Haliç Tersanesinden Günnur Dikeç: Bir şey yapayım dedim, pervane dökeyim dedim
Metalürji yüksek mühendisi olarak işe başladığı Haliç Tersanesinde buluşlara imza atan Günnur Dikeç: Ben kendi başıma yapmadım bunu. İşçilerimizle yaptım. Ağır sanayide mühendis olarak çalıştım orada.
Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel
Özelleştirme politikalarıyla kolu kanadı kırılan ve kalan kısmıyla da günümüzde dünyanın en uzun süredir faaliyet gösteren en eski tersanesi olan Haliç Tersanesi, efsanevi bir emek tarihinin de izlerini taşır.
Haliç’teki dönüşümü tanıkları ve çeşitli bağlamlarıyla ele alan “Yaşayan, Üreten, Dönüşen Haliç” belgeseli, ‘Her İnsan Bir Hikaye’ dizisinin bu bölümü için de esin kaynağı oldu. Günnur Dikeç’in gemiler için pervane dökme hikayesini o belgeselden öğrenmiştik.
Bu vesileyle Haliç Dayanışmasına ve Sevgili Gül Köksal’a bir de buradan teşekkür etmek isterim. Günnur Dikeç’e, onun aracılığıyla ulaştım.
Lafı dolandırmadan sözü, bizi evinde ağırlayan Günnur Dikeç’e bırakalım: “Ben Denizli’de doğdum. Denizli’de liseyi bitirdikten sonra 1960 senesinde İstanbul’a geldim. Hiç tanıdığım yok, bir kız arkadaşımla geldik. İstanbul Teknik Üniversitesi çok popülerdi. Çünkü Boğaziçi yok, ODTÜ yeni açılmış, haberim bile yoktu benim ODTÜ’den.”
Üç kardeşlermiş. Günnur Dikeç, ortanca. Ondan küçük olan ziraat mühendisi, büyüğü de lise mezunu. “Bir memur ailesi. Babam adliyede zabıt katibiydi. Annem Denizli’nin bir köyünden, okuması yoktu. Çok disiplinli bir kadındı, bizi çok güzel disipline etti.”
İstanbul Teknik Üniversitesine girişinden sonrasını da şöyle anlatıyor: “Teknik Üniversitede metalürji bölümü açıldı. Sonra Metalürji ve Malzeme Mühendisliği oldu, herkes anlasın diye. Ben de metalürjiye ayrıldım ve 1965 yılında mezun oldum.”
Sonra iş aramış ve Haliç Tersanesine girmiş.
Peki neden okulda kalıp akademik kariyere devam etmeyi düşünmemiş?
“Çünkü eşim üniversitede kaldı. Arkadaşız, evleneceğiz. Benim İstanbul’da iş bulmam lazım. Bana da dediler, üniversitede kal. Aynı üniversitede karı koca beraber olmak istemedim. Benim de derslerim çok iyiydi. Ondan sonra 1965 yılının eylül ayında tersaneye girdim, tesadüfen. Hatta girerken, metalürjiyi kimse bilmediği için beni izabe yüksek mühendisi olarak işe aldılar. İzabe neyse (Gülüyor), eritme herhalde. Ama tersanedeki müdürler Amerika’dan mezun. Gemi inşa mühendisleri. Meğer dökümhane kuruluyormuş. Bana da ‘Tam bize göresin. Gel hem laboratuvar kurarsın hem de yeni dökümhanenin kuruluşunda çalışırsın’ dediler.”
MANGANEZ BRONZ PERVANENİN HİKAYESİ
Aradan 59 yıl geçmesine rağmen o günleri adeta yaşayarak anlatıyor:
“O işe girmekle hayatımın en güzel şansını yakaladım. Çünkü o zamanlar dünyayla, Avrupa’yla, yurt dışıyla alakası olan sadece tersaneler. Dökümhaneler yeni yeni. Çelik bilen insan yok biliyor musunuz! Sonra ben dedim ki, buraya yeni girdim. Tamam dökümhanenin kuruluşuyla çalışıyorum ama o gözle görülmüyor. Ben bir şey yapayım dedim. Pervane dökeyim dedim. Çünkü pervanenin standardı manganez bronz. Halbuki bunlar kalay bronzdan döküyor. O sırada Hayri Baran’ın su gemisi geldi. Onun pervanesini manganez bronz olarak dökeceğim. Çok zor dökümü. Çok kontrol lazım. Bizde kontrol aleti bile yok. Ve ben orada ilk denemeyi yaptım. Bir tane formen, bizim dökümün bozuk çıktığını görmüş. Neredeyse babam yaşında. Geldi bana dedi ki, ‘Günnur Hanım, Günnur Hanım, bugün tersaneyi 25 bin lira ziyana soktun.’ Yani ilk deneme yapıyoruz, kültüre bak. Ve döktüğümüz parça kalay bronza göre çok çok ucuz. Ben biraz üzüldüm ama çok aldırmadım. Deneme yapıyorum çünkü. İkinci denemeyi yaptık ve çok güzel çıktı. Testten de pozitif çıkınca, biz artık manganez bronzu başlattık. Bu da devlet için çok büyük bir kazançtır, çünkü kalay yurt dışından geliyor.”
"DÜNYADAN HABERİ YOKTU TÜRKİYE’NİN"
Peki o yaptığınız önemli işe sizin adınızı koydular mı?
Yok. O zaman öyle bir şey yoktu ki. Dünyadan haberi yoktu Türkiye’nin. Döküm için karbon kağıdı alacağız. Dediler ki, İzzet Baysal’da var. Git bak dediler. Ben de zayıf bir genç kızım. İzzet Baysal’ın dökümhanesine gittik. Ben Haliç Tersanesinden geliyorum, karbon cihazını göreceğiz dedim. Döküm yapıyor, karbon cihazını kurmamış. Dolabın içinde duruyor. Bilgi yok. Adam tulumba yapıyor, kopuyor. Görüntü tamam ama 15 kiloda kopuyor, bir çeviriyor, çatlıyor. Halbuki onların standartları var. Bütün kitabımda onları gösterdim. Yani her şeyin standardı var.
Ama ben hocalarıma teşekkür ediyorum, kim kurduysa bu metalürji mühendisliğini, malzeme konusunda Türkiye’nin önünü açtı. Dökümhanelere mühendisler gitmeye başladı. Ve başarılı oldular. Bugün Türkiye’nin bu geldiği yerde metalürji ve malzeme mühendisliğinin yeri çok büyük. Çünkü sen şunu üretmezsen bir hiçsin, ama bunu üretecek hale geldik. Isıl işlem bilinmiyordu mesela. Döküm bilinmiyordu. Ben de yeni mezun olduğum için, meraklıyım da, her gün bir şey öğrenmek istiyorum. Bir gün bir ustamız, “Efendim siz de Allah vergisi var” dedi.
"AMBARGO ZAMANINDA BÜTÜN FİLONUN YEDEK PARÇALARINI KARŞILADIK"
Neden böyle dedi?
Çünkü ben orada buluşlar yaptım. İlk defa sfero döküm yaptık. İlk defa çelik döktük. İlk defa manganez bronz pervane yaptık. Bunlar çok isim yaptı. Yani motorun başlangıcını yaptık. Ambargo zamanında bütün filonun ve özel sektörün yedek parçalarını karşıladık. Çelik ocağımızı 1968 yılında kurduk, ilk çeliği döktük. İlk çelik dökümü yapacağımız zaman, işçilere karbona bakacağız, mangana bakacağız deyince hepsi gökyüzüne bakıyor. Hiç duymamış ki. Ama notlar hazırladım, hepsine notları verdim. Ocağın başında çelik nasıl dökülür kursunu yaptım. Türkiye’de işçilik, kıyafeti kötü olduğu için hep ikinci derecede görülmüş. Millet kız vermezmiş zaten işçilere. Her gün onun kirli çamaşırını mı yıkayacağım diye. Denizli de öyleydi. Oysa çok akıllı bir işçisi var Türkiye’nin. Yoktan var eden işçisi var.
"ÖZVERİYLE YAPTIM HER ŞEYİ"
Siz dersler de verdiniz. Biraz da onlardan konuşsak…
Gemi yapı teknik lisesinde 11 sene hocalık yaptım. Hatta burada kaynak mecmuasında vardı. Talebem, makine mühendisi olmuş. Oraya yazmış, ‘Ben Günnur Hocam’ı görünce her zaman elini öperim. Çünkü ben zaman zaman tersanede çalışırken onun bize anlattığı notları karıştırırım ve çok faydalanırım demiş. Yani özveriyle yaptım her işi, çünkü ülkemin insanını tanıyorum. Torpilin en alası. Böyle bir ortamda çalıştık. Ama biz ülkemizi sevdiğimiz için ambargo zamanında yokluktan var ettik. Ben kendi başıma yapmadım bunu. İşçilerimizle yaptım. Yani işçilerimizi de hiç unutmuyorum, hepsi çok mükemmel insanlardı. Yani girdiğimde orada 23 yaşında değildim. Düşünebiliyor musunuz, çocuk gibi. Ağır sanayide mühendis olarak. Ama hem moral verdim hem iş yaptım. 28 yıl çalıştım orada. Özelleştirmeden sonra baktım iyi gitmiyor, ayrıldım.
"KADİR TOPBAŞ ZAMANI BİR GÜNDE YOK ETTİLER"
O özelleştirme sürecini siz nasıl yaşadınız?
Şimdi mesela biz gemilerin yedek parçalarını döküyorduk. Gelibolu’da bizim araba vapurları var. O araba vapurlarında bizim motorlar var. Dikkatinizi çekerim, 750 beygirlik motor yaptık. 1982’de ilk motoru koyduk. Motorun başlangıcı bizim dökümhanede başarılı olmamızdır. Eritemediğin metalin üzerine hiçbir şey yapamazsın. O başlangıç oldu ve 1982 yılında Suzer denen bir İsviçre firması, şimdi kapandı, onunla anlaşma yapıldı. Polonya da anlaşma yaptı, biz de yaptık. Polonya hâlâ üretime devam ediyor. Gittim fabrikasını gördüm. Mükemmel bir fabrika, dökümhanesiyle. Biz de bir günde dökümhaneyi yerle bir ettik. Orayı, Kadir Topbaş zamanı, bir günde, tersaneleri belediyeye bağladılar ya, Kadir Topbaş zamanı, bir günde yok ettiler. Ben emekliyim. Haber verdiler.
"BENİM ZAMANIMDA HİÇ KAZA OLMADI"
Tuzla ve Pendik’e tersaneler taşındıktan sonra iş kazalarının artışına tanıklık etmeye başladık. Çok iş cinayeti ve ölüm oldu. Ama Haliç’te olmuyordu.
Olmaz. Mesela ben emekli olduğum zaman Allah’a şükrettim. Çünkü 7-8 ton metal alıyorsun, o metala hükmediyorsun. Birinin gözüne bir çapak kaçsa gözü kör olur. Kim mesul olur, ben. Tedbir almanız lazım. Emekli olduğum zaman Allah’a şükrettim, hiçbir kaza olmadı. Hiç kimsenin canı yanmadı. Çok programlıyımdır ben.
Tecrübelerinizden yararlanmak için sizi çeşitli toplantılara, konferanslara çağırıyorlardır herhalde?
Yok, o kadar çağıran yok. Beykent Üniversitesinde konuşma yaptım ben. Hayatımı anlattım. Kızın bir tanesi dedi ki, ‘Hayatımda dinlediğim en güzel konuşmaydı.’ Ben 44 sene hocalık yaptım. Teknik Üniversite Gemi İnşaat Fakültesinde. Denizcilik Fakültesinde yaptım. Tuzla’ya gidiyordum, saat ücreti 5 lira. Parasında değilim. Derse girdiğimiz zaman o çocukların bakışları var ya, öğrenme bakışları. Beni en çok etkileyen bu. Sonra 1993 yılında emekli oldum.
Tersane yıllarınızda hiç kadın olmanızdan kaynaklı zorluklar çıktı mı önünüze?
Hayır. Çünkü, yeni şeyler yaptığım, yeni üretimler gerçekleştirdiğim için herkes son derece saygılıydı. Şimdi işe gireyim desem, ‘Bu kadının ne işi var burada’ diye de bakarlar. Ama ben savaşmayı da severim. Hiç ondan da altta kalmam.
"HOW ARE YOU FEELING TODAY?"
Günnur Dikeç’in, yabancı dil öğrenme süreci de kişisel bir mücadele hikayesi:
“Öğlen tatilleri Türk-Amerikan Derneğine gittim. 12’ye çeyrek kala çıkıyordum, Kasımpaşa’dan Osmanbey’e gidiyordum. 13.30’da işe dönüyordum. Sonra müthiş bir gayretle, bak bunu siz yazın, bunu devlet de koysun. English 900 diye bir kitap vardı. İngilizcede 900 çeşit cümle var. Bunları ezberletiyorlar. Derken iyice kafaya koydum. Ben bu lisanı çözmeliyim. Ayağımda çocuk sallarken çalışıyorum, herkesle konuşmaya çalışıyorum. Açardım tersanedekilere “How are you feeling today? (Bugün kendini nasıl hissediyorsun?)” (Gülüyor) ve Denizcilik Bankası o İngilizcemle beni bir aylığına İngiltere’ye gönderdi. Tek başıma gittim. Bir ay sonra geldim. Böyle beynim şişmiş. İngilizceyi konuşmak kolay da anlamak zor. İyi ki öğrenmişim. İki gelinim Amerikalı. Amerika’ya 23 kere gittim, kendi başıma. Ve orada herkesle konuşabiliyorum. Bir de kitap okuyabiliyorum. İnsanların yapamayacağı bir şey yok.”
Günnur Dikeç, metalürji fakültesi kurucu üyeliği, İTÜ Kimya-Metalürji Fakültesinde Fakülte Kurulu ve Yönetim Kurulu üyeliğinin yanı sıra Metalürji Mühendisliği bölüm başkan yardımcılığı ve başkanlık görevlerinde bulunmuş olan ve 24 yıl önce kaybettiği sevgili eşi Prof. Feridun Dikeç ile iki oğulları olmuş. Adlarını duyunca şaşırmayacaksınız: Demir ve Tunç.Günnur Dikeç’in ‘Döküm Teknolojisi’ ile ‘Malzeme Bilgisi ve İmal Usulleri’ adlı kitapları alanının başvuru kaynakları arasındaki yerini koruyor.