırmaya çalışan, bunu yaparken Türkiye’yi taşralaştıran bir teşkilat. Diyanetin torpille işe girmeyi normalleştiren fetvası da bu bağlamda değerlendirilmeli. Buradan ne AKP’ye ne de memleketin geleceğine hizmet edecek bir siyasi figürün yetişmesi zor.     

HİZMETSİZ BIRAKMA TEHDİDİ KARŞILIK BULMADI

AKP başlarda 31 Mart stratejisinin odağına geride kalan seçimlerde olduğu gibi “büyük şahlanış” ya da LGBTİ karşıtlığı gibi çalışan kültürel kutuplaşmaları değil, belediye hizmetlerini koymuş göründü. Çok geçmeden bu hizmetlerin, kendi adaylarının seçilmesi halinde alınabileceği söylendi ve 2019’da “Binali mi diyeceksiniz, Sisi mi” çağrısı, bugün özellikle İstanbul’da “Kurum’u seçerseniz Gazze kazanır”a dönüştü. Bu “kampanya güncellenmesini” ne sağladı? Son iki haftaya girerken kutuplaştırma enstrümanı, tehdit dili genişletilip, kuvvetlendirilecek mi?

Başlangıçta kutuplaşmadan ziyade hizmet vadeden bir kampanya stratejisi benimsemesi, büyük ihtimalle bilhassa önem verdiği büyük kentlerde kutuplaştırma stratejisiyle kazanabileceği desteğin zaten sınırına gelmesi ve muhalefet kanadında böyle kutuplaştırıcı bir söylemi geçerli kılacak işbirliğinin, ittifakın bu seçimde olmamasından. Hizmet vadeden kampanya stratejisinin işlememesinin ise kanımca iki nedeni var. Birincisi, AKP’nin fonksiyonel, sorun çözen, yaşam kalitesini iyileştiren bir hizmet anlayışı yok. Hizmetten anladığı deyim yerindeyse, “alın size hizmet” dediği şeylerin hizmet olarak kabul edilmesi. İkincisi, sizin sorunuzun da ima ettiği gibi “buralarda bir hizmet yapılacaksa, onu ancak biz yaparız” iddiasında olması ve daha da önemlisi bu iddiasını demokratik terbiyeye sığmayacak şekilde, halkın kendisine hizmet edecekleri serbestçe seçmesinden rahatsız olduğunu, hatta hazmedemediğini göstererek sürdürmesi. 2019’da İstanbul seçiminin iptali, kayyum atamaları, belediyelerin yetkilerine azaltıcı, değilse engelleyici müdahaleler bunun göstergeleri. Ancak Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, muhalefetin yönettiği belediyeler, bu şartlar altında kayda değer ve nitelikli hizmetler üretti. 

Bu da “yönetemezler” söylemine barikat mı kurmuş oldu?

Evet, muhalefet belediyeleri daha önce yapılan yanlışları düzeltti, eksiklikleri giderdi, altyapı sorunlarına el attı ve AKP’nin Kanal İstanbul gibi suiistimalci denilebilecek hizmet anlayışının geçerlilik kazanmasına engel oldu. Dolayısıyla bütün engellemelere rağmen o “üç koyunu güdemezler” küçümsemesini yanlışlayan bir performans gösterdi. Bu da bahsettiğiniz hizmet vaadinin, daha doğrusu hizmetsiz bırakma tehdidinin o kadar işlemediğini gösteriyor anlaşılan. 

Son iki haftaya girerken Erdoğan, bakanlar, tüm AKP kadrosu sahaya inecektir, özellikle İstanbul’da. Sanıyorum şu anda bolca kaynak aktarılan geniş bir anket, halka ilişkiler, siyasi iletişim kadrosu, bilhassa Erdoğan’ın İstanbul’da sahaya indiğinde ne söyleyeceğine, hangi mesajları vereceğine dair bir mutfak çalışması yapıyordur.

SÖYLEDİKLERİNİN TERSİNİ YAPMAK ERDOĞAN’A KAYBETTİRMEDİ

Erdoğan’ın İsrail yönetimine söylemde oldukça sert ifadeler kullanırken ticareti sürdürüyor olmasına kendi tabanında da tepkilerin arttığı görülüyor. Bu tepkiler seçimdeki sorun alanlarından biri olur mu?

Müslümanların çoğunlukta olduğu ve benim biraz bildiğim Mısır gibi ülkelerdeki otoriter rejimlerin bir özelliği, içeride Amerikan, İsrail, Batı karşıtı söylemlerle hamaset yaparlarken, fiili dış politikalarında bunun neredeyse tam tersini yapmalarıdır. Bahsettiğiniz tepkilerin gösterilebilmesini, Türkiye’nin her ne kadar adil ve demokratik niteliği bugün epeyce hırpalanmış olsa da toplumsal muhalefet sayesinde hâlâ anlamlı seçim yapan, henüz konsolide olmamış bir otoriter rejim olmasının göstergesi olarak değerlendirmek mümkün. Bununla beraber, yalpalamaların, çelişkilerin, ikiyüzlülüklerin ve hatta başarısızlıkların ya da kısaca somut gerçekliğin alakasızlaştığı, bazılarının hakikat sonrası dediği bir dönemden geçiyoruz. Bugüne kadar hangi başarısızlığı, yalpalaması, U dönüşü AKP’nin veya Erdoğan’ın seçim performansına olumsuz etkide bulundu? O yüzden bahsettiğiniz tutarsızlığın AKP’nin yerel seçimdeki performansını nasıl ve ne derece etkileyeceğini öngöremiyorum maalesef.

ERDOĞAN, YRP’YE TANIDIĞI FIRSATI GERİ ALMA ÇABASINDA

YRP’nin 31 Mart seçimine bu kez parti olarak girmesi, AKP cephesinde önceleri büyük tepkilere yol açmamıştı. Ancak son düzlüğe girerken bu değişmiş görünüyor. YRP’yi itibarsızlaştıran söylemler, “YRP neye hizmet ediyor” başlıklı haber ve yorumlar için ne söylersiniz?

Fatih Erbakan AKP’nin kutuplaştırma siyasetinin neden olduğu bir fırsattan ve söz konusu Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi olduğunda bir parti olarak AKP’nin akıbetini ikincilleştiren mantıktan faydalandı. YRP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde karşı kutupta yer almayarak düşmanlaştırılmadan kurtuldu, AKP’nin başarısızlıklarından, beceriksizliklerinden rahatsız seçmen için de bir adres haline geldi. Bunu yaparken, verilenle yetinen, sadık bir muhalefet olmayacağının da işaretlerini verdi. Erdoğan şimdi karşı kutba koyarak, daha önce tanıdığı fırsatı geri alma çabasında galiba.   

MUHALEFETTEKİ BELEDİYELER YENİ SEÇMEN TABANI KAZANABİLİR

Millet İttifakı dağılırken seçmeninin Erdoğan/Cumhur İttifakı karşıtlığını koruduğu değerlendirmeleri, şu günlerde anketlerle de destekleniyor. Gözleminiz ne, 2017 referandumundan 2023 seçimlerine, özellikle büyük şehirlerin Cumhur İttifakına onay vermeme hali, 31 Mart yerel seçiminde de devam eder mi?

2017 referandumu, 2019 yerel seçim sonuçları ve iktidarın karşısına bir blok olarak çıkması, 2023 seçimlerinde çeşitli insicam ve planlama-iletişim sorunlarına rağmen muhalefetten beklentileri yükseltmişti. Beklentiler yükselmişken alınan sonuç bir bozgun havasına neden oldu. Üstelik seçim başarısına odaklanmış, demokratikleşme başta olmak üzere Türkiye’nin temel sorunları ve çözümleri üzerinde ortaklaşmayan bir işbirliğini seçimlerdeki başarısızlık karşısında sürdürmek de mümkün olamazdı. Şimdi iktidar blokunun kısmi işbirlikleri hariç, her parti kendi başına seçime giriyor. Bu durum, özellikle büyük şehirlerde muhalefet blokunun toplamda iktidar blokununkinden çok olan oylarının bölünmesi ve AKP/MHP adaylarının belediyeleri kazanması riskini doğuruyor. Ancak iki hususun dikkate alınması lazım diye düşünüyorum. Birincisi, muhalif belediyeler bir performans gösterdiler ve o performanslarına dayanarak yeni bir seçmen tabanı kazanabilirler. İkincisi, muhalif seçmenler hâlâ muhalifse ve yabancılaşmamışlarsa, sonuç almak için kendiliklerinden büyük partilere, mevcut adaylara yönelebilirler.      

Menderes Çınar

Türkiye siyaseti ve İslamcılık üzerine yaptığı çalışmalarını, Türk Parlamento Tarihi: 1965-69, 4 cilt (2012); Vesayetçi Demokrasiden “Milli” Demokrasiye (2015); Siyasal Bir Sorun Olarak İslamcılık (genişletilmiş ikinci baskı 2021) kitaplarına aktaran Menderes Çınar’ın, 31 bilim insanın katkısıyla hazırladığı Demokrasi: Kavram, Kurum ve Süreç başlıklı kitabı da 2023’te raflardaki yerini aldı.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Türkiye ve Irak'tan ortak bildiri

SONRAKİ HABER

Kayseri'de patronlar, EMEP adayının işçilere seslenmesini engelledi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa