18 Mart 2024 01:15

Ücretlerin gizemi ve insanca yaşam

MESEM projesiyle, çıraklar ve stajyerler ile patronların kâr oranları korunmak ve artırılmak isteniyor. Al diyor koca devlet, sömür sömürebildiğin kadar.   

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Ekin Yoldaş KALI

Ankara

 

Özellikle son yıllarda ücret konusu ülkenin en sıcak gündemlerinden biri. Ne var ki toplumun ezici çoğunluğu için anlamı benzer olsa da herkes için aynı anlamı taşımıyor. Bu yazıda bu meselenin hangi toplumsal kesimler tarafından ne anlama geldiğini, ücret politikalarının kim tarafından nasıl belirlendiğini ve MESEM projelerinin tüm bu ilişki ağındaki yerini ele almaya çalışacağız.

Ücret her şeyden önce alan ve veren açısından iki farklı anlama gelir. Alanlar yani ücretli çalışanlar, işçiler ve emekçiler açısından ele alalım. İnsanlar yaşamak için barınma, beslenme, ulaşım, sağlık hizmetleri vb. gibi bir dizi geçim aracına ihtiyaç duyarlar. Bunları elde edebilmek içinse, belirli ayrıcalıklarla dünyaya gözlerini açmadıysa eğer, çalışmak zorundadırlar. Emek gücünü saatlik, günlük, haftalık ya da aylık olarak belirli bir para karşılığında satarlar. Ne ürettiğinden, nasıl ürettiğinden, kimin hesabına ürettiğinden; hangi ulustan, dinden ve cinsiyetten olduğundan bağımsız emek gücünü satmak zorunda olan herkes işçi sınıfının bir parçasıdır. Çünkü başka bir çıkar yoluna, hayatını idame ettirebileceği bir üretim aracına(bir makine, tarla ya da fabrika gibi) sahip değildir. Ücret yaşayabilmek için gerekli olan nesnelere ulaşmanın bir aracıdır. İşçiler, istisnaları bir kenara koyacak olursak, toplumun en kalabalık kesimidir ve ücretleri yalnızca temel geçim araçlarına ulaşmaya yeter. Ücretli bir çalışanın yat, jet, uzay ziyareti bileti gibi şeyler aldığı görülmüş şey değildir. Buraya kadar ele aldıklarımızdan anlaşılacak olan şudur: ücret işçiler ve emekçiler için bir hayatta kalma mücadelesinin ifadesidir. Peki ya işçi sınıfını kendi hesabına çalıştıranlar kimlerdir?

ÜCRET HERKESİN DERDİ Mİ?

Elindeki sermayeyle örneğin bir otomobil fabrikasına yatırım yapan kişiyi ele alalım. Fabrika ve bölümleri, makineler ve aletler, iletim ve dolaşım için gerekli araçlar alınmış olsun. Metal-plastik gibi hammaddeler alınsın, makineleri çalıştıracak gerekli enerji sağlansın. En nihayetinde tüm bunları harekete geçirecek, canlandıracak ve ortaya bir ürün çıkaracak bir unsura yani işçiye ihtiyaç var. Karnını doyurmak, başını bir çatının altına sokmak için didinen işçimiz de geldiğine göre artık ürün ortaya çıkabilir. Ne var ki sermaye sahibi tüm bu üretim sürecini hayır işlemek için değil başka bir amaç doğrultusunda planlıyor: kar elde etmek. Ürüne emeğini katarak onu gerçek kılan işçiler yarattığı değerin çok daha azını ücret olarak alacaktır. Çünkü sermaye sahibi, emeğin bir bölümüne karşılıksız olarak el koyacak ve sermayesini bunun üzerinden büyütecektir. Karmaşık görünen bir ifade olmasına aldanmayın. Günümüzden bir örnekle açıklayalım. En popüler binek araçlardan Egea Bursa TOFAŞ fabrikasında üretiliyor. Her 55 saniyede 1 otomobil banttan iniyor. 3 vardiyada 5504 işçi çalışıyor ve günde ortalama 1200 otomobil üretiliyor. TOFAŞ dünyanın Ferrari’den sonra en yüksek kar oranına sahip otomobil markası. 2022/23 yılları arasında 15,1 milyar TL net kar elde etti ve karını %121,4 oranında artırdı. Bu ülke ekonomisinde bu devasa kar nasıl elde edildi? İşte tüm gizem burada... Üretim sürecini kabaca yukarıda açıklamıştık. Otomobilin belirli bir fiyata satılabilmesi için hesap yapanlar tüm giderlerin üzerine bir kar payı koyuyor. Bu ürünün değerini ise satış anına kadarki harcanan bir dizi emek sürecinin sonucunda biriken toplumsal emek zaman belirliyor. Sonuçta nesneler kendiliğinden harekete geçmiyor öyle değil mi? Üretime dahil olan her şey daha önceki emek süreçlerinin bir ürünü. Dolayısıyla değeri emek, yani işçi yaratıyor. Sermaye sahibi, yani kapitalist işçiye yarattığı değerin çok küçük bir kısmını ücret olarak geri ödüyor. Yani ondan çalıyor. Geriye kalanı ise kar payı olarak alıp sermayesini büyütüyor. Buraya kadar anlatılanın özü şudur: TOFAŞ patronları işçilerin ürettiği 15,1 milyar TL ile ifade edilen değere karşılıksız olarak el koymuştur. İşçinin ürüne kattığı değere, emek gücünün bir bölümüne karşılıksız olarak el konursa işte sermaye sahibi o zaman kar edebilir. Sermaye sahibi en fazla ne kadar emek gücüne el koyabilir? Sonuçta işçinin ölmemesi, evine gittikten sonra yeniden gelip iş başı yapabilmesi lazım. Demek ki sermaye sahibi karını en yüksek orana çıkarabilmek için, ki rakipleriyle mücadele edebilmek için buna mecburdur,  ücret olarak işçiye en fazla bu kadarını vermeyi hedefler yani yalnızca temel geçim araçlarına ulaşabileceği kadar bir miktar. Bu hedefe ne kadar ulaşabileceği işçilerin karşı koyuşuna bağlıdır. İşte kapitalist düzenin gerçekliği budur! Hayatı üretenler ile onların sırtından akıl almaz zenginlikleri elinde toplayan bir avuç asalak arasındaki mücadele... Ve hayattaki her şey bu mücadeledeki güç ilişkilerine bağlıdır.

İŞÇİLER ÇALIŞSIN PATRONLAR KAZANSIN

Bu derginin ve günlük işçi basınının okurları kapitalist çalışma koşullarının ve sömürü ilişkilerinin yabancısı değil. Yukarıda açıkladığımız kapitalist sistemin özünde yatan çelişkiyi hemen herkes kendi yaşamlarındaki çeşitli örneklerde bulabilir. Verilere bakacak olursak işçilerin ve emekçilerin milli gelirden aldığı pay %26,5’e düşerken sermayenin aldığı pay %54,5’e yükseldi. Türkiye ise %4,5 oranında büyüdü! MTV’ye, ÖTV’ye ve KDV’ye peş peşe zamlar geldi. Şimdiye kadar değindiklerimizden şunu öğreniyoruz. Milyonlarca işçi ve emekçi düşük ücretlere mahkum edilerek bir avuç burjuvanın zenginlikleri kat be kat artırılıyor! Hem de bu durum kapitalist sistemin bir anormalliğinden değil açıklamaya çalıştığımız gibi özünden kaynaklanıyor.

Bu ekonomi politikaların sorumlusu kendisi de kapitalist sınıfın bir parçası ve şu an en ileri temsilcisi olan tek adam yönetimi, Erdoğan ve AKP iktidarıdır. Onlar tüm olanaklarıyla kendi sınıflarının çıkarını gözetiyorlar. Yeri geliyor “Bir mermi kaç para da siz patates soğan diyorsunuz?​” diye soruyor, yeri geliyor yer çekimsiz ortamda milyon dolarlık şov yapıyorlar. Yetmezse de hukuk falan dinlemeden saldırıya girişiyorlar. İşte bu politikalar şimdi de genç ve çocuk emeğini; parmaklarının kopması, etlerinin yanması ve iş başında ölüm pahasına sömürü koşullarının içerisine çekiyor. Bu yeni değil. Kapitalistler ilk peydah olduğu dönemlerde de gözlerini çocuk ve genç emeğine dikmişti, ülkemizde de daha önce çok yol denendi. Ancak şu an uygulanan politikalar çok daha ustaca bir biçimde burjuvaziye hizmet ediyor. Elindeki tüm propaganda aygıtlarıyla gizemli bir sır gibi kulaktan kulağa örgütlüyor politikasını. Öyle ki ilk duyan neredeyse büyüleniyor. “Genç yaşta iş sahibi olun. Elinize para geçsin kendi harçlığınızı kazanın. Okuyup da ne yapacaksınız?​” Oysa MESEM projesiyle, çıraklar ve stajyerler ile patronların kar oranları korunmak ve artırılmak isteniyor. Al diyor  koca devlet, sömür sömürebildiğin kadar hem de parasını ben onlardan alıp sana vereceğim, bir ceplerinden alıp ötekine koyacağız! Ne gösteri ama öyle değil mi? Hem iğneden ipliğe her şeyden vergi alınacak hem de eğitim, sağlık vb. hizmetler için dönmesi gereken bu vergilerle oluşan kaynaklar patronlara teşvik olarak aktarılacak!                                   

MESEM projesinin teşvikleri ücretlerden kesintiyle oluşturulan İşsizlik Fonundan karşılanıyor. Ne için? Düşük ücretlere, esnek ve güvencesiz koşullara gençlerin, çocukların hayatlarını hiç etmek ve bunun üzerinden daha fazla kar etmek... Unutmayın onlar için her çalışan yalnızca bir gider kalemi.

Tepe taklak duran bir anlayış daha var. “Ücretler artarsa, her şeye zam gelir ve enflasyon artar. Zam gelmese daha iyi.” Görüyoruz ki bu da düşük ücretlere razı gelinmesi için örgütlenen başka bir burjuva politika. Ücretlere zam gelse ve hiçbir ürüne zam gelmese belki kapitalistler işçilerin sırtından kazandığı birkaç milyardan vazgeçmek zorunda kalırlar. Hepsi bu! Ama bunu öyle bir anlatıyorlar ki sanki milli gelirden aslan payını işçiler alıyor, milyarlarca lirayı onlar cebine indiriyor...

Bir yazının dar sınırlarında işçi sınıfının yüzlerce yıllık mücadelesinin bir konusunu ele almaya çalıştık, şüphesiz eksiklerimiz olmuştur. Antep’ten Manisa’ya, Ankara’dan Kocaeli’ne; Almanya’dan İzlanda’ya, İngiltere’den İran’a... Ülkemizin ve dünyanın dört bir yanında insanca yaşayabilecek bir ücret için mücadeleyi büyüten, tüm engellere rağmen kararlılıkla birlik olan milyonlarca işçi var. Bu kavga yalnızca bir ücret kavgasını değil, ücreti dahi bir kavga konusu yapan bu sisteme karşı savaşın bir mevzisini oluşturuyor. İşçi sınıfının genç kuşaklarının kendisinden önceki ve bugünkü deneyimlerden yararlanarak büyüteceği bu kavga, insan olabilmenin kavgasıdır.

ÖNCEKİ HABER

FLO işçisi: Bizi insan yerine koymayanlara karşı birlik olalım

SONRAKİ HABER

8 Mart’a giderken

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa