17 Mart 2024 04:44

Avrupa’da sessiz kıyım

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta: Fransa'da işçilerin sessiz ölümüne karşı sendikalar harekete geçti. Alman basını gündeminde gıda krizi var. İngiltere basını gerilimler ve tedarik zincirleri gündemde.

Fotoğraf: Görkem Kınacı/Evrensel

Paylaş

Fransa’da 2022 yılında 738’i kaza sonucu olmak üzere en az 1227 emekçi, iş yerinde hayatını kaybetti. Mesleki Yaralanmalar ve Hastalıklar Fonu tarafından yayımlanan bu sayılar, büyük ölçüde fark edilmeyen gerçek bir kıyımı gösteriyor. Humanite gazetesinden seçtiğimiz makalede, sendikaların “Kâr yarışının ve kamu harcamalarındaki kesintilerinin önüne geçiren radikal bir politika değişikliği” çağrısına yer veriliyor.

Yetersiz beslenme ve açlık sadece yoksul ya da gelişmekte olan ülkelerin sorunu değil. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde de yoksulların yetersiz, sağlıksız beslendiği ortada. Buna karşı gıda bankaları aracılığıyla sadaka sistemi öne çıkarılıyor. Almanya’da yayımlanan Telepolis gazetesi “Gıda bağışları: Dayanışmanın bir işareti mi, yoksa bir kriz işareti mi?​” diye soruyor.

İngiltere’de Guardian gazetesi, tedarik zincirlerinin sürekliliğini sağlama konusunda ülkelerin daha fazla çaba gösterdiğine dikkat çekiyor: “Gerilimler arttıkça ülkeler sadece ekonomilerini değil, olası savaşları da lojistik açıdan güvence altına almaya çalışıyor.”


FRANSA’DA İŞ CİNAYETLERİ: SENDİKALAR ‘SESSİZ KIYIMI’ DURDURMAK İÇİN HAREKETE GEÇİYOR

Lucie PELE
Hayet KECHİT
Humanite

İşçi sağlığı ve güvenliği konferansı, Paris’teki Bourse du Travail’de başladı. Sendikalar, dernekler ve iş sağlığı aktivistleri tarafından düzenlenen konferans, iş yerindeki sistematik ölüm belasına karşı, iş güvenliği ve koruma eksikliğine ışık tutmayı amaçlıyor. Fransa’da 2024 yılının başından bu yana 58 işçi hayatını kaybetti.

2022 yılında 738’i kaza sonucu olmak üzere en az 1227 emekçi, iş yerinde hayatını kaybetti. Mesleki Yaralanmalar ve Hastalıklar Fonu tarafından yayımlanan bu sayılar, büyük ölçüde fark edilmeyen gerçek bir kıyımı ortaya koymakta. Zira kaza sayısı yıllardır düşmüyor ve sayımların yetersiz olması nedeniyle bu sayının daha yüksek olduğu düşünülüyor, Bu “felaket durum” karşısında CGT, FSU ve Union syndicale Solidaires’in yanı sıra bu alanda çalışan bir dizi dernek, iş sağlığı ve güvenliği konusunda bir konferans düzenleyerek duyarlılık çağrısında bulundu.

Bu etkinlik, sendikalara göre büyük ölçüde “Maliyetleri azaltmak için sağlık ve güvenlikten ödün veren şirket politikalarına” atfedilebilen bu belanın nedenlerine geri dönmek için bir fırsat. Sendikal örgütler aynı zamanda bu iki gün vesilesiyle “Kamu otoritelerinin bu konuyu öncelikli konu haline getirmesi için mücadelenin ortaklaştırmasına” yönelik yolu çizmeyi amaçlıyor.

Diğer yandan ise Fransız sayıştayına göre ise 2022 yılında iş müfettişi kadrolarının yüzde 18’i boş bırakıldı. “Görünmez Katliam: İş Yeri Ölümlerine Yönelik Soruşturma” Kitabının Yazarı Matthieu Lépine, France info’da verdiği bir demecinde “Artık, yalnızca şirketlerine yönelik yaptırımları değil, aynı zamanda önleme ve destek görevi de gören mekanizmalardan yararlanılamadığını” vurguluyor. Hatta bugün Fransa’nın bazı bölgelerinde olası bir teftiş çağrısı bile boşa düşüyor. Bu “iş cinayeti” sessizliğiyle karşı Matthieu Lépine, beş yılı aşkın süredir sosyal ağlarında kurbanları sayıyor. İş kazalarından veya meslek hastalıklarından en çok etkilenen ve erkek oranının yüksek olduğu iş kolları ise ulaştırma, inşaat, sağlık ve temizlik.

3 Mart 2024. Escota’nın 20 yıllık otoyol işçisi olan Tony Nellec, Aix-en-Provence yönündeki A8 otoyolunda devriye geziyor. 208. kilometrede sağanak yağmurda hasarlı bir araç yükleniyor. Başka bir araç doğrudan kaza bölgesi işaretlerine doğru ilerliyor ve orada bulunan herkesi biçiyor. Tony Nellec anında yaşamını yitirirken, diğer bir meslektaşı ise ağır yaralanıyor. 1 Ocak’tan bu yana 31 müdahale aracı, kazaya uğradı.

5 Mart 2024. 46 yaşındaki Jean-Luc Soulas, tamirci olarak çalıştığı Châteaubernard’daki Peugeot bayisinde işe alınıyor. Elle kayarak açılan geniş metal kapıyı açıyor. Henüz belirlenemeyen bir nedenle, galerinin kapısı raylarından çıkıyor ve Jean-Luc Soulas’ın üzerine yıkılıyor. Kapıdaki yüzlerce kiloluk metalin altında ezilen tamirci bilincini kaybediyor. Meslektaşlarının onu çıkarma çabalarına rağmen, kalp-solunum durması geçiren Soulas, hastaneye kaldırıldıktan sonra hayatını kaybetti.

11 Mart 2024. Dijon istasyonundaki peron yakınlarında, 33 yaşındaki demir yolu bakım çalışanı diğer üç görevliyle birlikte ray bakım ölçümlerini ayarlamaya çalışıyordu. Bir yük treni onlara çarparak çalışanın ölümüne neden oldu. Sud-Rail sendikası, SNCF’yi daha önce “SNCF ağ işçilerinin çalışma koşullarının, personel eksikliği ve şirket yönetimi tarafından dayatılan üretim süreleri nedeniyle tehlikeli bir şekilde kötüleştiği” konusunda uyardığına dikkat çekiyor. Bu, bir demir yolu çalışanının “bir hafta içinde iş yerinde” gerçekleşen ikinci ölümü.

11 Mart 2024. Seveso yüksek eşik tesisi olarak sınıflandırılan Lillebonne’daki (Seine-Maritime) Tereos Şeker Fabrikasında, taşeron Cardem’in bir çalışanı bir fırını sökmek için bir gondola tırmanıyor. İşçinin üstünde bulunan zincirli konveyör kopuyor ve işçiyi taşıyan sepeti de beraberinde sürükleyerek 28 yaşındaki adamı sepetten düşürerek hayatını kaybetmesine neden oluyor.

Liste ne yazık ki uzun. Sendikalar, dernekler ve kurbanların aileleri, bir yandan daha iyi güvenlik önlemleri alınmasını beklerken, diğer yandan da şirketlerin ve işverenlerin bu iş cinayetlerindeki sorumlulukları nedeniyle cezalandırılmasını bekliyor.

İşçi sağlığı ve güvenliği konferansı, “İş öldürür, iş yok eder: İşte ölmek, işten ölmek, bir daha asla” temasıyla ulusal bir kampanya başlatacak ve “Mesleki risklerin önlenmesini, kâr yarışının ve kamu harcamalarındaki kesintilerinin önüne geçiren radikal bir politika değişikliği” çağrısında bulunuyor.

Çeviren: Eren Can


ZENGİNLİK AÇLIĞA KARŞI KORUMA SAĞLAMIYOR: SANAYİLEŞMİŞ ÜLKELERİN AYIBI

Uwe KERKOW
Telepolis

Yiyecek bol miktarda var. Ancak milyonlarca kişinin sağlıklı gıda almaya gücü yetmiyor. Bununla mücadele devletin görevi mi yoksa toplumsal vicdanlara seslenip sadaka sistemiyle çözülebilir mi?

Açlık, gelişmekte olan ve yoksul ülkelerde bir sorun olarak kabul edilmektedir. Ülkedeki açlık, yetersiz beslenme ve gıda güvensizliği, sözde sanayileşmiş ülkelerin siyasi tartışmalarında ve medyasında da en iyi ihtimalle ara sıra ortaya çıkıyor.

Yoksulluk ve açlık: Küresel sorun mu yoksa devletin başarısızlığı mı?

Zengin ülkeler her zaman içinde yaşayan insanların kendilerine yeterli, uygun ve sağlıklı gıda sağlayabilmelerini garanti etme göreviyle karşı karşıya kalmıştır. Bu bir insan hakkıdır. Bu nedenle bu ülkelerde yaygın olan “tablolar” haklı olarak devletin başarısızlığı olarak değerlendirilmektedir.

Açlık, yetersiz beslenme ve gıda güvensizliği neredeyse tüm zengin ülkelerdeki insanları etkiliyor. Bundan şaşırtıcı sayıda insan etkilendi. 2019’da yapılan bir araştırma etkilenenlerin oranının tüm sakinler arasında yüzde 8 ila 20 olduğunu ortaya koyuyor.

Gıda bağışları: Dayanışmanın bir işareti mi, yoksa bir kriz işareti mi?

Gelişmiş ülkelerde 60 milyon kişi 2013 yılında zaten gıda bağışlarına (gıda bankaları) bağımlı durumdaydı. Gıda ve Tarım Örgütüne göre 2022 yılında sanayileşmiş ülkelerde gıda güvenliği ciddi risk altında olan 16.5 milyon insan yaşıyordu. Bu, 2015’ten bu yana 1.5 milyonluk bir artış.

Etkilenenlerin yiyecek bir şeyleri olmasına rağmen, gıda bankalarıyla kendi başlarına geçimlerini sağlayamadıkları için yemek hakları ihlal ediliyor. Bunların yasal garanti sağlamadığı gerçeği, malzeme kıtlaştığında ortaya çıkıyor. Almanya’daki gıda bankalarının insanları geri çevirmek zorunda olduğu iyi biliniyor ve haber yapılıyor. Ancak eli boş ayrılanların ne yaptığı anlatılmıyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, artık yiyeceklerin geride bırakılan yoksul insanlara gönderildiği fikrine asla alışmamamız gerektiği konusunda haklı olarak uyarıyor.

Kovid-19, enflasyon, savaşlar, iklim değişikliği ve politik başarısızlıklar, zengin ülkelerdeki gıda kıtlığının giderek daha da şiddetli hale gelmesini sağlıyor. Hedef kitlesi zenginlere programlı bir şekilde markalarla hitap eden aşırı muhafazakar Wall Street Journal bile şöyle diyor: “Gıda fiyatları, zengin ülkelerde en yoksullar için bir yüktür.”

Zengin kuzeydeki yetersiz gıda arzı genellikle sağlık sektörüyle, daha doğrusu halk sağlığıyla bağlantılıdır. Bu aslında ilk bakışta doğru gibi görünse de yeterli destek sağlanırsa sorunun ortadan kalkacağı fikrini güçlendiriyor.

The Hill gazetesinin yaptığı da budur. 2022 yılında ABD’de tam 25 milyon hanenin bazen veya çoğu zaman yeterli yiyecek bulamadıklarını yazdı. On iki milyon hanede 18 yaşın altındaki çocuklar yaşıyordu. Bu arada: 2022’de ABD’deki ortalama hane halkı büyüklüğü 2.5 kişiydi.

Hill ayrıca yasa yapıcılardan, iyileştirilmiş (hükümet) gıda programları ve evrensel ücretsiz okul yemekleri gibi araçlar aracılığıyla tüm insanların ihtiyaçlarını karşılayan güçlü bir güvenlik ağı oluşturmalarını talep ediyor. Ücret artışlarının durumu iyileştirebileceği fikri ise akla gelmiyor. Stern, Büyük Britanya’daki durum hakkında şöyle yazıyor: “Dünyanın altıncı büyük ekonomisi, çocuklarını gerektiği gibi besleyemiyor. (...) Bu, sorunlu sağlık sistemini zorluyor.”

Dergi, Gıda Vakfının araştırmasına atıfta bulunuyor; buna göre Büyük Britanya’daki tüm hanelerin yüzde 15’i (sekiz milyon yetişkin ve üç milyon çocuk) bazen veya sıklıkla öğün atlıyor ve aynı zamanda önemli ölçüde daha az sağlıklı besleniyor.

Fransa’da, 2023’ün sonunda ankete katılanların yüzde 37’si yeterli yiyecek bulamadıklarını söyledi. Sekiz yıl önce yalnızca yüzde 11’i bunu söylüyordu. Ayrıca Fransız halkının yüzde 26’sı gıda güvensizliği olarak değerlendirilmesi gereken bir durumda yaşıyor. En az yüzde 20’si en az bir kez yeterince yemek yiyemediklerini doğruluyor.

Almanya’da mülteciler, düşük gelirli haneler ve vatandaşlık yardımı gibi devlet yardımlarından yararlanan kişiler zaten bu durumdan etkileniyor. Ancak emekliler, bekar ebeveynler ve tabii ki evsizler de gıda yoksulluğu ve açlığı yaşıyor.

Ancak kritik tarım raporu 2023’e göre, Anglo-Sakson ülkelerinin aksine, Almanya’da standartlaştırılmış bir rapor sistemi bulunmuyor. Bu nedenle Almanya’da kaç kişinin gerçekte gıda yoksulluğundan etkilendiği bilinmiyor. Bu nedenle, “nüfusun yüzde 3.5’i” ile ilgili rakamlar, uzmanlardan gelse bile dikkatle incelenmek zorunda. Sonuçta 2022 yılında 17.3 milyon Alman’ın yoksulluk içinde olduğu kabul ediliyordu. Trend yükselmeye devam ediyor.

Çeviren: Semra Çelik


TEDARİK ZİNCİRLERİNDE SADECE ‘HER İHTİMALE KARŞI’ ANLAYIŞI

Guardian
Başyazı

2012 yılında, Çin’in devlet başkanı olmadan kısa bir süre önce Şi Jinping, ticaretin arttırılmasını görüşmek üzere Los Angeles Limanını ziyaret etmişti. O zamanlar bir iş birliği odağı gibi görünen bu liman, Çin-Amerikan ilişkilerinin gerginliğini koruması nedeniyle şimdi bir başka şüphe odağı haline geldi.

Geçtiğimiz ay Biden yönetimi, liman altyapısı için 20 milyar dolarlık bir fon ayırdığını açıkladı; bu fonun büyük bir kısmı, neredeyse tamamı devlete ait bir Çin firması tarafından üretilen kargo vinçlerinin yerini alacak şekilde kullanılacak. ABD, bu gelişkin ekipmanların konteynerler ve içerikleri, menşeleri ve varış noktaları hakkındaki bilgileri yönetmesi ve uzaktan programlanıp kontrol edilebilmesi nedeniyle endişe duyuyor. On yıllardır ABD’de üretilmeyen vinçlerin yerli üretimini yeniden başlatmak istiyor.

Bu hamle çok daha geniş kapsamlı bir ekonomik yeniden planlama sürecinin ortasında geldi: AB Dış İlişkiler Şefi Josep Borrell’in geçen yıl “açık pazarlar önceliğinden güvenlik önceliğine, ‘tam zamanında’ yaklaşımından ‘her ihtimale karşı’ yaklaşımına dönük bir paradigma kayması” olarak tanımladığı bir durum bu.

Pandemi, ulusları tedarik zincirlerini gözden geçirmeye ve verimlilik için dayanıklılıktan ödün verip vermediklerini sormaya zorlayan bir alarm zili oldu. İklim krizi şimdiden lojistiği etkilemeye başladı: Panama’daki düşük yağış miktarı (Nedeniyle düşen su seviyesi) yetkilileri kanalı kullanan gemileri sınırlandırmaya zorladı. Siber saldırılar da bir başka endişe kaynağı. Japonya’nın Nagoya Limanı geçen yaz bir fidye yazılımı saldırısıyla devre dışı bırakıldı. Ancak mevcut çatışmalar ve jeopolitik bölünmeler değişiklikleri tetikliyor.

Tüketiciler, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin bedelini, savaşın yol açtığı tedarik zinciri kesintileri ve Batı’nın Moskova’ya uyguladığı sert yaptırımlar nedeniyle ödemeye devam ediyor. İngiliz Ticaret Odaları tarafından geçtiğimiz ay yayımlanan bir ankete göre, Britanya’daki perakendeci ve ihracatçıların yarısından fazlası, Yemen’deki Husi isyancıların kargo gemilerine yönelik saldırıları nedeniyle Kızıldeniz ticaretinin sekteye uğramasından etkilendi. Asya’dan Avrupa’ya bir konteyner göndermenin maliyeti yüzde 300’e varan oranlarda arttı.

“Slowbalisation” (küresel yavaşlama) söyleminin yerini “onshoring” (ülke içi üretim), “friendshoring” (Ticaret ve tedarik zincirlerini siyasal, ekonomik ve güvenlik çıkarları ortak olan ülkelere kaydırmak) ya da en azından “nearshoring” (Coğrafi olarak yakın bir ülkedeki tedarikçi ile çalışmak) reçeteleri aldı.

AB, Çin’den “ayrışmanın” (decoupling) çok sert sonuçları olacağı kaygısıyla bu ülke ile ticari ilişkilerini “Riskten arındırma” (de-risking) kararı aldı. Pekin uzun zamandır Batı’ya olan bağımlılığını sistematik olarak azaltmaya çalışıyor. Geçtiğimiz yıl ABD ile Çin arasındaki ticaret -bir önceki yıl günde 2 milyar dolar gibi rekor bir seviyeye ulaşmasına rağmen- yüzde 17 oranında azaldı ve Meksika yirmi yıldır ilk kez ABD’ye en çok mal ihraç eden ülke konumuna geldi.

Bu değişim abartılmamalı. Bu, globalleşmeden ziyade “glokalleşme” olarak adlandırılan bir durum: Belki de etkili güçlerin garip karışımını doğru bir şekilde yansıtan sevimsiz bir hibrid terim. Bazı durumlarda, ülkelerin elde ettiği kaynaklar değişmiyor, sadece aracılar üzerinden elde eder hale gelmiş olabiliyor; tıpkı Rus petrolünün Hindistan’da işlendikten sonra Avrupa’ya ulaşması gibi.

ABD limanları söz konusu olduğunda, Washington Çin’in ekonomik casusluğu ve Pekin’in siber faaliyetlerinden şikayetçi. Ancak, özellikle Tayvan’ın geleceğine ilişkin endişeler arttıkça, Çin ile bir çatışmanın lojistiği nasıl etkileyebileceği konusunda giderek daha endişeli görünüyor ve bu sadece ekonomik baskının bir koz olarak kullanılabileceğinden korktuğu için değil, askeri personel ve kaynakların engellenebileceğinden endişe ettiği için. Gerilimler arttıkça ülkeler sadece ekonomilerini değil, olası savaşları da lojistik açıdan güvence altına almaya çalışıyor.

Çeviren: Dış Haberler Servisi

ÖNCEKİ HABER

Güzeltepe’de halk toplantısı: Bir şeyler değişecekse bizim örgütlü gücümüzle olacak

SONRAKİ HABER

Bursa’da okul bahçesinde alkol ve uyuşturucu kullanılmasına TÖB-SEN’den tepki

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa