Düşlediğimiz hayatları ve özgürlükleri kazanmanın zorunlu koşulu
“Zorunluluğun bilincine varmak demek, kendi iradi eylemini engelleyecek durumdan çıkarmak demektir.” Özlemini duyduğumuz yaşam koşullarına erişmek bu bilince sahip olmak demektir.
İllüstrasyon: Freepik
Taylan Özgür DELİBAŞ
İstanbul Üniversitesi
Gençliğin büyük bir kesimi kendini mevut iktidara muhalif olarak tanımlıyor. Türkiye gençliği yaşadığı pek çok sorunun müsebbinin tek adam iktidarı olduğunun ve 22 yıldır kurulan baskıcı rejimin hayatının her alanına sirayet ettiğinin de farkında. Ancak bu farkındalığın 5 yıldan 5 yıla yapılan seçimlerde alternatif partilere oy vermekten öteye geçmediği bir durum söz konusu.
Kurmak istediği baskıcı ve gerici rejimin toplumun örgütsüzlüğünden geçtiğini bilen AKP, iktidar olduğundan bu yana toplumun her kesimini örgütsüzleştirmek için özel bir çaba sarf etti. Gençlik de bundan özel olarak payını aldı: 22 yıllık iktidar boyunca üniversitelere kayyumlar atandı, akademisyenler KHK’larla atıldı, liselerde çocuk işçiliğine MESEM adı altında yasal kılıf bulundu, lise müfredatları dinci-gerici unsurlar etrafında tekrar kurgulandı; tüm bunlar yapılırken iktidar, sırtını, gençlik kesimlerinin örgütsüzlüğüne yasladı.
Gençliğin politik olan, olmayan her türden birliğine, örgütüne tahammülü olmayan iktidar, gençliğe siyaset yapmayı yasaklamaya gayret ediyor. Kendisininki dışındaki her türden siyaseti “kökeni dışarıda” olmakla ve hainlikle suçlayan, bu sebeple de, sesini yükselten gençlik kesimlerini marjinalleştiren ve gençliğin yan yana gelme yollarını yarattıkları korku iklimiyle imkânsız hale getirmeye çalışan bir iktidar görüyoruz.
GENÇLERİN SİYASETİNİ NEDEN BAŞKASI YAPSIN?
Mevcut siyasetten umudunu kesen gençlerin kendi siyasetini yapmaya dair olan ufkunun git gide daraldığı, “siyaset yapma işini” profesyonel siyasetçilere havale ettiği bir ülkede, yapılan siyasetin de neden gençlerin çıkarları doğrultusunda ilerlemediği gayet anlaşılır hâle geliyor.
İktidarın, gençlerin örgütsüzlüğüne yaslandığı konusuna geri gelecek olursak, üniversitelerin en özgür ve demokratik olduğu dönemlerin gençlik hareketinin en ileri olduğu, gençliğin en örgütlü dönemleri olması rastlantı değildir. Şirketlerin ve patronların ihtiyaçları etrafında şekillenen politikalara müdahale etmek ve bunları, gençliğin öncelikli taleplerini ve ihtiyaçlarını karşılayacak politikalar olarak tekrar kurgulamak ancak örgütlü şekilde talepleri etrafında birleşen gençlerin mücadelesiyle mümkün olacaktır.
ÖZGÜRLEŞMEK İÇİN ÖRGÜTLÜLÜK
21. yüzyılın sözde özgürlükler dünyasının düşünce sistemi; örgütlü yaşamdan güç alarak hayatı birlikte inşa etmek ve örgütlülük gibi kavramları, bireysel alanları sınırlayan, gereksiz zaman harcanan, kişileri kendinden taviz vermek zorunda bırakan alanlar vb. olarak lanse eder. Modern dünyada kimsenin bunlara ayıracak vakti yoktur! Eğer geleceğimize dair bir kaygımız varsa onu en değiştirecek şey kişisel gelişimimizdir!
Bu gibi iddialar, elbette zihinlerde oluşan özgürlük kavramının kendisiyle doğrudan bağıntılıdırlar. Bu “özgürlükler dünyasında” alınacak her kararda bireylerin kendi özgürlüğünün öncelenmesi ve “toplum içinde birey olma olgusunu” kaybetmemesi, örgütlülük denen mefhuma da buradan bakmak gerektiği konusunda genel bir uzlaşı hâkim. Özgürlük anlayışının genel sonuçları üzerinden tartışmak ve örgütlülük konusunda nasıl kafa bulandıran, gerici bir konsept olduğunu ortaya koymak faydalı olacaktır.
Özgürlük denilince akla ilk gelen nedir? Kimseye sormadan, kimseye hesap verme ihtiyacı hissetmeden istediğimizi yapabilme serbestliğidir. Bu, Aydın Çubukçu’nun deyimiyle “sıradanlaştırılmış özgürlük kavramı”dır. Bu anlayış, özgürlüğü bireysel bir soruna indirgemektedir. Bu bakışa göre özgürlük ve zorunluluk birbirinin karşıtı iki kavram olarak şekillenmektedir, birisi varsa diğerinin var olmadığı iki kavram.
Ancak Marksizm özgürlük ve zorunluluğun diyalektik bir karşıtlık içinde, birlikte var olduğunu ortaya koyar. “Özgürlük zorunluluğun bilincine varılmasıdır” diye ifade eder Marx. Ancak bu, bu zorunlulukların yalnızca farkında olmakla sınırlı kalarak bunlara teslim olmak demek değildir, aksine, “Zorunluluğun bilincine varmak demek, onun bilgisine vararak, kendi iradi eylemini engelleyecek durumdan çıkarmak demektir.”*
ÖZGÜR OLMANIN KOŞULU BİZE DAYATILAN ZORUNLULUKLARI AŞMAK
Özlemini duyduğumuz yaşam koşullarına erişmek, nitelikli eğitim, yaşanabilir yurtlar ve güvenli kampüs gibi en acil ve güncel taleplerimizi nasıl hayata geçireceğimizi bilmek, bu bilince sahip olmak demektir. Bu sahip olduğumuz bilinçle birlikte talep ettiğimiz şeyi iradi olarak dönüştürmek için eyleme geçmek demektir aynı zamanda.
Ancak bu güç, bireylerin kendi başlarına sahip oldukları özellikte değil, toplumsal ilişkilerin içinde gizlidir. Kolektif eylem, dönüştürücü bir nitelik taşır; özgürlük ile eylem arasındaki karşılıklı ilişkinin ayırt edici yönü, insanların eylemlerini planlayabilme ve sonuçlarını kontrol edebilme yeteneğidir. Birey, tek başına, çevresindeki zorunluluklar karşısında ne yapabilir ki? En basit sorunların bile tekil birey için çözülemez görünmesi, zaman zaman umutsuzluğa ve karamsarlığa da sürükleyebilir. Ancak örgütlü eylem, çevremizi etkileyebilmemizin ve değiştirebilmemizin bir şartı olarak, bizi çevreleyen koşullar ve zorluklar üzerinde, o zorunlulukları atlatacak manevraları veya o zorunlulukları ortadan kaldıracak dokunuşlarda bulunmamızın olanağını sağlar.Formun Üstü
Örneğin bir fabrikadaki üretim süreci böylesi bir örgütlülüğün örneğidir. İnsanlığın ortak ve tarihsel birikiminin sonucu olan bilimsel kuramlar ve bunun bir sonucu olarak üretim bilgisinden tutalım da fabrikada birlikte üretim yapan binlerce emekçinin kol kafa emeğini kullanarak üretimin farklı aşamalarından bu faaliyete katılmalarına kadar baştan sona örgütlenmiş bir süreç görürüz. İnsanlık tarihinin bilgi ve deneyimini bu anlamıyla kullanabilmek için böylesi bir örgütlülüğe sahip olmak zorunda olduğunu görürüz.
Üretim alanındaki bu örgütlülük ihtiyacı benzer şekilde sosyal hayatın düzenlenmesi, demokratik hak ve özgürlükleri kazanmak, hayalimizdeki yaşamı kurmak açısından da bir bu kadar zorunludur. Mevcut sömürü ve kâr düzenini değiştirmenin yerine özlemini duyduğumuz geleceği koymanın tek başımıza yapılacak bir iş olmadığı açıktır. Ancak üniversitemizden, lisemizden, çalıştığımız atölyeden başlayarak birlikte ve örgütlü olduğumuzda yaşadığımız bu düzeni bir bütün olarak değiştirebileceğimiz gerçeği, bütün bir insanlık tarihini yaratan gerçek olarak önümüzde durmaktadır.
Emek Gençliği 10. Konferansı’na giderken bütün Türkiye gençliğine yaptığı örgütlenme ve kendi çıkarları için kimseyi beklemeden mücadele etme çağrısı, daha iyi bir yaşama, örgütlü bir yaşama olan çağrıdır. Şimdi bu çağrıya cevap verme, taraf değiştirme zamanı.
*Özgürlük ve Örgütlülük, Aydın Çubukçu; 2010, Özgürlük Dünyası, Sayı: 213