“Kuvvetli Bir Alkış”ı kim hak ediyor?
Dizide anlatılanların günümüz insanının çelişkilerine ayna tuttuğu bir gerçek ancak bundan ibaret değil. Kendi edilgenliğine, değişimin imkansızlığı fikrine kapılmayanlar da var.
Dağlar Eren TEKŞEN
Boğaziçi Üniversitesi
Son zamanların izlence dünyasına damgasını vuran işlerden bir tanesi de Berkun Oya’nın yazıp yönettiği “Kuvvetli Bir Alkış” dizisi oldu. Berkun Oya’yı “Bir Başkadır” ve “Cici” gibi işlerinden bildiğimiz üzere birçok insan hâlini ve toplumsal dinamiği tüm yalınlığı ve çarpıcılığıyla beyaz perdeye aktaran bir yönetmen. İşlediği içerik ve bunu işleyiş biçiminin dünya sinemasındaki birçok örnekle benzeştiğini ve postmodernist bir perspektifle örtüştüğünü söylemek yanlış olmaz. Fakat Türkiye sinamesı için diğer işlerden ayrışan kendine has bir üslubu da yarattığı su götürmez bir gerçek.
Bu yazı da Kuvvetli Bir Alkış yapımının tartışmaya açtığı konular ve bana çağrıştırdıkları üzerinden bir çeşit bilinç akışı şeklinde ilerleyecek. Dizinin işlediği konularla sınırlı kalmak yerine bu konular vasıtasıyla farklı yerlere sıçrıyor olacağım.
KAPANA KISILMIŞLIKLARDAN MI İBARET HAYAT?
Yapımdaki diyaloglar gerçekten insana kal getirecek cinsten. Anlatılanların, konuşulanların günümüz insanının çelişkilerine, buhranlarına, kapana kısılmışlıklarına bir ayna tuttuğu bir gerçek ancak belli eksiklerinin de olduğunu söylemek mümkün. Mesela Metin ve Kudret’in ilk bölümde anne karnındayken birbiriyle kurdukları diyalog bu mini dizide neyin irdeleneceğini baştan haber veriyor. Daha anne karnından kendini mücadeleye, davaya adamış Kudret’in karşısında kendi yolunu bulmaya çalışan, kendini bir yere ait hissedemeyen Metin’i görüyoruz. Kudret Metin’e sen de bul bir olay; din, mücadele, hukuk, sanat sepet gibi bir şeyler diyor. Hiç doğma diyor eğer yoksa bir olayın. Dizinin sonunda Kudret “davayı” tamamen unutmuş bir şekilde karşılıyor bizi ve “ne davaya adanmış hayatlar vardı, büyük büyük konuşurlardı, sonrasında neye inandığını bile unuttular” mesajları veriliyor. Anne karnından verilen diyalogda da geçtiği gibi nihilist ve bitmek bilmeyen bir kendini arayış; birbirine omuz verenin, mücadele edenin karikatürleştirildiği, üstten ve yargılayıcı bir “nasıl gidiyorsunuz bir davanın peşinden, çok saygım var size”ler, alttan alta ben de sizin gibi sorgulamamak, sürüye katılmak, ızdırabımı sonlandırmak isterdim deniyor aslında.
Bu bakış açısına da kendi dizisinin içinde kısmen de bir cevap veriyor. Hem Kudret “geç bakalım dalganı, sen de kendini çok önemseyen dallama şahsiyetlerden mi olacaksın, ol bakalım” diyerek cevap veriyor. Hem de Ahu ile olan diyalogda Ahu’nun Metin’in yargılayıcı tutumunu, herkesin arayışta olduğu, yalnızlığını gidermek, içindeki boşluğu doldurmak için çabaladığını yüzüne yüzüne çarpıyor adeta. Kendi bataklandığında debelenmek yerine eğlenmeye, zaman geçirmeye çalışıyoruz ne var bunda diye kendi yaşam biçimini bir anlamda üstün gören Metin’e muhalefet ediyor.
Metin karakterinin doğuştan hatta anne karnından başlayarak sahip olduğu bu hayatın anlamsızlığına ve amaçsızlığına ikna olmuşluğunun tüm yaşamı boyunca nerdeyse değişmeyen şekilde devam ettiğine tanık oluyoruz. Deneyimlediği hiçbir şeyin pozisyonunu değiştirmediği, bireysel alana imtinayla tutunduğu şekliyle benmerkezci bir dünya görüşü var oluyor. Karşısına koyulansa olumsuzluklardan kendini yalıtmış, hayatın akışına kapılıp giden bir bakış açısı. Metin’in hoş olmayan şeyleri tartışması Ahu tarafından “bayıklık” olarak kaşılanıyor örneğin.
KENDİNİ HAYATIN EDİLGENLİĞİNE İNANDIRMAYANLAR
Zaten yeterince bozuk değilmişçesine giderek daha da bozulan neoliberal düzenin içinde var olma mücadelesi veren bireyin üstüne binen yük her geçen gün artıyor. Psikolojinin birey odaklı bakış açısıysa, bireyi güçlendirip özgürleştireceği yerde onu hayatında giden her şeyden sorumlu hâle getirmiş durumda. Yaşamlarımızdaki anlam boşluğu her geçen gün büyürken, ana akım psikoloji bize düşük maliyetli yara bantları satmaya devam ediyor, içinde bulunduğumuz maddi koşulların değiştiremediğimiz takdirde bakış açımızı değiştirmemez salık veriliyor. Böylelikle sistem kendini yeniden üretmeye devam ederken biz de olumsuzluklardan kaçarak anlık ruh hallerimizi toparlamak için yoğun çaba harcar halde buluyoruz kendimizi.
Kendi nihilist, karamsar bataklığında debelenen veya zamanını günlük eğlencelerle geçiren, olumsuz düşüncelerden kaçan, kendi yaşamını içinde bulunduğu toplumun değişimi açısından edilgen bir konumda gören eğilimler günümüzde kesinlikle epey yaygın. Bu eğilimler sanata yansıtılmayı da üzerine düşünülmeyi de hak ediyor. Ancak bugünlerin baskı ve yıldırma politikalarına, dönemin ideolojik savrulma ve karmaşıklığına rağmen yaşadığı zamanın özgül koşullarının bilincinde ve bu koşullara karşılık düşen bir mücadele örmeye çalışan azımsanamayacak bir kesim var. Bu insanlar slogancı, sekter veya romantik solcu sterotiplerine sığmayan, ne hayat karşısında yılgınlaşan ne de kendi hayatının edilgenliğine, değişimin imkansızlığına kendini inandırmış insanlar. Kendi hayat deneyimlerinden kaynak alan bir itkiyle tutarlı bir dünya görüşünü benimsemiş insanlar. Belki bu mini dizinin tartıştıklarına bu insanların varlığı ışığında bakmak daha faydalı olacaktır.