26 Mart 2024 13:53

Umutsuzluktan kurtuluş formülü

Bugüne kadar birleşmeden verdiğimiz tepkilerin cılız-sonuçsuz kalışı; bir araya gelmek zorunda olduğumuzu söyleyen bizlerin hayalperest değil, akılcı kimseler olduğumuzu gösterir.

Kaynak:Mr TT/Unsplah

Paylaş

Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi

 

Öncelikle selam arkadaşım. Bu yazımızda, son zamanlarda senin de gözlemlediğine emin olduğum, biz gençler üzerinde etkili olan umutsuzluk salgınını örnekleriyle birlikte tartışacak, yazımızın ikinci kısmında da hızla yayılan bu umutsuzluk salgınına karşı reçetemizi birlikte hazırlayacağız.

NEDEN UMUTSUZUZ?

Umutsuzluğun semptomlarını, bir üniversite öğrencisi olarak bildiğim bazı örnekler üzerinden belirtmek isterim. Umutsuzuz çünkü eğitimimiz sürerken kötü ekonomik koşulların pençesindeyiz; en temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için bile mali hesaplar yapmak, bazı şeylerden feragat etmek zorunda bırakılıyoruz. Umutsuzuz çünkü her geçen gün okulda eğitimine devam etmesi gereken bir kardeşimizi, bir sıra arkadaşımızı çeşitli işlerde ekmek parası için ter dökerken geçirdiği iş kazasına kurban veriyoruz. Umutsuzuz çünkü birçok sıra arkadaşımızın maddi sıkıntılar ve yetersiz yurt imkanları sebebiyle tarikat-cemaat yurtlarında kalmak zorunda bırakıldığını ve bazılarının bu yurtlarda hayatına son verdiğini görüyoruz; devlet yurtlarında kalabilme şansı bulsak dahi kötü koşullara boyun eğmek zorunda kalıp, bir asansör kazası gibi sebeplerle ölebileceğimizi biliyoruz. Umutsuzuz çünkü birçoğumuz Türkiye gibi bir deprem ülkesinde ailelerimizle veya ev arkadaşlarımızla birlikte depreme dayanıksız konutlarda yaşıyor, depremle ilgili yetkililerden geçerli bir hamle göremiyor, 6 Şubat depremleri ve daha nicesinde arkadaşlarımızı, sevdiklerimizi, hayatlarımızı kaybediyoruz. Umutsuzuz çünkü özgürlüklerimizin günden güne kısıtlandığını acı bir şekilde deneyimlediğimiz ülkemizin kasvetli atmosferinden geçici olarak uzaklaşıp ufacık bir nefes alabildiğimiz kampüslerimizde de yaşam tarzına müdahaleye varan antidemokratik kararlarla karşı karşıya bırakılıyoruz. Umutsuzuz çünkü yukarıda bahsettiğim örnekler gibi bin bir dertle, zorlukla tamamladığımız eğitimlerimizin sonucunda işsiz kalmanın Türkiye için artık normalleştiğini görüyor ve işsizlik yüzünden bölümümüzle ilgili olmayan bir işte çalışırken Somali devlet başkanının oğlu tarafından öldürülürsek katilimizin cezasız kalacağını biliyoruz. Bunlar semptomlarımızın küçük bir kısmı, yani bir dergi sayfasına sığabilecek bir kısmı…

PEKİ REÇETEMİZ NE?

Verdiğim örneklerden sonra umutsuzluğun kaynağının da çözümlerin de politik olduğunun netliği konusunda hemfikir olduğumuzu düşünerek, bu salgına karşı tek ve en geçerli ilacın yine yerinde bir politik tavır etrafında birleşmek olduğunu söylemekte bir yanlışlık görmüyor ve tam da bu nedenle reçetemize, salgın atlatılana dek bir araya gelip sorunlara karşı ortak bir ses çıkarabilme becerisi, yani örgütlü mücadele yazıyoruz. İşte reçete hazır, fakat kimileri reçetede bazı mantık hataları olduğunu düşünüyor olabilir. Gerçekten öyle mi? Güncel siyasal gelişmeler, toplum hafızasında yer etmiş bazı olay ve söylemler ve tüm bunların bir sonucu olarak ön yargılarımız, bazılarımıza sorunlara karşı bir araya gelemeyecek kadar farklı, ortak bir ses çıkaramayacak kadar uyumsuz olduğumuzu düşünmek için geçerli sebepler sunuyor gibi gözükebilir. Ancak unutulan bir şey var: Dizayn edilmiş siyasetin bir güç pekiştirme stratejisi olarak kutuplaştırdığı bu toplumun her ferdinin yaratılan yapay gündemler ve öne sürülen farklılıklardan daha önemli gündemleri, daha geçerli ortaklıkları var.

Yazının ilk kısmında neden umutsuz olduğumuza dair, biz gençler özelinde vermiş olduğum örnekler yapay gündemlerle unutturulmaya çalışılan esas gündemlerimizdir aslında. Ve bu acı dolu, sancılı gündemler içerisinde istisnasız hepimizin en az bir veya daha fazla “semptom”dan muzdarip olmamız ise en geçerli ortaklığımızdır. Her gün neredeyse hepimize sanki ortak cetvelle çizilmişçesine dayatılan hayatı sürdürürken aynı saatlerde uyanıyor, henüz doğmamış güneşin eksikliğiyle aynı uyanamama sorununu yaşıyor, birleşmemize asla engel olamayacak farklılıklarımız üzerinden kutuplaştırılan bin bir çeşit rengimizle toplu taşıma araçlarında tıkış tıkış bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz ve artan enflasyonla birlikte ezilmemize göz yumulan politikaların bir sonucu olarak hepimizi şaşırtan fiyatlara da birlikte öfkeleniyoruz mesela. Ancak tüm bu ortak problemlerimize karşı bir araya gelip güçlü bir ses yükseltmek istediğimizde bize sunulan bazı geçersiz argümanlara teslim oluyor, yalnızlaştırılabiliyoruz ne yazık ki!

“Bir araya gelelim, ortak ses yükseltelim ve demokratik haklarımızı kullanarak haksızlığa birlikte karşı çıkalım diyorsun iyi hoş da bu dediğin nasıl olacak, daha önemlisi işe yarayacak mı?​” gibi bir soru duyduğumuzu varsayalım. Bir problemi çözmenin en iyi yollarından biri, problemi önce ufak parçalar halinde çözmeye başlayıp sonrasında bu çözümleri problemin geneline yaymaktır. Bu sebeple ülkemizde ve hatta dünyada kurmak istediğimiz birlikte mücadele geleneğini ilk olarak üniversitelerimizde inşa etmeye başlamamızda fayda olabileceği görüşündeyim. Öncelikle üniversitelerde törpülenen demokratik haklarımızı geri alma konusunda bir irade göstermeli, karar alma aşamalarına öğrenciler olarak doğrudan katılabilmenin yollarını aramalıyız. Örneğin, üniversitelerde öğrencilerin talep, görüş ve kararlarını özelden genele iletebileceği öğrenci temsilciliği kurullarının, yani ÖTK’ların kurulmasını ve bu ÖTK’ların tepeden indirilmiş, yetkisi kısıtlanmış birimler değil öğrencilerin bizzat oy vererek seçtiği kurullar olmalarını sağlamalıyız. İşte bu ve bunun gibi yöntemlerle önce üniversitelerde, sonrasında üniversite deneyimlerimizden öğrendiklerimizle tüm yurt genelinde bir araya gelerek problemleri çözebilme yeterliliğini kazanacağımıza inanıyorum. Henüz bu denli bir yapılaşmayı tesis edememiş olsak dahi bir araya gelip elde ettiğimiz çok sayıda kazanımımız var. Bunlara örnek verecek olursam; Bir Yıldız Teknikli olarak geçmişte okulumuzun Davutpaşa Kampüsü’nde yapılması hedeflenen Millet Bahçesi projesine karşı birlikte ses yükselttiğimizi ve bu projeyi iptal ettirdiğimizi, okulun ismi ve tarihiyle doğrudan bağlantılı Beşiktaş-Yıldız kampüsümüzün keyfi uygulamalarla işgalini yine bir araya gelerek engellediğimizi, İstanbul Üniversitesinden arkadaşlarımızın gerçekleşeceği öğrenilen yemekhane zammını bir araya gelerek iptal ettirdiğini, Boğaziçi Üniversitesinden arkadaşlarımız ve hocalarımızın 1100 günü aşan kararlı mücadeleleri ile elde ettikleri ve dahasını elde edeceklerine inandığımız kazanımları ve bunlar gibi birçok kazanımı sayabilirim.

HAYALPEREST DEĞİL AKILCIYIZ

Sadece küçük bir kısmına değinebildiğim bu kazanımlar ve var olduğunu bildiğimiz dahası, bir araya gelmememiz için yaratılan yapay gündemlere, bilinçli kutuplaştırma politikalarına karşı öne sürdüğüm gerekçeler. Bugüne kadar birleşmeden verdiğimiz tepkilerin cılız-sonuçsuz kalışı; problemleri çözmek için bir araya gelmek zorunda olduğumuzu söyleyen bizlerin birer hayalperest değil aslında görünen tabloyu yorumlayabilen ve bir çözüm yolu üretebilen akılcı kimseler olduğumuzu gösterir. Son olarak bana göre asıl hayalperestliğin, sadece sızlanarak bir şeylerin değişebileceğine dair umutlar besleyip aynı şeyleri tekrar tekrar yaparak başka sonuçlar beklemek olduğunu söyleyerek yazıyı son bir çağrıya bağlamak isterim. Avusturya İşçi Marşı’nda da söylendiği gibi: “Biz bu karanlık yolun sonunda doğacak güneşi görüyoruz.” Tüm arkadaşlarımızı doğacak güneşi hep birlikte karşılamaya davet ediyoruz. Salgın tanısı da reçete de hazır; bu salgını hep birlikte, omuz omuza atlatmak dileğiyle…

ÖNCEKİ HABER

Bu deneyimi okulumuza taşımalıyız!

SONRAKİ HABER

Meşaleden alev topuna

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa