Daha çok işçi soruyor: Bu sendikalarla, bu talepler nasıl kazanılır?
Kadro talebi, işçilerin henüz nasıl kazanacaklarını bilmedikleri ama daha iyi yaşam ve çalışma koşulları için mücadele yoluna girmek zorunda oldukları bir talep olarak orta yerde duruyor.
Fotoğraf: Evrensel
Kayhan GEYİK
Tüm ülkede belediye işçilerinin ek zam talebiyle, yeniden belediyelerin kapılarını aşındırdığı şu günlerde, belediye işçilerinin asgari taleplerine bir göz atmakta fayda var.
Bilindiği gibi en iyi sözleşmeye imza atan belediye işçilerinin bile ücretleri üç ay içinde enflasyon altında kalıyor, belediyeler sözleşme zamanlarını işaret ederek işçileri düşük ücretlerle baş başa bırakıyor. Doğalında ücret zammı talebi bütün yıla yayılan bir talep olarak işçilerin ilk gündemi oluyor.
İşçiler arasında öne çıkan gündemlerin bir bölümü hem bu ücret talebiyle ilişkili hem de daha genel ve kapsayıcı bir talep olan kadro talebiyle ilişkilidir; skalalar arasındaki farklar, aynı işi yaptıkları işçi ve memurlarla aralarındaki ücret ve hak farkları, işten atılma tehdidi, baskı ve sürgün ve yine tüm bunların güvencesiz çalışmayla birleşmesi, bunlar arasında sayılabilir. İşçilerin taleplerinin belediye yönetimleri tarafından püskürtülebilmesinin kaynağında işçilerin iş güvencesinden yoksun olmasının olduğu söylenebilir. İşçilerin istenildiği zaman, hatta sendika bürokratlarına danışarak işten atılabilecekleri gerçeği, işçilerin bu koşullara biat etmesinin de ana nedeni oldu. İşçileri her gün işe gitmek zorunda bırakan, yaşamını sürdürmek kaygısı, kötü çalışmaya karşı elini kolunu bağlayan ana faktör olarak da karşımızda. Elbette diyebiliriz ki işçiler örgütlü ve birleşik bir mücadele içinde olsalar, hem işlerini koruyabilir hem de haklarını savunabilirler. Bunun önündeki ilk engel son 5 yılda işçilerin edindikleri sendikal deneyimler.
KAĞIT ÜZERİNDE ÜYE AMA...
Belediye işçilerinin son yıllardaki TİS mücadelelerinin önemli bir bölümü, basına ve kamuoyuna da yansıdığı gibi belediye yönetimleriyle, sendika merkezlerinin işçilere sormadığı, gece imzalamalarıyla son buldu. Mücadele etmek isteyen işçilerin sendikalara olan güveni kırılırken, yeni sendika arayışları da belediyelerden icazet almış başka sendikaların yarattığı rekabet sisinin içinde kayboldu.
Yerel hizmetleri içine alan “genel işler” iş kolunda 500 bini aşkın belediye işçisi çalışıyor. Belediye çalışanlarının da dahil olduğu bu iş kolunda, örgütlü sendikaların ocak ayı itibarıyla üye sayılarıysa şöyle; Belediye-İş 131 bin, Hizmet-İş 301 bin, Genel-İş 140 bin. Rakamlara bakıldığında mahalli idari birliklerle, il özel idareleri çıkarttığımız “genel işler” iş kolunda işçilerin önemli bir bölümü bu üç sendikadan birine üye gözükmektedir. Sendikalaşma oranına bakıldığında, kabaca sınıf bilincinin gelişkin olduğu bir alan ya da işçilerin daha örgütlü olduğu bir alan olduğu söylenebilirdi. Ancak tablo tersidir. Belediye işçilerinin çoğunluğu kağıt üzerinde sendikaya üyeyken, sendikal haklarını bilmekten de yoksundur.
"BAŞINIZ AĞRIMASIN"
Örneğin, belediye işçilerinin çoğunluğu Hizmet-İş’e doğrudan belediye şirketleri ve yönetimleri tarafından yönlendirilerek, işçilerin sendikal arayışlarının başı en baştan kesildi. Türkiye’de birçok iş yerinde sınanmış bir yöntem olarak patron sendikacılığı, taşerondan, belediye iştiraklerine geçirilen yüz binlerce belediye işçisi için de hızla uygulamaya konuldu. Her belediye kendisiyle uzlaşan bir sendikayla çalışmaya başlarken, “genel işler” kolundaki sendikalar, kendilerini belediyelere “İşçileri bize üye yapın, başınız ağrımasın” diyerek pazarladılar. Geldiğimiz yerde yüz binlerce işçinin üye olduğu sendikalar, ‘kadro’ talep etmeyi, uslu sendikacılık çizgilerini bozacakları, belediye yönetimlerini korkutacağı için genel geçer bir slogandan öteye geçirmediler.
YAŞAM KOŞULLARI MÜCADELEYE İTİYOR
Ancak belediye işçilerinin kadro talebi önünde bir dizi engel sayılabilir. Bunlardan birincisi yerel yönetimlerin bütçelerini çalışanlarına değil şirketlere ayırmak istemesidir. İkincisi kadro talebinin iktidar tarafından kısıtlanması, belediyelerin vereceği kadroların yasa ve düzenlenmelerle sınırlanmasıdır. Bu durum içinde belediye işçileri sendikal bürokrasiyle, belediye yönetimleri arasında, hem çalışma hayatlarını riske atmayacak, hem koşullarını iyileştirecek, hem de dostu düşmanı tanıyan bir mücadele içine çekilmektedir. Hâlâ belediyelerin önemli bir bölümünde işçiler daha geniş, kararlı birlikler kuramadıkları için sendikaları da daha günlük çıkarlarının aracı haline getirmeye çalışıyor. Çoğunluğun mücadele deneyimi, sendika genel merkezlerinin belediye yönetimlerinin bir aracısı gibi davranarak, işçilere neden daha fazla zam alamayacaklarını anlattıkları, TİS’leri işçilerden kaçırarak imzaladıkları ve işçileri böylece yarı yolda bıraktıkları bir şekilde gelişti. Sendikalar mücadele örgütleri değilse nedir sorusu, işçiler içinde farklı eğilimleri de körükledi. Böylece işçilerin bir bölümü en basit talepleri için bir torpil bulmaya, nasıl kayırılabileceklerine dair bir yol arayamaya başladı. Hem şirket/belediye yönetimlerinin, hem de sendikaların “İşçi iradesini teslim etsin bana ama bu irade karşıma örgütlü olarak çıkmasın” dediği bir yol bu. İşçilerin git gel aşındırdıkları bu yol, giderek kullanılamaz hale geliyor, bu durum daha fazla işçiyi, insan onuruna yakışacak çalışma ve yaşam koşulları için yeni yollar, yeni mücadeleler içine itiyor. Bu nedenle kadro talebi, işçilerin henüz nasıl kazanacaklarını bilmedikleri ama daha iyi yaşam ve çalışma koşulları için mücadele yoluna girmek zorunda oldukları bir talep olarak orta yerde duruyor.
SENDİKALAR KİMİN, NEYİN YERİ?
Sendikaların işçilerin siyasi aidiyetlerine de yaslanarak, siyasi partilerin işçi kolları gibi (gençlik ve kadın kolları gibi) yönetilmesi, siyasi partilerin sendika masalarından ‘icazet alması’, dolayısıyla sermaye partilerinin işçi sınıfı içindeki araçları haline gelmesi elbette yeni değil ama günümüzde işçilerin çoğunluğu sendikaları (anlayışları) yeni tanıyor ve patronlarla, onların işçi sınıfı içindeki uzantılarıyla nasıl mücadele edeceğine dair deneyimi bu iş kolunda yeni kazanıyor. Daha uzun erimli bir talep olarak kadro talebi, işçilerin şirketler tarafından yönetilen partilerle de hesaplaşmasının bir ayağını oluşturuyor. Çünkü işçilerin güvenceli bir yaşama sahip olması kendi talepleri etrafında bir mücadeleyle mümkün ki, siyasi muhatapları nedeniyle bu mücadele, siyasi bir mücadeleye dönüşme riskini de patron belediyeleri açısından taşıyor. İş tam bu noktada her şeyi siyasilerle belirleyen sendikalar, işçilere “Siyaset yapmayın, burası siyasetlerin yeri değil” diyor. Kimin yeri peki ? “Uslu durursanız, hak talep etmezseniz, sınıf sendikacılığı yapmazsanız, üye sayınızı şişiririz” diyen AKP’li, MHP’li, CHP’li yöneticilerin mi? Patron partilerinin mi? Sermaye sınıfının mı?
BELEDİYE İŞÇİLERİ VE ÜYE OLDUKLARI SENDİKALAR
Murat UYSAL
Kamuda çalışan taşeron işçiler 2018 yılında çıkarılan 696 sayılı KHK ile kadro vaadiyle iştirak şirketlere geçirilmeden önce AKP iktidarı yükselen kadro talebinin bir nebze önünü alabilmek için ortaya “Fiyat Farkı” diye bir yönetmelik attı. Bu yönetmeliğe göre taşeron işçiler için mevzuata göre yapılacak toplu iş sözleşmeleri nedeniyle oluşacak maliyeti (fiyat farkını) kamu karşılayacaktı. Böylelikle kamudaki taşeron şirketler işçilerin sendikalara üye olmasına ses çıkarmayacaktı. Öyle de oldu, bu yönetmelikle birlikte taşeron işçilerin sendikal örgütlenmesinde adeta bir patlama yaşandı. Pastadan aslan payını Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş kaptı. Bu yazımızda belediye işçilerinin örgütlü olduğu bu sendikaların pozisyonlarını ve işçilerin kadro talebine dair ne dediklerini ele alacağız.
İŞÇİYE KAPI DUVAR, PATRONA BAHAR BAHÇE
Bugün AKP’nin yönettiği belediyelerin hemen hepsinde örgütlü olan Hizmet-İş belediyeler içinde adeta yönetimin bir bekçisi gibi hareket ediyor. Patronlar için bulunmaz bir sendika olan Hizmet-İş’i işçiler, habersiz toplu iş sözleşmeleriyle, patronu patrondan çok savunmasıyla, aradıklarında ulaşamamakla ve sözleşme dönemleri hariç iş yerlerinde görememekle anlatıyor. Örgütlü oldukları yerlerdeki düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları işçilerin anlattıklarını destekliyor. Daha çok işçileri baskılama görevi gören Hizmet-İş bu misyonunu en son AKP’nin yönettiği 23 belediyede “İnsanca yaşayacak ücret” talepli eylemlerde sergilemiş, işçileri bir saatliğine sokağa çıkarıp daha sonra oturduğu masada kök ücretlere yansımayan, birkaç ay içinde eriyip giden zamma imza atmıştı.
İşçilerin kadro talebine dair bugüne dek bir eylemi olmayan Hizmet-İş dosyamız kapsamında sorduğumuz soruları da yanıtsız bıraktı.
SENDİKALAR TEPİŞİR, İŞÇİLER EZİLİR
Genel-İş ve Belediye-İş ise genellikle CHP’nin yönettiği belediyelerde örgütlenme çalışması yürütüyor. Dönem dönem CHP ile kurulan yakın ilişkileriyle gündeme gelen Genel-İş Genel Merkezi birçok toplu iş sözleşmesi görüşmesi ve grev sürecinde CHP ile ilişkilerin sonucunu işçilere yansıtmasıyla eleştirildi. Bu ilişkiler uğruna kimi zaman şubelerin baypas edildiği de yapılan eleştiriler arasındaydı.
Öte yandan belediyelerde yönetimlerinin Belediye-İş ve Genel-İş ile ilişkilerini, genellikle işçiyi yetki davalarıyla uğraştırıp toplu sözleşmesiz bırakmak niyetiyle kurduğu örnekler de var. Böylesi durumlarda belediye yöneticileri, Genel-İş’in örgütlü olduğu yerde Belediye-İş’i, Belediye-İş’in olduğu yerde Genel-İş’i devreye sokmaya çalışıyor, böylece mevcut sendikanın yetkisi düşerek işçiyi toplu sözleşme için yıllarca sürecek olan yetki davalarını beklemeye mahkum ediyor. Bunun bir örneği kısa bir önce Bakırköy Belediyesinde yaşandı ve belediye yönetiminin Çalış-Sen diye bir sendika kurmasıyla sonuçlandı.
Belediye-İş Genel Merkezi işçilerin kadro talebine dair yaptığımız görüşme talebine yanıt vermedi. Bu konuya ilişkin gazetemize sadece Genel-İş Genel Başkanı Remzi Çalışkan dönüş yaptı.
GENEL-İŞ’İN KADRO TALEBİNE İLİŞKİN GİRİŞİMLERİ
Çalışkan gazetemize yaptığı açıklamada, 2018’de çıkarılan KHK’den önce de kadro talebine ilişkin girişimleri ve eylemleri olduğunu, çıkarılan KHK’nin adaletsiz sonuçlar üreteceğine ve tüm kamu işçilerinin kadroya geçirilmesine dair açıklamaları olduğunu söyledi. 696 sayılı KHK’nin yarattığı olumsuzluklara karşı KHK’nin çıkarıldığı tarihten bu yana mücadele ettiklerini belirten Çalışkan, “696 sayılı KHK ile özgür toplu iş sözleme hakkı gasbedildi. 2020’nin son çeyreğine kadar 4+4 sefalet ücretine mahkum edildi. İlave tediye ücreti yok sayıldı. Geçiş yapılan şirketlerde iş kolumuzdaki ilk toplu iş sözleşmelerini imzalayarak, iş kolunda yaygın bir kanı olan ‘30 Haziran 2020 tarihine kadar toplu iş sözleşmesi yapılamaz’ fikrini ortadan kaldırdık. Toplu iş sözleşmeleri ile işçilerin iş güvenceleri ve idari, sosyal haklarına dair önemli kazanımlar elde ettik. Mali ve sosyal haklara ilişkin KHK’nin belirlediği sınırları zorlayarak, KHK ile emredici yasakların getirilmediği konularda yeni haklar, kazanımlar elde etmeyi başardık. Sonrasında kadro mücadelesinin ve ilave tediye hakkının gerçek savunucusu olduk, alanlara çıktık, iş yerlerinden haykırdık, ‘Ayaktayız iş bırakıyoruz’ dedik, zorunlu emeklilik uygulamasının son bulması için mücadele verdik ve kazandık. Kanun teklifi hazırladık Mecliste grubu bulunan tüm partilerle görüştük” ifadelerini kullandı.