21 Mart 2024 04:30

Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin

“İnsan ne zaman ölmez?” sorusunun yanıtını kestirmeden vereyim; insan 26 Mart günü ölmez. En azından ölmemeye çalışır diyeyim. Çünkü 26 Mart Ölmeme Günüdür.

1970’lerin sonunda Can Yücel, Edip Cansever, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Ömer Uluç gibi isimler rakı masasında “Ölmeme Günü” üzerine konuşurken

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Yazının başlığını okuduğunuzda sanırım Osman Nihat Akın’ın nihavent şarkısının sözleri ve ezgisi zihninizde dönmeye başlamıştır. Aslında “Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin” cümlesini bu yazının başlığı olarak belirlediğimde aklımda Osman Nihat Akın’ın nihavent şarkısından ziyade Can Yücel’in 1992 yılında yaptığı Hamlet çevirisi vardı.

Can Yücel Hamlet çevirisi yaptığı süreci şöyle özetler: “Bu Shakespeare pezevengi Türkçe söylese nasıl söylerdi, bunu düşünüyorum. Bunu düşünürken bayağı güzel şeyler çıkıyor ortaya. Demek ki Shakespeare Türkçe düşünebiliyormuş”. Sonuç olarak Can Yücel çeviriyi yaparken Can Yücelliğini yapmış ve belki de dünyanın en bilinen ve o güne kadar da çevirisini “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” diye bildiğimiz Shakespeare’in “to be or not to be, that’s the question” cümlesini kendi meşrebince çevirmiştir; “Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin

Olmak ya da olmamak, ölmek ya da ölmemek olarak da okunabilir mi? Bilmiyorum. Bu ikilem insanlık tarihinin bir türlü çözemediği Gordion düğümü olarak halen varlığını sürdürmektedir. Peki, bu ikilem ne zaman son bulur? Yani insan ne zaman ölür?

Kalbi durduğunda mı? Yoksa damarlarından tüm kan çekildiğinde mi? Ya da artık beynine oksijen gitmediğinde mi ölür? Kim bilir belki de artık kalbi atmayan bedeni kara toprağın bağrına koyduğumuzda ya da mezarın başına o daracık toprak parçasının tapu senedi dikildiğinde ölürüz. Cevap bu sıraladıklarımın hem hepsi hem de hiç biridir. Alın size yeni bir ikilem. Cevap hepsidir çünkü bu saydıklarımın herhangi biri gerçekleştiğinde tek tek hücrelerimizin yaşamı son bulur ve biyolojik olarak ölürüz. Peki, bir gün, bir ay, bir yıl ya da bir ömür sırtlandığımız ömür sadece hücrelerimizin ölmesi ile son bulur mu? Bu noktada cevap belki de hiç biridir.

Hani hep söylenir ya; ölmek demek sadece kalbinizin atmasının son bulması değildir. Ölüm ancak kadrajına girdiğiniz fotoğraflardaki tüm insanların ölümüyle gerçekleşir. Sanırım bu tespit yapıldığında tüm fotoğraflar o parlak kartlara basılıyordu ve dönüp dönüp kim kaldı kim gitti diye bakabilme şansımız vardı. Öfkelenip yırtsak bile yapıştırabilme ihtimalimiz vardı. Oysa bugün öyle mi? Tüm fotoğraflar bir dijital cinnete ya da bir virüse bakıyor.

Evet, o siyah beyaz ya da sepya fotoğraflar benim kuşağım için çocukluk demektir; eğer şanslıysan. Ben o şanslı çocuklardandım. En azından çocukluğumda çekilmiş ve parlak kartonlara basılmış fotoğraflarım var. Altın kesime sığdırılmamış olsam da ışık kara kuru yüzüme uygun düşmemiş olsa da fotoğraf makinesinin arkasından kocaman bir kahkahaya eşlik eden sıcacık bir bakışın gölgesi düşmüş gözlerime.  

Bence insanın ne zaman öldüğü sorusuna yanıt aramanın bir yolu da insanın ne zaman ölmeyeceğini merak etmekten geçer. Bu nedenle de yazının bundan sonraki bölümünde insanın ne zaman ölmeyeceği sorusuna yanıt arayacağım.

“İnsan ne zaman ölmez?” sorusunun yanıtını kestirmeden vereyim; insan 26 Mart günü ölmez. En azından ölmemeye çalışır diyeyim. Çünkü 26 Mart Ölmeme Günüdür.

Nereden mi çıktı bu Ölmeme Günü? 26 Mart 1981 günü İstanbul Beyoğlu’ndaki Krepen Pasajındaki Neşe Restoran’dan çıkmış. 12 Eylül darbesinin yaprak kıpırdamaz tedirginliğinin halen sokaklarda kol gezdiği günlerden bir gün Tomris Uyar İsa Çelik’i arayarak 26 Mart günü Krepen’deki Neşe’nin yerinde buluşulacağını söyler. İsa Çelik birçok sözde suçtan aransa da gitmeye karar verir. Masa da kimler yoktur ki o akşam Can Yücel, Salim Şengil, Nezihe Meriç, Edip Cansever, Tomris Uyar, Turgut Uyar, Turgut Uyar’ın oğlu Tunga Uyar, Muhteşem Sunter, Mehmetcan Köksal, Dürnev Tunaseli, Pertev Tunaseli, Ömer Uluç ve İsa Çelik. Masa Edip Cansever’in Masa da masaymış ha şiirine esin kaynağı olacak kadar güçlüymüş.

Ölmeme Gününün adı işte bu masada konulmuş. Bir iddiaya göre Ölmeme Günü vücuduna iğne yürümüş bir kadının iğnenin kalbine batması sonucunda öleceğinden duyduğu endişeden köken almıştır. Aslında bu hikâye İsa Çelik tarafından anlatılmış olsa da nasıl olup da bu hikâyenin Ölmeme Günü ile ilişkilendirildiği konusu İsa Çelik için bile muammaymış. Çünkü İsa Çelik o günün Ölmeme Günü olarak adlandırılmasının canlı şahidiymiş.

26 Mart 1981 akşamı Neşe Restoran’ın ortasında 4 masa birleştirilmiş. Masalar konuklar gelmeden beyaz peynir, fasulye pilakisi, pancar turşusu, fava, sumakla hallendirilmiş soğana komşu arnavut ciğeri, lâkerda, üstüne ince ince dereotu kıyılmış çiroz, kılçıkları ayıklanmış ve yüz yüze yapıştırılarak kızartılmış hamsi kuşları ile şenlendirilmiş. Masaların ortasına yerleştirilmiş büyük yeni rakılar mavzer gibi mezelere omuz vermiş. Günün konukları yerlerini aldıktan sonra masanın davetsiz ama daimî misafiri tombalacı İsmet torbasını şıkırdatarak restorana gelmiş. İsa Çelik’in ifadesiyle “ölük” bir hali varmış İsmet’in, ancak ser verip sır vermeyince Tomris Uyar garsonu çağırıp büyük bir rakı siparişi vermiş. Rakıyı İsmet’e veren Tomris Uyar şişeyi bir yıl sonra aynı gün getirmesini ve birlikte içmeyi tembihlemiş.

Ancak İsa Çelik şişenin bir yıl sonraya dolu kalacağından endişe ettiği için şişenin üzerine bir kâğıt yapıştırarak masadaki herkese imzalatmış. Böylece o şişenin bir yıllık sağ kalımını sağlamış. Tomris Uyar rakıyı alarak İsmet’e vermiş ve bu yıl ölme ve seneye 26 Mart’ta Ölmeme Gününde içelim demiş. Böylece 26 Mart Tomris Uyar’ın isim analığında Ölmeme Günü olarak ilan edilmiş.      

Ölmeme Gününe birçok tevatür yakıştırılmıştır. Bunlardan birisi de Cemal Süreya’nın “Ertesi gün için bir şey diyemem ama rakı içtiğin gün ölmezsin” dizesinin Ölmeme Gününe atfen yazıldığıdır. Cemal Süreya bu dizeyi o güne atfen mi yazmıştır bilinmez. Ancak İsa Çelik’in şahitliği Cemal Süreya’nın o masalarda hiç yer almadığı yönündedir. Diğer bir tevatür de Ölmeme Gününün Cemal Süreya’nın ölümüyle son bulduğudur. Hatta Turgut Uyar’a atfedilen “Cemal Süreya ölmüş diyorlar. İlahi Azrail; Cemal Süreya ölür mü hiç” dizeleridir. Oysa Cemal Süreya’nın ve Turgut Uyar’ın ölüm tarihlerine bakıldığında bu söylentinin asılsız olduğu kolayca anlaşılır.

İşin aslı Ölmeme Günü 22 Ağustos 1985 günü Turgut Uyar’ın ölümü ile son bulduğudur. Turgut Uyar’ın Cemal Süreya’nın ölümüne atfen yazdığı iddia edilen dizeler de aslen Turgut Uyar’ın ölümü için Ferhan Şensoy tarafından yazılmıştır daha doğrusu Ferhangi Şeyler’de söylenmiştir. Şiirin ya da deyişin aslı şöyledir: “Ağustos 22, dediler ustan ölmüş. Çok gülünçsün Azrail, Turgut Uyar ölür mü?” 

Can Yücel’in “Şiirimizin o en kızıl saçlı levendi” diye tanımladığı Turgut Uyar’ın ölümü üzerine Cemal Süreya’nın yazdığı “Öldüğü gün/ Hepimizi işten attılar” dizeleri bir bakıma Ölmeme Günü masasının emekçilerinin de işten atıldığı gün olmuştur.

Siz siz olun 26 Mart’ta kendinize mukayyet olun…  

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI