Öğrencilerin bağımsız bir iktisat kongresi nasıl doğar?
TÜÖBİK, ülkemizde ayakları yere basan bir iktisat anlayışıyla ülkenin ilk öğrenci bağımsız iktisat kongresi olarak doğmuş diyebiliriz.
Fotoğraf: Evrensel
Batuhan ENGİNER
İTÜ Ekonomi Bölümü
2003 yılında ilk kez gerçekleşen TÜÖBİK’in (Türkiye Üniversite Öğrencileri Bağımsız İktisat Kongresi) organizatörlerinden, bugün Doç. Dr., Hasan Cömert’in ifadeleriyle kongrenin ilk yılındaki saik şuydu: “2001 krizi sonrası hayatın merkezine oturan iktisat tartışmalarına öğrenciler olarak cevap üretmek ihtiyacıyla ilk TÜOBİK’i Ankara’daki üniversite öğrencileri birlikte gerçekleştirdi.” Bu anlamıyla TÜÖBİK, ülkemizde ayakları yere basan bir iktisat anlayışıyla ülkenin ilk öğrenci kongresi olarak doğmuş diyebiliriz.
Kuşkusuz TÜÖBİK; kongreye ilhamını veren Paris’teki meşhur iktisat deklarasyonuyla olan ilişkisi, onu örgütleyen öğrencilerin işlettiği format ve kongrenin bağımsız-amatör doğası gereği; geleneksel akademinin sınırlarından taşan bir özgürlük alanına, iktisatta çok seslilik savunusuna ve bugün sıklıkla eksik bırakılan iktisadın diğer sosyal bilimlerle iş birliğine destek olan nitelikleriyle tanınabileceği gibi, bana kalırsa bugünkü asıl önemini ülkemizin güncel iktisadi gerçeklerine değinmekten kaçan genel tablonun üzerine bir çizik atmasıyla kazanıyor. Nitekim, burnumuzun ucundakini görmediğimiz için değil, oraya bakmamamız tembih edildiği için gözden kaçırdığımız, en büyük ampirik verilere taş çıkartacak Türkiye’nin enflasyonist gerçeği ve radikal ihracat, faiz ve döviz politikaları; iktisat bilimini güncel hayatla bağını koparmadan öğrenebileceğimiz yegâne alanı bize açma potansiyeline sahip. Kongre bu anlamıyla iktisatçılar için faydalı olduğu kadar, diğer sosyal bilim alanlarındaki öğrenciler için de karşılaşılması kaçınılmaz olan iktisat bilimiyle sağlıklı bir tanışma olanağı sunuyor.
İKTİSATÇILAR VE İKTİSATÇI OLMAYANLAR NEREDE ORTAKLAŞIR?
Neticede, mesleğini icra eden bir iktisatçı için gerçeklikten ve hayatın siyasal bağlantılarından uzaklaşarak herhangi bir makale yazmak dahi söz konusu olamaz. Hatta, bir iktisatçı aynı zamanda, her zaman, bir “policy-maker”dır da. Aslında sebebi ortada, bir pozitif bilim gibi yaklaşılamayacak, aksine, insanların en gündelik, yaşamsal, ticari kaygılarına ve devletin ekonomik politika belirleme ihtiyacına cevap verenler iktisatçılardan başkası değildir. Söz gelimi, konu asgari ücretin belirlenmesi olsun; önümüzdeki senenin asgari ücreti belirlenirken, muhtemelen, yine son belirlenme sürecinde olduğu gibi yoksulluk sınırının yarısından bile az olan bu ücreti karşılayamayacağını iddia eden on binlerce KOBİ ile mevcut maaşı açlık sınırına yaklaşmış, yaşamını idame ettirmeye çalışan milyonların sofrası arasında politik bir tercih, bir diğer ifadeyle devlet zoruyla da olsa kimsenin memnun olmayacağı kısa süreli bir uzlaşıya varılmıştır.
Yani (iktisadın amacının en “optimal” olanı değil, milyonlarca ekonomik aktörün üretim ve tüketim kavgasında bir taraf tutmak olduğunu hatırlayarak) asgari ücretin belirlenmesi bile, iktisat öğrencilerinin, hatta tüm sosyal bilimcilerin tartışması gereken bir sorundur. Bugün her öğrencinin ve hocanın arzulayacağı akademik özgürlüklerin bir koşulu ana akım teorilere itiraz edilebilmesi olduğu gibi, bu yeterli değildir; hem eğitimin temel amacının yerine getirilebilmesinin sağlanması hem de akademinin gerçeklikten yalıtık ve memlekete, insana fayda sağlamayan, atıl ve gerçek dışı bir şekilde kabuk bağlamaması için “politik” oldukları inkâr edilmeden, günlük hayata ilişkin tartışmaların da sürdürülebilmesi gerekir. Aksi, fizik biliminden örnek verecek olursak, teorik araştırmaların deneysel karşılıklar bulmadığı; Newton fiziğinin sınırlarının aşılmasının bugün kullandığımız elektronik cihazların üretimiyle sonuçlanmadığı, hiçbir bilim insanın böylesine “pratik” kaygıları olmadığı bir bilim üretimi düşünülebilir mi?
TÜOBİK’E “İHTİYAÇ VAR”
Akademik “elitistler” ve iktisadın bir sosyal bilim olduğunu unutan kesimler, onların “ortodoks” ve ana akım görüşlerini paylaşmayanları varsın suçlayadursunlar. Nitekim gerçek bir bilimsizlik; bilimin matematik, varsayım ve indirgeme gibi yöntem ve araçlarını “amaçlaştırmaktan” başka bir şey değildir. Bu anlamıyla, iktisadın (şu anda neredeyse kopmuş olan) yaşamla ve diğer sosyal bilimlerle bağlantılarını gören ve TÜÖBİK’te veya bilimin herhangi bir alanında hareket edenler, tıpkı dünya ve güneş sistemi hakkında görüşleri sebebiyle engizisyonca yargılanan Galilei ve Bruno gibi bilim savunucularıdır. Bahsi geçen elitist tutumlar, bilimi ancak entelektüel bir eğlence düzeyinde kavrayanlara mahsustur.
İşte tam da bu sebeplerden Türkiye Üniversite Öğrencileri Bağımsız İktisat Kongresi, ilk bakışta göründüğünden çok daha büyük bir öneme sahip. Kongreye katılacak her öğrencinin buradaki yalnızca “bilgi”yi değil, fakat asıl, yöntemi ve anlayışı kendi okuluna taşıması dileğiyle yazımı Çınla Akdere’nin çevirisi ile yayımlanan “Hepsi Aynı Şeyi Söyleyecekse Bu Kadar Çok İktisatçıya Ne Gerek Var? (Çoksesli Bir İktisat İçin Bir Manifesto)”nun önsözünden bir alıntı ile noktalıyorum: “Modelleri oluşturan bağımlı ya da bağımsız değişkenlerin seçimini iktisatçılar kendileri yapmaktadır. Her modelde, değişimini ölçmek istedikleri değişkenin davranışını etkileyen pek çok başka etmen vardır. […] Burada yolunu kaybetmemesi için, matematik donanımlı iktisatçının, matematik dışı araçlara gereksinimi ortaya çıkar.”