Emek Gençliği 10. Konferansı'na gidiyor
"Gençliğin mücadele okulu olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız. İktidar ve sermaye sınıfları gençlik üzerine yaptığı planları yenileyedursun, bizim de kendi planlarımız var..."
Fotoğraf: Onur Kavak/Evrensel
Ece AKIN
Genç Hayat Yayın Kurulu Üyesi
Emek Gençliği iki senenin ardından bu sene “Emperyalizme ve Sömürüye karşı Geleceği Birlikte Kazanmaya!” sloganıyla 10. Konferansına gidiyor. Emek Gençliği Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Ender Şiar Argın ile Konferans süreci ve hazırlıkları, Emek Gençliği’nin bu süreç içerisindeki çalışmaları ve politik platformu üzerine konuştuk.
Konferansınız gerçekleştiği dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz, Türkiye gençliği hangi koşullarda konferans çağrınızı karşılayacak?
Çok parlak koşullarda karşılamayacak, onu söyleyelim. Politik örgütlenmelerde bir alışkanlıktır, “kötü durumdayız” derken zorlanmak, “aslında o kadar kötü durumda değiliz” diye toparlamak. Biz vaziyetimizin mümkün mertebe farkında olarak bir çağrı yapıyoruz.
Konferans platformumuzda bu durumu artan çelişkiler, krizler ve savaşlar dünyası diye ifade etmiştik. Türkiye ve dünya gençliğinin etrafı, dört bir taraftan pazar ve hammadde arayışının emperyalist savaşlarıyla; Ukrayna’dan, Filistin’e, Suriye ve Ortadoğu’dan Doğu Akdeniz ve Körfez’e askeri operasyonlar, soykırım gibi felaketlerle kuşatılmış durumda.
Ekonomik istikrarsızlıklarla dünya genelinde bir kapitalist kriz içine sürüklendiğimiz bir tablo var karşımızda. Gelir eşitsizliğindeki devasa uçurumlar, yoksulluk ve işsizlik oranlarının hemen hemen her ülkede rekor kırması; depresyon ve ruhsal sorunların herkes için olağan motifler hâline geldiği bir dünya. Silah tekelleri ve savaş tüccarlarıyla emperyalist devletler ve iş birlikçileri dışında kimseye faydası olmayan bir dünya gidişatı bu.
Türkiye için de durum çok farklı değil. Eğitime ayırdığı bütçenin 4 katını silah sanayisine ayıran bir iktidardan bahsediyoruz. Enflasyon politikaları, bütçe düzenlemeleri, 12. Kalkınma Planı ve Orta Vadeli Program gibi sermaye planlarıyla emekçi sınıfların ve onların genç kuşaklarının canını, bedenini, maliyet hesabıyla yönetmeyi hesaplayan bir iktidar anlayışı bu. Her birimizin eğitim ve çalışma koşullarının koca bir sömürü cehennemine dönüştüğü, bütün toplumsal yaşamın tekellerin çıkarına göre dizayn edildiği bir ülke inşa ediliyor.
Karanlık bir tablodan bahsediyor olmak, kötümser olmamızı gerektirmiyor tabii. Halk ayaklanmaları, protestolar, savaş karşıtı gösteri örnekleriyle itirazların yaygınlaştığını da görüyoruz. Bu tepkileri soğurmanın da yollarını arıyor dünya kapitalizmi. Yükselen aşırı sağ, toplumun sağcılaşmasına hizmet eden politik ortam ve söylemler… Özellikle genç kuşakların zihinlerini hedefi şaşırtılmış siyasal reaksiyonlarla işgal eden bir siyasi mühendislik de örgütleniyor. Eşitlik, adalet, demokrasi gibi en temel evrensel taleplerin akıl dışı ilan edildiği bir siyasal kuşatma. Savaş örgütü NATO’nun gönüllülük esaslı bir güvenlik kurumu, birkaç yıl önce kötülüğünden kimsenin kuşku duymadığı İsrail’in Orta Doğu’daki en seküler ülke olarak takdim edildiği; Bolsonaro, Meloni ve Putin gibi despot liderlerin güçlü liderler olarak parlatıldığı bir politik ve ideolojik hegemonya… Neoliberalizmin krizi, krizi görünmez kılma çabasındaki siyasi gericilikleri de yaygınlaştırarak büyüyor.
Türkiye gençliğine düşen kısımları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Toplamda örgütsüz, sendikasız, itirazsız ve siyasetsiz kılınmış; birlikte hareket etme, dayanışma zeminleri ve duyguları yok edilmiş bir toplum hayalinin hayata geçirilmeye çalışıldığı dünyanın, Türkiye sahnesindeyiz. Aşağı yukarı böyle bir tablo çizilebilir sanırım.
Üniversiteli ve liseli gençlik; barınmadan beslenmeye, tacizden niteliksiz eğitime kadar binbir türlü zorlukla karşılaşıyor. Sizce bütün bu sorunların ortak bir gerekçesi mi var, ve en önemlisi, bu sorunlar giderilebilirler mi?
Elbette giderilebilirler. Dünya tarihinde kendi şansını beraberinde taşımamış tek bir an yoktur çünkü.
Türkiye, dünyadaki kriz ve savaş atmosferinin en karanlık yansıdığı ülkelerden biri. Türkiye kapitalizmi ise acımasız pazar kavgaları ve rekabet ortamından, kendi yolunu düzleyerek, dikensiz bir gül bahçesiyle çıkmak istiyor. Toplumu örgütsüz, işçileri sendikasız, üniversiteleri öğrencisiz; gençlerin, kadınların itiraz etme mekanizmaları ellerinden alınmış bir ülke istiyor. İktidar, ancak böyle bir ülkenin küresel kapitalizminin bir geçiş ülkesi, pandemi sonrası yeniden şekillenen tedarik zincirlerinin merkezi ve bir sömürü cehennemi olabileceğini biliyor. Tek adam yönetimi de devlet aygıtının yeniden yapılandırılması da siyaset sahnesinin yeniden dizayn edilmesi de bu büyük hayal için. AKP ve tek adam yönetimi, Türkiye sermayesinin hayalindeki bu ülkeyi mümkün kılan, tepeden tırnağa neoliberal bir programı hayata geçiren siyasal ayağını temsil ediyor bu büyük planın.
Bu hayalleri süsleyen ülke için, gençlik de etkisiz, hareketsiz kılınmalı hâliyle. Gençliğin kendi geleceğinden, hayallerinden umudu kestiği bir ülke; sadece nefes alıp vermeye, hayatta kalmaya kodlanmış bir ülke olur. Ama hem gençlik hem emekçi sınıflar bu geçişin kolay olmayacağını gösteriyor her fırsatta. KYK eylemleri bunun iyi bir örneği. Aydın’da polisin, devletin bütün zorlamalarına rağmen kent meydanını doldurmaktan, Zeren’in hesabını sorma iradesinden geri durmadı arkadaşları. Boğaziçi öğrencilerinin tepeden inme fakülte kararına kitlesel tepkileri, İÜ’de AKP’nin duvarsız üniversite palavrasına karşı sürdürülen mücadele, ODTÜ öğrencilerinin 6 Şubat’ın yıldönümünde depremlerin siyasi sorumlularını unutturmamaya dönük eylemleri vb., bunlar yakın örnekler. Türkiye gençliğinin “Biz bu karanlığın suç ortağı olmayacağız” dediği irili ufaklı pek çok eylemden bahsedebiliriz. Zayıflık; bu hareketliliğin, birleşik ve merkezi taleplerle boy gösteren, iktidar takımını hizaya sokan bir gençlik mücadelesi düzeyinde örgütlenememesinde, henüz. Bu halkayı yakaladığımızda gençliğin yaşam koşullarını korumaya yönelik mücadele reflekslerini, gündelik yaşamının köklü bir eleştirisi düzeyine yükseltebildiği koşullarda başka şeyleri konuşuyor olacağız. Girişte bahsettiğimiz şansı, olanağı bir gerçeklik hâline getirmiş olacağız.
Bahsettiğiniz tabloda, Emek Gençliği’nin konferansında merkezine aldığı/alacağı tartışmalar ve taleplerin hangi somut olanaklara işaret ettiğini söyleyebiliriz?
Demokratik üniversite talebi, barınma sorununa karşı insanca yaşam itirazları, genç kadınların güvenli yaşam alanları için yükselttiği mücadele, genç işçilerin sendikal bürokrasiyi korkutan cesur eylemleri vb. pek çok ortak talep, mücadelenin kaldıracı olan pek çok sorun, konferansımızın gündemi olacak. Ancak en genel düzeyde örgütlü mücadele sorunu bir süredir başat gündemimiz. Gençlik kesimleri içerisinde mücadele deneyimlerine rağmen örgütlü mücadelenin alternatifini bulma arayışının hâlâ yaygın eğilim olduğunu söylemek mümkün.
Bir alternatif arayışı, kendi “kaderini” üstlenme kaygısı ağır basıyor. Aslında bunda bir sorun yok. Kendi yaşamının sorumluluğunu alma çabasının yalnız başına verilecek bir kavgadan fazlası olduğunu iddia ediyoruz biz sadece. Geleceği kazanma isteği kimi politik motifleri de üstlenerek daha güçlü bir arzuyu ifade etmeli diyoruz. Geleceğini kazanmak isteyen, bir adım öne çıkmalı, geleceğimizi esir alanlarla hesaplaşmalı diyoruz.
Bir önceki konferansımızdan beri gençlik kitlelerinin mücadele deneyimsizliğinin, örgütsüzlüğün getirdiği umutsuzluğu aşma çabasına, arayışına şahidiz. İki yıldır kulüpler, topluluklar, temsilcilikler ve semtlerde kurulan atölye vb. örgütlenmelerin daha fazla kullanıldığı, acil sorunlar etrafında bir araya gelme deneyiminin büyüdüğü bir süreçten geçtik.
Konferansımız aslında bu merkezsiz, dağınık deneyimlerin kendi pratiğinden öğrenerek daha büyük hedefleri kendine yüklemesinin imkânlarını arıyor. Örneğin KYK yurtlarında kurulan yurt temsilcilikleri, yasak ve sansürle boğuşan üniversite toplulukları, temsilcilik mekanizmaları, sendikalar, mahalle örgütlenmeleri vb. gibi yan yana geldiğimiz dayanışma mekanizmalarının bu sorunların kaynaklarını hedef alacak, onunla hesaplaşacak iradeyi kazanması sorunudur konferansımızın temel sorunu.
Peki Emek Gençliği’nin 10. Konferansı’nda ne olacak tam olarak? Kimler için ve ne ifade ediyor? Kısaca Emek Gençliği gençlere ne vaat ediyor, neyin karşısında ve neyin yanında bulunuyor?
Konferans sürecinin ilk aşaması kendi örgütsel muhasebesinin gerçekleşmesi ve demokratik esaslara dayalı örgüt formunu güçlendirmesi üzerine. Bütün organlarının ve iki konferans arasında sürdürülen çalışmanın hem değerlendirilmesini, açık bir özeleştirel/eleştirel süzgeci, hem de bir yenilenmeyi ve hedefleri içeriyor bu muhasebe. İkinci ayaksa gençlik kesimlerine yaptığımız birleşme çağrısını büyütmek üzerine. Türkiye gençliğine “Emek Gençliği yeni döneme güçlenerek hazırlanıyor, bunun parçası olun” diyoruz aslında. Bütün enerjisi ve motivasyonlarıyla Türkiye gençliğini her düzeyde örgütlülüğünü yükseltmeye çağırıyor 10. Konferansımız.
Çünkü en genel düzeyde “Ne yapmalı?” sorusu karşısında örgütlü mücadele cevabı bir çırpıda seçeneklerden çıkarılıyor. Aslında bireysel yaşamın bir anlam kazanmasından başka bir şey olmayan örgütlülük, bireysel yaşam için zorluklar çıkaran, altından kalkılamayacak bir yük, yerine getirilemeyecek bir külfet, kısıtlayıcı bir engel olarak tarif ediliyor gençlik içerisinde. Ancak kendi yaşamının sorumluluğunu alamayan, geleceğini kurtarma iradesinden yoksun güçsüzlük ve çaresizliğin gelecek hayallerine bin kat fazla zarar verdiği hesaba katılmıyor. Gelecek tartışması kişisel bir denkleme indirgenemez. Kendi kararlarının sonuçlarını yalnız başına karşılamaktan fazlası da gündemdedir; kendi geleceğinin sorumluluğunu üstlenme iradesini gösterenler vardır. Çok daha sahici bir yaşamın peşinde enerjisini harcamaktan çekinmeyen ve geleceğini kendi ellerine alanlar da vardır. Böyle bir yaşam, yaygın kanının aksine epey özgürleştiricidir. Konferansımız Türkiye gençliğine hayallerini, özlemlerini ve özgürleşme yolculuğunu hatırlatmak gibi güçlü bir iddiayı da taşıyor.
Peki Emek Gençliği yerel seçimler hakkında ne düşünüyor? Hazırlıklarınız neler? Yerel seçimlerin geçtiğimiz seçimlerden farklı olarak gençler için karşılığının ne olacağını düşünüyorsunuz?
Gençliğin yaşam koşulları, iktidar başta olmak üzere, bütün düzen partileri tarafından yalnızca seçimden seçime hatırlanmanın ve geçiştirilmenin ötesine geçmiyor. Egemen siyaset uzun zamandır böyle işliyor. Dolayısıyla ne tek adam yönetiminin ne de düzen muhalefetinin gençliğe kendiliğinden vereceği pek de bir şey olmadığını düşünüyoruz. Bakmayın boy boy billboardlarla süslenen gençlik vaatlerine, seçim bildirgelerine… Her birinin yönettiği belediyeleri biliyoruz. Hangi mekanizmayı göstermelik değil, gerçekten gençlerin söz hakkı için açmışlar?
31 Mart’ı da bu çerçevede değerlendiriyoruz ve kazananın değil mücadelemizin belirleyici olduğunu düşünüyoruz. Kimsenin oturduğu yerden bir şey kazanamayacağı açık. Bu seçimlerden kazanarak çıkmamızın yolu oy verdiğimiz adayın kazanmasından değil; talep etmekten, birliklerimizi büyütmekten, bizi, seçimden sonra unutulmayacak bir özne hâline getirmekten geçiyor.
Bu nedenle 31 Mart’ta öncelikle gençliğe saldırıların esas sorumlusu tek adam yönetiminin yenilgiyle çıkmasını esas alacağız. Bunun yanında seçime girdikleri her yerde seçimlerden halkın daha örgütlü çıkmasını esas alanları, siyaseti sandığa sabitlemeyenleri destekleyeceğiz. Birlikte karar alma ve yönetme iddiası ve programını dile getirenleri; Emek Partisi’nin sosyalist, işçi, öğrenci adaylarını destekleyeceğiz. Bizim de pek çok üyemiz Emek Partisi listelerinden böyle bir yerel yönetim anlayışının temsilcileri olarak pusulada yerlerini alacaklar.
Tek adam rejiminin bahsettiğiniz gençlik politikalarına en çarpıcı örneği olarak MESEM’ler akla geliyor. Bu projeyle birlikte artan iş kazaları ve cinayetleriyle birlikte eğitim hakkının açıkça gaspına şahit oluyoruz. Emek Gençliği MESEM’ler için ne diyor? Konferans süresince MESEM’ler özelinde yürüttüğünüz bir çalışmanız var mı?
Türkiye kapitalizminin gençliğe sunduğu gelecek planının çok açık bir örneği MESEM fenomeni. Devlet denen düzen ve sermaye aygıtının, yaşları 14-15’ten başlamak üzere yüz binlerce çocuğu, toplamda 1,5 milyon genci patronlara etiyle, kemiğiyle satmasının adıdır MESEM. Aslında satmak da olmuyor. Asgari ücretin üçte biriyle, ikisi arasında değişen ücretleri devlet ödüyor; dönüp de bir daha bakmıyor, kim ne yapıyor, nasıl bir eğitim alıyor diye. Gerisi hepimizin malumu.
Emek Gençliği’nin son konferans kararlarından biriydi MESEM projesini gündeme alarak bir mücadele cephesi açmak. Yayınlarımız, dergimiz Genç Hayat ve gazetemiz Evrensel’le kamuoyunun dikkatini, bu çağdışı projede toplamayı becerebildik bir ölçüde. Şimdi sendikalar, kurumlar bu rezalete dikkat kesildi, takip ediyorlar. İktidar da geri basıyor, MESEM kayıtlarını durdurdular. Denetimleri sıklaştırdılar. Belki de organize sanayi bölgelerinde ve Türkiye kapitalizminin birikim modelindeki vasıfsız iş gücü ihtiyacı da sınırlara dayandı, orasını bilemiyoruz. Çünkü bu uygulama bir mesleki eğitim projesi değil istihdam politikası.
Şimdi sorumluluklarımız büyüdü, kimi organize sanayi bölgelerinde MESEM’li öğrenciler mücadeleye atıldı, gerçekliğin farkına varmaya başladı. Yolun çok başında olsak da bir mücadele hattı açmayı başarabildik aslında. MESEM programının derhal iptal edilmesi ve yerine eşit, güvenceli, nitelikli bir mesleki eğitimin organize edilmesi taleplerini yükseltmek konferansımızın hedeflerinden biri olacak.
Mevcut iktidarın diline pelesenk olmuş birkaç laf var. Büyüme, bağımsızlık vb… Tüm bu yerlilik-millilik tartışmalarına ne diyorsunuz? Türkiye büyüyorsa gençliğin yaşamı nasıl daha kötüye gidiyor?
Türkiye uzun süredir büyüme odaklı bir ekonomi modeli izliyor. Ancak nasıl bir büyüme olduğu bizce önemli bir sorun. Nazi Almanya’sının büyümediğini iddia edebilir mi kimse? Ukrayna’daki savaşa karşı çıkan muhalif öğrencileri apar topar hapse yollayan Putin Rusya’sının büyümesine ne diyeceğiz? Elektronik kelepçeler, izleme aygıtları vb. toplum üzerinde muazzam bir dijital gözetleme sistemi inşa eden Çin’in büyümediğini söylemek mümkün mü? 70 yıl önce küçük bir ülke olan İsrail’in işgal, katliam ve artık soykırıma dayanan büyüme yolculuğuna şahit olmayan var mı?
İşte MESEM’ler de böyle bir örnek. Türkiye büyüyor ama “kıra döke” büyüyor. Yerli ve milliyiz diye övünün iktidar, kendi çocuklarını ağır metal fabrikalarında ölüme sürüyor. Aynı yerli ve millilik, devlet, Zeren gibi kardeşlerimizi ölüme göndermeye tercih ediyor. Aynı yerli ve millilik Kanadalı bir maden tekeline devrettiği altın çıkarma faaliyetinin neden olduğu katliama, 9 madencisin siyanürlü toprağın altından bir aydır çıkarılamamasına sesini çıkaramıyor, bir tane şirket yetkilisini yargılayamıyor. Aynı büyüyen Türkiye, yaşlılarına huzurlu bir emeklilik bile vaat edemiyor, 70 yaşında çalışırken iş cinayetine kurban giden emekli haberlerinin önünü kesemiyor. Çünkü bu büyümenin kime yaradığını biliyoruz: İnşaat tekelleri, bankacılık sektörü, tekstil patronları, her biri kâr rekorları açıklama yarışına giriyor. Tekstil işçilerinin, inşaat işçilerinin, finans sektöründe çalışan yeni üniversite mezunlarının ücretlerine bakalım bir de. Sermayenin milli zenginlikten aldığı pay son 7 yılda %50’ye dayanarak ülke tarihinin en büyük uçurumunu yarattı. Emekçilerin aldığı pay ise %32’den %23’lere düştü. Alın size büyüyen Türkiye. Bu büyümenin bizden yana olmadığı kesin.
Peki, yerli-milli üretim Türkiye’nin bağımsızlığı açısından önemsiz mi yani?
Kuşkusuz önemsiz değil. Ancak bu söylemler bir politik enstrümandan fazlası değil. Örneğin yerli ve milli olmakla övünülen ülkenin maden sahalarının neredeyse tamamı Kanadalı, ABD’li maden tekellerine parsellenmiş. Gölleri HES’lerle, nükleer santrallerle, barajlarla kurutulmuş; enerji tekellerince nefessiz bırakılmış. Emperyalistlere satılmamış doğal zenginlik kalmamış. Özel sektöre, yabancı iştiraklerine üçe beşe bakmadan satılmayan kamu işletmesi bırakılmamış.
AKP’nin yaptığı özelleştirmelerin yanına yaklaşabilen iktidar yok ülke tarihinde. İsrail’e yapılan meyve, sebze, demir-çelik ihracatına bakalım, Filistin kırıma uğratılırken nasıl büyümüş. MÜSİAD patronlarına, İsrail’in suçlarına tek bir ticari yaptırım uygulayamayan üyelerine bakalım. Arada sırada iç siyaset malzemesi olarak sahnelenen ABD karşıtı söylemlere bakalım. Bir de ABD’ye gittikçe daha fazla göbekten bağlanan ithalat, ticaret, bağımlılık ilişkilerine. İncirlik’ten Kürecik’e, ABD askerlerine açılan askeri üslere bakalım. Şimdi bütün bunları unutup bir tane toplama araba yapınca, silah endüstrisinde NATO icazetiyle çevre ülkelere ticaret yapınca bağımsız, yerli-milli bir ülke olmuş olmuyorsunuz.
Bağımsızlık, küresel kapitalizm koşullarında mümkün değil. Yani uluslararası kapitalizme eklemlenmiş yerli iş birlikçilerin harcı olabilecek bir şey değil bağımsızlık. Bağımsızlıktan bahsedecekseniz antiemperyalizmden, antikapitalizmden bahsedeceksiniz.
Konferansınızın sloganı, “Emperyalizme ve sömürüye karşı geleceği birlikte kazanmaya.” Bu sloganla birlikte gençleri tam olarak nasıl bir tutum almaya çağırıyorsunuz? Emperyalizme karşı nasıl bir pozisyon almasını istiyorsunuz gençliğin?
Konferans sloganımız yukarıda biraz bahsettiğimiz, zorunlu karşıtlığın, bir tür mecburi istikametin de ifadesi. Geleceğimizi kazanma mücadelesi birincisi bu sömürü ve cinayet düzenine, ikincisi bu düzenin bağlandığı uluslararası kapitalist-emperyalist barbarlığa karşı pozisyon almaktan, karşısında saf tutmaktan geçiyor. Savaşın, soykırımının, militarizmin ve göçmen düşmanlığının karşısında, emperyalist barbarlığın bütün siyasi gericiliklerle kol kola yürüdüğü, demokratik, eşit ve özgür ülke hayallerimizin üzerine saldırdığı koşullarda doğru pozisyonu alma çağrısı. Dünya gençliğinde yükselen savaş karşıtı mücadeleye; neoliberalizm ve ekolojik yıkım karşıtı, enternasyonal dayanışmaya bağlanma çağrısı.
Bütün yaşamımızın, temel ihtiyaçlarımızın piyasalaştığı, uluslararası kapitalizmin egemenliğinin bütün toplumsal alanda tezahür ettiği koşullarda, Türkiye gençliğinin akademik, demokratik, ekonomik taleplerinin mutlaka birleşmesi gereken bir hat, antiemperyalizm. Konferans sloganımız aynı zamanda bu toprakların güçlü antiemperyalist mücadele geleneğinden, ’68 önderlerinin açtığı yoldan yürümeye çağırıyor Türkiye gençliğini.
Emek Gençliği sosyalist bir gençlik örgütü müdür?
Evet. Emek Gençliği sosyalist bir gençlik örgütüdür. Hatta bunun da ötesinde örgütsel bağımsızlığını esas almakla birlikte, Türkiye’de işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi için çalışan Emek Partisi’nin, yani işçi sınıfının devrimci partisinin de gençlik örgütüdür. Bütün politik hedefleri, platformu işçi sınıfının iktidar mücadelesine bağlıdır. Ancak bu, Emek Gençliği’ni, Türkiye gençliğinin kitle ve mücadele örgütü olmaktan da alıkoymaz. Emek Gençliği, gençliğin kendi mücadele örgütlerini kurmanın, mevcut örgütsel potansiyelini güçlendirmenin de adresidir. Mahallesinde uyuşturucuya karşı mücadele etmek isteyen gençlerden atölyesinde patronuyla kavgaya tutuşan çıraklara, üniversitelerini tek adamın rektörlerine karşı savunmak için öne atılan üniversitelilere, Emek Gençliği gençliğin kendi sözünü büyüteceği alanların yaratılmasının da örgütüdür.
Biz bu mücadelenin bütün katmanlarındaki görevlerimizle birlikte, gençliğin bu kadar farklı eğilimlerine rağmen, sorunlarının, Türkiye kapitalizminin iktidar yapısı ve planıyla ilgili olduğunu iddia ediyoruz. Biz, bu düzenin el birliğiyle bizim lehimize dönüştürülme mücadelesine, emekçi sınıfların boyunduruğu hâline gelen sömürü aygıtlarının yok edilmesine, mülk edinme hakkını bir avuç zenginde toplayan, zenginlik kaynakları üzerindeki mülkiyet tekelinin ortadan kaldırılmasına sosyalizm diyoruz. Kendisini bu kimliğe hazır hissetmeyen yol arkadaşlarımız dilerlerse başka isimler de bulabilirler. Bu Emek Gençliği ile birlikte yürümelerini; birlikte mücadeleden, kendi deneyiminden öğrenen bir gençlik örgütünün parçası olmayı engellemez.
Kısaca alırsak, “Nasıl bir mücadele hattı?” sorusuna Emek Gençliği’nin, 10. Konferansı’na gittiği bugünlerde cevabı ne olacaktır?
Gençliğin içinde bulunduğu koşulları bir girdap olarak tarif edecek olursak, 10. Konferansımız, bütün gençleri bu girdabın tam ortasındaymışız gibi davranmaya çağırıyor. Zira bir girdabın ortasında yalnızca iki şeyin önemi vardır: Birincisi, hangi kıyıya yüzeceğinizi bilmek; ikincisi, hâlihazırdaki çabanızın sizi o kıyıya yaklaştırıyor olduğundan emin olmak. Kesin bir geleceği öngörmek bir girdabın ortasında imkansızdır. Daha kesin bir şey aramaya kalkarsanız boğulursunuz. Önemli olan günün doğrularında ısrar etmektir.
Türkiye gençliği kazanımlarını korumadığı her gün kazanılmış haklarından oluyor, daha büyük saldırıların hedefi oluyor. Öyleyse “Ben kendi işime bakarım”cılıkla kafayı kuma gömme zamanı değil. Günün doğrularında ısrar etmek, yönelen saldırılar karşısında tutum almamız anlamına geliyor. Bir girdabın ortasında gibi hareket etmek, topluluklar, temsilcilik demeden bağımsız geniş gençlik kesimlerinin taleplerini bir araya getirecek mekanizmaların fakültelerden, iş yerlerinden büyütülmesi, yoksa kurulması varsa güçlendirilmesinden geçiyor. Yalnızca bir zorunluluktan değil aynı zamanda bir olanaktan bahsediyoruz. Bütün Türkiye gençliğini gençlik mücadelesinin tarihi ve birikimiyle bir yol haritası çizmeye, bir mücadele pusulası bulmaya çağırıyoruz.
Son sözlerinizi alalım…
Yolumuz açık, konferansımız sadece bizim örgütsel yenilenmemize değil, Türkiye gençliğinin mücadele rotasının saptanmasına da hizmet edecek. Çünkü bütün güçlerimizle gençlik kesimleri içerisindeki dağınık motivasyonları birleştirmek, mücadele dinamiklerini güçlendirmek için çalışıyoruz. Bugün gençliğin kendi yaşam alanlarını koruma reflekslerini kalkış noktası yapan mücadele hattımız, yarın bu girdabın sorumlularını hedef alacak. Emek Gençliği bu bağlantının adresidir. Türkiye gençliğinin mücadele ve örgütlenme okulu olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Bütün örgütlerimiz, olanaklarımız ve enerjimizle gelecek kavgamızı büyütmeye adayız. İktidarları ve bütün kurumlarıyla sermaye sınıfları, gençlik üzerine yaptığı planları yenileyedursun. Bizim de kendi planlarımız var…