Evrensel için yeni bir dönem
Evrensel için yeni bir dönem
Reklamları Kapat
26 Mart 2024 13:40
/
Güncelleme: 13:42

Gençlerin sorunları ortada, çözüm hangi sistemde?

Yaşamlarımıza dair ideallerimizi güvence altına almamızın kesin yolu ancak bugünün yoz siyasetinin izlerini taşımayan; bizim için bizim tarafımızdan yaratılmış bir sistem olabilir.

Gençlerin sorunları ortada, çözüm hangi sistemde?

Görsel: Soviet Artefacts/Unsplash 

Nisa Sude DEMİREL

Boğaziçi Üniversitesi

Bugün üniversiteli gençliğin sorunlarını sıralamaya başlarsak en önce temel ihtiyaçlar akla geliyor. Barınmadan ulaşıma gençliğin yaşam koşullarına şöyle bir göz atalım: Niteliksiz, aynı Zeren Ertaş cinayetinde olduğu gibi canımıza kasteden yurtlar; her gün zamlandığı gibi sağlıklı olmaktan da uzaklaşan yemekhanelerimiz; yine düzenli olarak zamlanan, saatlerimizi geçirdiğimiz ulaşım... Tüm bunların arasında hayatta kalabilmek için okurken bir yandan çalışıyoruz. Sıra arkadaşımız, Hacettepe Üniversitesi’nden Berke Sezer, makine mühendisliği okurken yaşayabilmek için bir yandan motokuryelik yaparken hayatını kaybetti.

Bunun üstüne bir de geleceksizlik, umutsuzluk ekleniyor. “Çevre mühendisliği mezunu ama deri fabrikasında çalışıyor”, “Okul öncesi bitirmiş, pastanede şimdi…” Bu hikayeler bize dünden daha yakın artık. Ancak tüm bu sorunlar bizimle başlamadı, gençliğin insanca yaşam mücadelesi de.

TAKVİMLERİMİZİ GERİYE ALALIM

Örneğin 1958’de Devlet Demir Yolları ile Denizcilik Bankasının öğrenci biletlerine gelen zam, “Bugün esasen güç Şartlar altında yüksek tahsillerini ikmal durumunda olan ve ayda 150 lira ile yemek içmek yatma nakliye masraflarımızı karşılamak durumunda bulunan öğrenci arkadaşlarımıza bu zam çok büyük bir yük teşkil edecektir” ifadeleriyle tepki görmüştü. 1963’te DTCF öğrencileri yaptıkları sessiz bir yürüyüşle şunları söylemişti: “Yurtlardaki feci durumdan söz etmek istiyoruz. Yemekleri bozuk çıkan, kaloriferleri yanmayan, pislikten geçilmeyen yurtlardan bu yurda ışık saçacak kişiler çıkmasını bekliyoruz. Öğrenci yurtlarının sayıları, durumları nedir kimse bilmiyor.” ‘63-‘64 eğitim öğretim döneminde 351 sayılı Yurtlar Kurumu Kanunu’nda düzenleme yapılırken öğrenciler yurtların öğretim üyeleri, öğrenci temsilcileri ve yurt müdürlerinden kurulu bir kurul tarafından yürütülmesini talep etmişti.

Sorunların da gençliğin mücadelesinin de tarihsel bağlamını ortaya koyduğumuza göre, günümüze dönersek, İliç’teki madeni işleten Anagold’un 7,2 milyon dolarlık (dönemin kuru ile 144 milyon TL) vergi borcu silinirken KYK borçları neden silinmez? İstanbul’da 450 bin ila 750 bin arası boş konut varken neden canımıza okuyan, niteliksiz yurtlarda barındırılırız? Neden yemekhanelerimize her dönem zam gelirken, kamunun yemekhane maliyetlerindeki payı azalırken Koç’tan Cengiz’e milyarlarca lira teşvik akar? Neden taleplerimiz ancak seçim öncesinde gündem olur, vereceğimiz oylarla “demokrasi savaşçısı” ilan ediliriz de kendi yurtlarımızın yönetiminde söz sahibi olmamıza izin verilmez? Sorularımızı genişletirsek eğer, neden Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından 100 sene geçtikten sonra bile öğrenciler hâlen ücretsiz ulaşımın, nitelikli yurtların mücadelesini verir? Durum böyleyse eğer, mevcut sorunlarımız ne bu asra ne de bu iktidara özgü olabilir. Peki sorunlarımızın kaynağı ne?

Bugün açısından insanca bir yaşam talebinde ortaklaşan taleplerimiz, dertlerimiz aslında yaşamlarımızın kâr hırsıyla ezilmesinin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Nitelikli yurt taleplerimiz rant hırsı, ücretsiz ulaşım ve nitelikli beslenme taleplerimiz kâr hırsının arasında akıp gidiyor. Üniversiteler her gün daha fazla iş bulma, sınıf atlama hayalinin aracı haline gelirken üniversitenin bilimsel ve demokratik olması gereken kimliği yok oluyor. Parasız eğitim talebi, eğitimin kendisine para ödemememizden öteye gitmiyor. Eğitim, beslenme, barınma kamu kaynaklarıyla çözülmesi gereken sorunlar olarak görülmezken, hem de kamu kaynakları bu sorunlardan muzdarip milyonların vergileriyle toplanmışken, neden harcamalar bizim için değil de sermaye sahiplerine teşviklere gider? Devlet bütçesinin de siyasi politikaların da bir avuç sermayedarın kârına göre şekillendiği açıktır, bu tartışmalar ve tarih bilgisi ışığında ülkemizdeki bütçeye bir gece merak edip göz gezdirenler için.

İSTEDİĞİMİZ YAŞAMIN OLDUĞU BİR SİSTEM DE VAR ASLINDA…

Tam da bu sebeplerle parasız, bilimsel üniversite mücadelemiz aslında ürettiğimiz değere bir avuç sermayedarın el koyduğu bir dünyayı da hedef alıyor. Problemlerimizin kaynağı, nüfusun azınlık bir kısmı zenginleşirken bizim günden güne fakirleşmemizle ve siyasi gücün o zengin azınlık elinde toplanmasıyla sonuçlanan neden olan emek sömürüsü ve o sömürüyü korumak/güçlendirmek dışında asli bir gayesi olmayan politik sistem oluyor. Durum böyleyse mücadelemizin kapsamı da genişlemeli. Kamu kaynaklarından milyarlarca lira teşvik alanlarla yemekhane kartında bir lira kaldığı için yaşamına son veren öğrenciler arasındaki mücadele, yaşama ilişkin bir politik hat çiziyor, hem üzücü hem öfkelendirici bir hikâyeden öteye giderek. Tüm bu örnek verdiğimiz karşıtlıklardan ayakta kalanın biz olmamız ve hayal ettiğimiz yaşam hedeflerimize erişmemiz, sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırıldığı ve siyasetin baştan aşağı değişmesi gerektiği ihtiyacını gösteren yeni bir toplum hayaline götürüyor bizleri: Ürettiklerimizin başkasının cebine gitmeyip bize kaldığı, toplumsal üretimin toplumsal refah için kullanıldığı, önceliğin kârın değil insan yaşamı olduğu, ürettiğimiz zenginlikten nüfusun tek hanelik bir yüzdesinin değil de tamamının yararlandığı; sınıfsız, sömürüsüz bir toplum. Yaşamımızın kâr hesaplarıyla düzenlenmediği, milyonlarca gencin ve ailelerinin emeğinin asgari ücrete veya birazcık üstüne patronlara pazarlanmadığı bir toplum, sosyalist bir toplum. Gençliğin insanca yaşam mücadelesinin önündeki setleri düşününce, bugün kapitalizm koşulları altında da birlikte mücadelemizle pek çok şeyi kendi lehimize değiştirebileceğimiz gibi, her bir tekil kazanım yaşamlarımız için çok önemli olsa da bütün bu “savaşın” nihai olarak emeği ve onuruyla yaşayan milyonların kesin zaferiyle sonuçlanması da, ancak yeni bir toplumsal sistemin inşası ile gerçekleşebilir. Sorunlarımızın kaynağında bitmez tükenmez kâr hırsı varken, kafamızı çevirdiğimizde gördüğümüz tüm problemler emek sömürüsü ve doğa talanıyla birleşirken, tüm bu doğaya ve insana zararlı eylemleri ancak onları planlayan ve hayata geçirenleri siyaset sahnesinden silecek bir devrimci dönüşümle kökten yok edebiliriz. Yaşamlarımıza dair ideallerimizi ömrümüzün sonuna kadar güvence altına almamızın, gelecek kaygısını kendimizinkinden ve geleceğin gençlerinin hayatlarından süpürüp atmamızın kesin yolu ancak bu olabilir. Bugünün yoz politik ilişkilerinin ve bozuk ekonomik düzenin izlerini taşımayan; bizim için, bizim tarafımızdan yaratılmış bir sistem.

Öyleyse bu iddialarımızı doğrulayabilmek adına; durumun böyle olduğu, toplum tarafından üretilenin toplum için harcandığı bir dünyada, SSCB’de öğrenciler açısından durum nasıldı? Sosyalist bir devrim, mesela, üniversite gençliğine ne kazandırdı? Ekim Devrimi’nin ardından yaşanan eğitim seferberliği ile birlikte sayısı hızlı bir şekilde artan okullarda eğitim herkes için parasız getirilmişti. Parasız eğitim yalnızca eğitim hizmetinin kendisinin ücretsiz olması değil araç ve gereçlerin de parasız şekilde sağlanması anlamına geliyordu. Kent dışından gelen öğrencilerin beslenme, barınma gibi ihtiyaçları yatılı okullarda ücretsiz sağlanırdı. Yükseköğretim kurumlarında eğitim görmek için ödenen harçlar kaldırılmıştı. Üniversite öğrencilerinin neredeyse tamamı burslardan yararlanıyordu, yerli ve yabancı öğrencilere dönem aralarında tatil hakkı sunulurdu. Öğrenciler cüzi miktarlara ulaşım araçlarına bedava binebileceği aylık kartlarla toplu taşımayı kullanır, ders kitapları üniversite kütüphanesinden ve ücretsiz şekilde sağlanırdı.

Üstelik eğitim, ücretsiz olduğu gibi günün ve geleceğin ekonomi ve istihdam ihtiyaçları ile kişisel amaç ve ilgi alanlarını da gözeten yüksek bir nitelik de taşımaktaydı; örneğin “politeknik” eğitim ile öğrencilere birden fazla alanda teknik eğitim verilmekteydi, bugün insanların başvurmak için bile birbirleriyle yarıştığı, yalnızca çok küçük bir azınlığa tanınan ÇAP programının milyonlarca gence nitelikli bir biçimde sunulması gibi de düşünebileceğimiz bu sistem, kimsenin diplomasının boşa düşmemesini de sağlıyordu. Ne henüz hayatı tanımayan liselilerin “geleceği olan bölümler” seçmek ne de üniversitelilerin bitirince “iş bulabilir miyim?​” gibi kaygıları yoktu. Halkın da dahil olduğu devlet planlaması ile herkes yetenek, bilgi ve becerilerine uygun bir iş sahası yaratılabiliyordu. Herkesin çalışma ve yaşama hakkı anayasal güvence altında olduğu gibi savaş yılları haricinde işsiz hiç kimse de yoktu.

Tüm bunlar üniversiteli bir gençlik için bir hayal değil. Gençlerin de siyasette söz sahibi olduğu, sosyalist bir sistemde mümkün. Mümkün olmaktan öte yaşanmış bir gerçek. Mücadelemizi eşit, özgür ve sömürüsüz bir dünyayla birleştirerek; insanca bir yaşam mücadelemizi sosyalizm mücadelesiyle büyüterek yalnızca parasız, bilimsel ve demokratik üniversiteyi değil yaşamı da kazanabiliriz.

Evrensel'i Takip Et