26 Mart 2024 13:57
/
Güncelleme: 14:00

Uykumu kaçıran yasaklar

Barış, amcamların yıkılmış evlerinin moloz yığınları arasında; toprakta çıkan o güzel kardelen çiçeği gibi olabilirdi. Zor şartlara rağmen “Ben buradayım” der gibi…

Uykumu kaçıran yasaklar

Fotoğraf:pixabay

Davut BAĞLAN

Ege Üniversitesi

Gecenin kör karanlığında bir anda yüksek bir sesle uyandım, galiba roketatar sesiydi. Hiçbir şey yoktur inşallah deyip uykuma devam etmiştim. O gün bizi nelerin beklediğini sabahleyin belediyenin yaptığı anonsla az çok anlamıştık. Hoparlörden yüksek ve herkesin kulaklarını rahatsız edecek bir şekilde “Bu akşam saat sekizden itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir” diye bir ses duymuştuk. O an durdum ve kendi kendime şu soruyu sordum, aynı zamanda hepimizin de birbirimize bakıp aynı soruyu düşündüğünü fark etmiştim: “Nasıl yani, sokağa çıkamayacak mıyız? Marketten ihtiyaçlarımızı alamayacak mıyız?​”

O an benim aklımda “Okula devam edemeyecek miyim?​” sorusu varken aslında yasaklar bittiğinde; yukarı mahalleden evlerimizi terk edip aşağı mahallede, bir iki ay akrabalarımızda yaşadıktan sonra geri mahallemize döndüğümüzde evlerimizi yerinde bulabilecek miyiz sorusunun kafamda olması gerektiğini düşünmüştüm.

Çünkü bu yasak anonsu beni iki defa uykumdan uyandırmıştı. Bu yasak iki defa hayatımıza girmişti ama bizi uykusuz ve aç bırakarak sevdiklerimizden ve evlerimizden, mahallemizden uzak tutması yalnızca iki defa olmamıştı. O çaresizliği evlerimize döneceğimizin günün umuduyla her gün yaşıyorduk. Yasaklardan arta kalan şeyse yıkılmış evler, sevdiklerini kaybeden insanlar olmuştu. Bu bir savaş mıydı? Hayır. İki kardeşin kavgasına benziyordu. Bunu söylerken acaba yanılıyor muyum diye vicdanıma sordum.

Vicdanımın bana söylediği şey şu oldu: Hangi kardeş, kardeşinin cansız bedeninin bir hafta boyunca sokak ortasında kalmasına izin verir ve onu almak isteyen yakınlarına ateş açar? O gün, günlerce yerde yatan bir annenin haberini duyduğum gün bunun ne bir kardeş kavgası ne de bir savaş olduğunu anlamıştım. Bu ancak kin ve nefretiyle vicdanını kaybetmişlerin aşağılık ihtiraslarıydı.

Aradan biraz zaman geçtikten sonra büyük kardeş yetkililerle beraber evlerimizi onarmak için gelmişti, daha doğrusu öyle görünüyordu. Şimdi vicdanım bana barışı sorgulatıyordu.

Barış böyle bir şey mi?

Önce yıkıp sonra düzeltmeye çalışmak mı?

Hayır dedi vicdanım bana. Barış böyle bir şey olamaz.

Barış, ancak iki ay sonra mahallemize döndüğümüzde amcamların yıkılmış evlerinin moloz yığınları arasında; toprakta yağmurun da etkisiyle çıkan o güzel kardelen çiçeği gibi olabilirdi. Zor şartlara rağmen “Ben buradayım” der gibi… Çünkü kardelen çok zor şartlarda yeşeren bir çiçektir. “Benim hâlâ umudum var” der gibi duruyordu öylece molozların arasında. Karanlıkların, çaresizliğin, molozların içinden çıkan güzel bir çiçek gibiydi barış. O an kafamın içinde bir şarkının sözleri canlandı ve çiçeğe dönüp şarkının sözlerini söylemeye başladım:

“Güneş doğacak açacak çiçek

Gelip geçenler diyecek “Merhaba!”

Merhaba ey güze çiçek”

Elveda karanlıklarla dolu günler…

Evrensel'i Takip Et