Seçimlerin gölgesinde kalan asgari ücretlinin barınma sorunu
Risklerle dolu coğrafyamızda gerçekçi ve toplumcu çözümlerin tartışılıp hayata geçirilmesinde kaybedilen her saniye, ne yazık ki barınma krizini derinleştirecek, afetlerin bedelini ağırlaştıracaktır.

Kaynak:Freepik
Yusuf EKİCİ
Şehir Plancısı
Doğanın yeniden üretimi, insanın geçim araçlarına ulaşmasıyla beraber köklü bir şekilde değişmeye başladı. Bu ilişki zaman içerisinde yerleşik hayatın giderek güçlenmesini sağlayarak kentlerin doğmasına neden oldu. Üretim araçlarının sahipliği ve geçim araçlarına erişim, doğal olarak toplumsal sınıflar arasındaki ilişkinin gerilimini belirliyor. Kentsel ilişkiler böylesine karmaşık bir ilişki ağı içerisinde yeniden üretiliyor.
6 Şubat 2023’te gerçekleşen depremde ülkemizde 11 ilde unutulmayacak bir felaket yaşandı. Üstelik bu felaket ilk değil; bilimle inatlaşıldığı ve sermaye insan yaşamından daha öncelikli görüldüğü sürece ne yazık ki son da olmayacaktır. Bu coğrafyada tarihsel olarak kayıt altına alınmış neredeyse her deprem -her dönemin kentleşme politikasında kendi özgünlüklerini unutmadan- bir felakete dönüştü. Deprem öncesinde de önümüzde duran barınma sorunu deprem sonrasında daha yakıcı hal aldı ve tam anlamıyla bir krize dönüştü. Bu nedenle 31 Mart 2024 Yerel seçimleri öncesi barınma krizini nedenlerini ve müdahale araçlarını yeniden hatırlamakta ve konuşmakta yarar var. [1]
Türkiye kentleri, kamu yararı yerine sermayenin talebiyle yürütülen planlama süreçleri, bilimsel bilginin yok sayıldığı yasal düzenlemeler, mevcut yasal düzenlemeye dahi uyulmayan denetimsiz bir sektör, finansal teşvikler, enflasyon, kur krizi, “sosyal” niteliğinden uzak “sosyal konut” kampanyaları, imar afları/barışı vd. işlemler aracılığıyla konutun bir yatırım aracına dönüştürüldüğü bir yapıya sahiptir. Bu durum haliyle, nüfus ve yapı yoğunluğunun oldukça yüksek; buna karşın sosyal ve teknik altyapı alanlarının yetersiz, sağlıksız ve güvensiz kentlerde yaşamamızla sonuçlanmaktadır.
Barınma sorunu, kapitalist kentlerin doğuşundan bu yana hep var oldu. Çünkü sistemin bu sorunu çözme çabası, elde edilecek kâr ile doğrudan ilişkiliydi. İşte bu ilişki, bugün yaşadığımız barınma krizini besleyen ana damarı oluşturuyor. Son 20 yıldır Türkiye ekonomisinin gelişmesinde önemli bir paya sahip olduğu iddia edilen inşaat ve gayrimenkul faaliyetlerine çok büyük ölçekte kaynağın transfer edildiğini biliyoruz. Prof. Dr. Özgür Orhangazi, Dünya Bankası’nın verilerini dikkate alarak 1998-2021 yılları arasında Türkiye’de inşaat ve gayrimenkul faaliyetlerine ayrılan kaynağın 2,2 trilyon dolar olduğu tespitinde bulunuyor.[2] Yine Dünya Bankası’nın 1990-2023 yılları arasında otoyollar, köprüler, havalimanları, şehir hastaneleri vs. için toplam yatırım miktarının 148 milyar doları aştığı görülüyor (Şekil 1).[3] 30 yılı aşkın inşaat ve gayrimenkul alanına ilişkin devasa bir kaynak dolaşımda olmasına rağmen Şubat 2023 depremlerinde resmî rakamlara göre 50 binden fazla yurttaşımızın kaybedilmesi, kentlerimizin yerle bir olması aslında ülkemiz kentleşmesinin nasıl olduğunu tanımlıyor.
Şekil 1. Dünya Bankası verilerine göre 1990-2023 yılları arasında Türkiye’de büyük ölçekli projelere ilişkin toplam yatırım miktarı. | İnfografik: Dünya Bankası
Emekçi sınıfların barınma sorunu; artan kira bedelleri, döviz kuru dalgalanmaları ve doğal afetlerle birleşerek derinleşiyor. Bu sorunun temelinde, aslında bir insan hakkı olan sağlıklı ve güvenli bir konutta barınmanın, serbest piyasanın dinamiklerine bırakılması ve konutun yatırım aracına dönüşmesi yatıyor. Bir diğer ifadeyle konut, elinde birikimi olan veya borçlanmayı göze alabilen kesimler için yatırım aracına dönüştürülmüştür.
Öte yandan, sürekli yeni konut üretimi, barınma sorununu çözmek yerine konuta erişim sorununu daha da karmaşıklaştırıyor. Yaşanan bu barınma krizini daha sağlıklı ele alabilmek için son yıllarda emeğin durumu, enflasyon, konut satış/kira bedelleri, mevcut konut stoku ve büyük ölçekli projelere ayrılan sermaye miktarlarına bakmakta fayda var. Aşağıda yer alan verilerden de anlaşılacağı üzere, konut fazlası olmasına rağmen konuta erişim konusunda ciddi bir problem yaşandığı ortaya çıkıyor.
ASGARİ ÜCRETLE GEÇİNEN EMEKÇİNİN BARINMA İLE İMTİHANI
Mevcut ekonomik koşullarda konut kira ve satış bedelleri, enflasyonla ücretlerde yaşanan değişimlere ilişkin veriler çok hızlı bir şekilde geçerliliğini yitiriyorsa da, bu veriler barınma krizinin nedenlerini anlamamıza hâlâ yardım ediyor. Bu değerlendirmeyi yaparken; işçi sınıfı içerisinde önemli bir paya sahip ve doğal olarak en zor şartlarda yaşama mücadelesi veren asgari ücretli kesimi kıstas almak en net ve gerçekçi sonucu veriyor.
Şekil 2. İlgili kurum/kuruluşlar tarafından açıklanan enflasyon, kira, açlık ve yoksulluk sınırı. | Kaynak: TÜİK, İTO, ENAG, TÜRK İŞ ve ENDEKSA
Yukarıdaki verilerden de anlaşılacağı üzere konut kira ve satış bedellerindeki artışın çalışanların ücret artışlarının oldukça üzerinde gerçekleşmesi toplumun büyük bir kısmının daha da yoksullaşmasına, barınamamasına neden olmakta. Kaldı ki emekçilerin ücretlerine yapılan artışlar, artan enflasyon karşısında çok hızlı bir şekilde eridi. Bazı kesimler, bu verileri baz olarak fiyatların yeterli konut üretilmediği için artığını savunuyor. Fakat bu yorumun gerçeklikten uzak, bilinçli bir aldatmaca olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki TÜİK, yerel yönetimler ve ilgili kurumlar tarafından yayımlanan verilere göre ülkemizde özellikle büyükşehirlerde ciddi bir konut fazlası bulunuyor. Fazla olan bu konutların tamamının sağlıklı konutlar veya doğrudan kullanılabilir olmadığı bilinse de ülkemizde uygulanan politikalar nedeniyle konut, bir barınma ihtiyacını karşılamaktan ziyade ne yazık ki bir yatırım aracına dönüşmüş durumda.[4]
2001’de Türkiye’nin yaşamış olduğu ekonomik kriz sonrası inşaata dayalı ekonomik büyüme politikası, konutun bir yatırım aracına dönüşmesine, barınma krizinin derinleşmesine neden oldu. Özellikle bu dönemde Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) eliyle yürütülen “konut politikası”, vatandaşların barınma sorununu çözmeye değil, onları ev sahibi yapmaya çalışarak tamamen bir piyasa aygıtı gibi sürece dahil edildi. TOKİ tarafından 2001’den itibaren üretilen konut projelerinin büyük bir çoğunluğunun üst ölçekli plan kararlarına aykırı, yerleşim alanları sınırları ile kopuk ve kentin saçaklanmasına neden olacak şekilde inşa edilmekte; ayrıca hazine mülkiyetinde yer alan korunması gereken tarım, ağaçlandırılacak alan vb. kullanım alanlarında yer seçmekte.[5] Kentlerimizde yer alan yapı stoğunun çok büyük bir kısmının depreme dayanıklı olmadığı ve bu yapıların dönüştürülmesi ihtiyacı ortada iken TOKİ tarafından da üretilen konutların önemli bir kısmının “kaynak yaratmak” amacıyla üretildiği, alt gelir grupları için üretilen konutların kullanım hakkı yerine mülkiyetinin satılması nedeniyle de sosyal konut tanımına uymuyor. Konut üretiminde önemli bir aktör olan TOKİ tarafından, mevcut yerleşimler dışında üretilen konutlar yerine sağlıksız, güvensiz yapı stokları dönüştürülseydi ve tanımına uygun bir şekilde sosyal konut (yararlanıcısına uygun fiyatlarda kullanım hakkı veren) üretilseydi, son yaşadığımız depremlerde bu kadar can kaybı olmayacak, kira bedellerinde bu düzeyde artış yaşanmayacaktı.
Şekil 3. TOKİ tarafından İzmir’de mevcut yerleşim alanlarından kopuk inşa edilen konut alanları.
TOKİ veya özel sektör eliyle yeni konutlar üreterek arzı artırmak barınma sorununu çözmekten de uzak bir yaklaşım olarak ortada duruyor. Kaldı ki mevcut fiyatlara göre ödeme gücü olmayan, konuta erişemeyen alt ve orta gelir grubu için bir çözüm de yaratmıyor. Nedenini şöyle açıklayalım: Bu durumu TÜRK İŞ tarafından düzenli bir şekilde aylık olarak yayımlanan TOKİ veya özel sektör eliyle yeni konutlar üreterek arzı artırmak barınma sorununu çözmekten de uzak bir yaklaşım olarak ortada duruyor. Kaldı ki mevcut fiyatlara göre ödeme gücü olmayan, konuta erişemeyen alt ve orta gelir grubu için bir çözüm de yaratmıyor. Nedenini şöyle açıklayalım: Bu durumu TÜRK İŞ tarafından düzenli bir şekilde aylık olarak yayımlanan açlık ve yoksulluk sınırı, merkezi düzeyde son yıllarda 6 ayda bir belirlenen asgari ücret, özel kuruluşlar tarafından yayımlanan konutların ortalama satış ve kira bedellerini bir araya getirdiğimizde aslında yaşanan barınma krizinin ne olduğu ortaya çıkıyor. Aşağıda yer alan grafikte de net bir şekilde görüleceği üzere aralık ayında yapılan ek artış ile 1 Ocak 2024 itibariyle 17.002 olan asgari ücret değeri ortalama kira değerinin üzerine çıktı. Ancak Şubat 2024 itibariyle ortalama kira değeri asgari ücreti geride bıraktığı gibi bu farkın 1 Temmuz 2024’e kadar gittikçe açılarak asgari ücretlinin barınma sorununu derinleştireceğini söylemek de hatalı olmayacaktır.
Şekil 4. Asgari Ücretle Geçinen Emekçi Neden Barınamıyor? | Kaynak: TÜRK İŞ ve ENDEKSA
Endeksa[6] Şubat 2024 verilerine göre, Türkiye’de bir dairenin ortalama kira değeri 15.041 TL, İzmir’de ise bu değer 17.424 TL oldu. Artık günümüzde konut sahibi olmanın toplumun önemli bir kısmı için hayal olduğunu yine Endeksa ve BETAM tarafından yayımlanan veriler üzerinden net bir şekilde anlaşılmaktadır. Örneğin Endeksa Şubat 2024 verilerine göre, İzmir’de ortalama m² konut fiyatı 31.234 TL iken, Betam Şubat 2024 [7] raporuna göre ise Ocak 2024 itibariyle İzmir’de ortalama m² konut fiyatı 30.125 TL’ye tekabül ediyor. Merkez Bankası tarafından Aralık 2023’te yayımlanan verilere göre, bir önceki yılın aynı ayına göre İstanbul, Ankara ve İzmir’de sırasıyla yüzde 54,5, 85,6 ve 70,4 oranlarında konut fiyatlarında artış gösterdiği belirtiliyor.[8]
Şekil 4’te yer alan grafikten de net görüldüğü üzere Eylül 2021 itibariyle konut kira bedellerinde anormal artışlar yaşanmış ve bu durum hâlâ devam etmekte. Artan kira fiyatlarını “dengelemek” amacıyla geçen yıl uygulamaya konulan ve bu yıl da süresi uzatılan %25 kira artış sınırı çözüm olmaktan ziyade ev sahipleriyle kiracıların gergin bir yıl geçirmesine neden olmakta. Ne yazık ki bu konuyla ilgili gerginlikleri, yargıya intikal etmiş çok sayıda başvuruyu her gün basından takip ediyoruz. Üstelik açılan bazı davalarda da mahkeme tarafından verilen kararlarda %25 kira artış sınırının somut olay özelinde değerlendirileceği, taşınmazın niteliği, kullanma alanı, konumu, kira bedelini değiştirecek fonksiyon değişikliği, amortisman, döviz kurlarındaki dalgalanmalar dikkate alınarak hakkaniyete uygun bir değer belirlenmesi gerektiği ifade edilmektedir. Konuya neresinden bakarsanız bakın ülkemizde ağır bir şekilde yaşanan barınma krizini tek bir yasal düzenlemeyle çözmenin mümkün olmadığı açık. Konutun kullanım değerini öne çıkaracak politikalar hayata geçirmeden konut satış ve kira fiyatlarının düşmesi oldukça zor görünüyor.
Şekil 5. Merkez Bankası Konut Fiyat Endeksi Ocak 2024 Verileri | Kaynak: Merkez Bankası
OECD’nin en son açıkladığı verilere göre, dünya ülkeleri arasında artan kira ve satış fiyatları arasında Türkiye zirvede bulunuyor (Şekil 6 ve Şekil 7).[9] Kendisine en yakın ülke konumunda olan Macaristan’la arasında kira açısından yaklaşık 3 kat fark, konut satışı açısından ise 5 kat fark bulunuyor. Sadece bu veriler bile, Türkiye’de konutun ne denli bir yatırım aracına dönüştürüldüğünün somut kanıtı niteliğinde.
Şekil 6. Güncel OECD verilerine göre ülkelerin konut fiyatları karşılaştırması. | Kaynak: OECD
Şekil 7. Güncel OECD verilerine göre ülkelerin konut kira fiyatları karşılaştırması. | Kaynak: OECD
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki 7 Mart 2023’te İzmir’de katıldığı programda Dünya Bankası ile İstanbul, İzmir, Manisa, Kahramanmaraş ve Tekirdağ’ın yapı stokunun dönüştürülmesine ilişkin “İklim ve Afetlere Dayanıklı Şehirler Projesi”ni[10] başlatacaklarını ve 0,69 faiz ve 180 ay vadeyle 2,5 milyon TL’ye varan kredi desteği vereceklerini duyurdu. “İklim ve Afetlere Dayanıklı Şehirler Projesi”nin toplamı ise 497,5 milyon avro olarak belirtilmiştir. Çevre düzenleme, altyapı ve arsa bedellerinin dahil edilmediği Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak 2024 Yılı Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğinde 10 katlı bir apartman dairesi için m² yaklaşık maliyet için 15.300 TL olarak belirlenmiştir. Bakanlık verilerine göre ortalama 85 m2 bir konut için maliyet 1.300.500 TL olup Euro kuru ortalama 35 TL alındığında ise bütün kredi miktarı ile 13.400 bağımsız birimin dönüştürülebileceği ortaya çıkıyor ki, bu durum Bakanın İzmir programında ifade ettiği 180.000 riskli bağımsız birimin %7,44’ünü oluşturuyor.[11]
Önceki paragraflarda özet olarak aktardığımız asgari ücret, enflasyon, açlık ve yoksulluk sınırı verileri dikkate alındığında bahsi geçen kredi desteğine kimlerin başvuracağı büyük bir önem kazanıyor. Örneğin evinizi yeniden inşa edeceksiniz ve kenarda birikmişiniz yok veya asgari ücretle geçiniyorsunuz. Aşağıda belirtilen oranlarda kredi çektiğinizde çıkan geri ödemeler şu şekilde oluyor:
- 750.000 TL 180 ay vadeli konut kredisini %0,69 faiz oranı ile aylık taksit 7.289,15 TL, toplam geri ödeme 1.312.046,67 TL.
- 1.000.000 TL 180 ay vadeli konut kredisini %0,69 faiz oranı ile aylık taksit 9.718,86 TL toplam geri ödeme 1.749.395,57 TL.
- 2.000.000 180 ay vadeli konut kredisini %0,69 faiz oranı ile aylık taksit 19.437,73 TL toplam geri ödeme 3.498.791,13 TL.
İzmir’de anne babanın asgari ücretle çalıştığı 3 kişilik bir ailenin oturduğu evden çıkması durumunda yeni bir ev tutabilmek için ayıracağı bütçe Endeksa[12] Şubat 2024 verilerine göre 17424 TL olarak belirlemiş. Bu durumda geriye kalan 16580 TL ile hayatlarına devam etmekte zorlanacakları aşikârken, yukarıda bahsi geçen kredi desteğinden faydalanmaları mümkün müdür? Öte yandan, DİSK-AR[13] tarafından Mart 2024’te yayımlanan İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu’nda, TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı Ocak 2024 itibariyle 10 milyon 453 bin kişiye çıktığı ifade ediliyor. Yine rapordaki geniş tanımlı işsiz sayısının son bir yılda 2 milyon 155 bin, 10 yılda ise 5,1 milyon kişi arttığı yönündeki tespit, işçi sınıfının durumunu ortaya koyuyor.
Yıllardır her seçim öncesi pompalanan “ekonomik durum kötüye gidiyor, siz sadece seçim günü oyunuzu kullanın, boş tencere bu işi çözecek” söylemi en son 14-28 Mayıs 2023 genel seçimleriyle bir kez daha test edildi ve başarısızlığa mahkûm oldu. Açıkçası bu tabloya ilişkin Ümit Akçay tarafından oldukça ufuk açıcı yazılar yazıldı.[14] [15] Özetle “boş tencere” iktidarı götürmedi. Bundan hareketle özellikle İstanbul ve Ankara’da iktidarın yaşadığı oy kayıplarında barınma konusunun önemli bir yerde durduğunu söylemek hatalı olmaz. Şöyle ki büyükşehirlerde 3 kişilik bir haneye iki asgari ücret girmesine rağmen hayata devam etmek oldukça zor iken, aynı gelir düzeyinde Anadolu kentlerinde yaşamak görece daha az zorluk barındırıyor. Barınma krizinin daha derin yaşandığı bölgelerde bu kriz oylara yansıyor ise de diğer bölgelerde henüz sandıktan bu yönde bir tablo çıkmıyor. Örneğin hayat pahalılığı, enflasyon ve barınma krizine rağmen 2019 yerel seçimleri ve 2023 genel seçimlerinde Anadolu’daki (Güneydoğu Anadolu bölgesi hariç) birçok kentte mevcut iktidar yine birinci parti olabiliyor.
Konutu yatırım aracına dönüştüren politikalardan vazgeçilmeden, basit bir yasal düzenlemeyle kira artışına bir sınır koymanın, geçici ve göstermelik bir önlem olmaktan öteye gidemeyeceği açık. Örneğin 6 Şubat 2023 depremleri sonrasında yapı stokunun yenilenmesini hızlandırma gerekçesiyle Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme Ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ve Afet kanununda yapılan düzenleme ile bir bütün olarak planlama devre dışı bırakılmış, yurttaşın en temel hakkı olan itiraz/dava hakkı kısıtlanmış, korunması gereken doğal alanların ise yapılaşmasının önü açılmıştır.[16] [17] Ne yazık ki bu tip düzenlemeler sonrasında yapılan uygulamalardan da net bir şekilde görüldüğü üzere, düzenlemelerin esasen sermayenin kentsel mekânda olabildiğince özgürce dolaşmasını amaçladığı görülmektedir.[18] Depremden kısa bir süre sonra neredeyse her gün farklı sayılarda konut sayısı verilerek bir yılda kentlerin inşa edileceği kamuoyuna duyuruldu. Yaşadığımız son depremler, kentlere bilimsel bilgi ve kamu yararı temelinde bütünlüklü bir bakış açısıyla müdahale edilmediği durumda afetin kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Bu kapsamda meslek odaları tarafından yapılan çağrılar ne yazık ki görmezden gelindi. Gelinen noktada; iktidarın iddia ve tercih ettiği yöntemlerle bir yılda inşa ne inşa edilemedi anlayamadım edilemedi, vaat edilen konutların da yaklaşık olarak ancak %10’u inşa edilebildi.[19] [20] [21]
Çözümmüş gibi uygulamaya konulan yasal düzenlemeler (örn. %25 kira artış sınırı) barınma krizi nedeniyle oluşan toplumsal tepkileri kısmen de olsa düşürmeyi amaçlasa da aslında soruna yeni boyutlar eklemekten öteye gitmedi.
Hem bu veriler hem de yaşadığımız pratikler, konut sayısının matematiksel olarak artırmanın barınma sorunun çözümünde etkin bir araç olmadığını gösteriyor. Yaşadığımız depremlerle de derinleşen barınma krizini anlamak ve/veya çözmek gibi bir niyet taşımayan adaylar 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler öncesi hâlâ kat artışı vaadinde bulunuyor. Ne yazık ki bu vaadin toplumun belirli bir kesiminde heyecan yaratması gelecek açısından umutlu bir tabloya işaret etmiyor.
BARINMA KRİZİ MEVCUT KOŞULLARDA NASIL ÇÖZÜLEBİLİR?
[22]
- Barınmanın temel bir insan hakkı olduğundan hareketle kentlerin eşit, erişilebilir ve hakça planlandığı,
- Planlamanın kamusal bir eylem olduğundan hareketle belirli kesimlerin zenginleşme aracı olmaktan çıkarıldığı,
- Serbest piyasanın konut üretimindeki yetkisi kademeli olarak azaltılarak bütünüyle yeniden devlet eline geçtiği ve devletin konut üretiminde esas aktör olduğu,
- TOKİ başta olmak üzere kamu kurumları tarafından üretilen sosyal konutların sadece kullanım hakkının vatandaşlara verildiği,
- Doğal çevrede yeni konut alanları üretmek yerine mevcut durumda sağlıksız ve güvensiz konutların dönüşümünün kamunun desteğiyle sağlandığı,
- Kendi ihtiyacından fazla konuta sahip olan vatandaşların mal varlıklarının gerçek anlamda vergilendirildiği (konut boş ise ek vergi alınmalı) ve bu verginin öncelikle ihtiyacı bulunan toplumsal kesimlerin barınma sorunu için kullanıldığı,
- Konut alım ve satımı konusunda denetimler artırıldığı, kullanım hakkından ziyade yatırım amacıyla işlemi gerçekleştirenlerden yüksek oranlarda vergi alındığı,
- Yabancılara konut satışının yasaklandığı,
- Kamu mülklerin satışı, anlamına uygun şekilde kamu yararı içermediği sürece yasaklandığı ve kamu mülklerinin vatandaşların barınma ve kamusal ihtiyaçları için değerlendirildiği,
- Konutu yatırım aracına dönüştüren finansal teşviklerden vazgeçildiği vb. uygulamalar bütünlüklü bir politika aracılığıyla hayata geçtiğinde barınma krizi ülkenin ana konusu olmaktan çıkacaktır.
Yukarıda bahsi geçen başlıkların ciddi bir şekilde tartışılması, barınma sorununu dert edinen tüm kesimlerin sorumluluğundadır. Sonuç olarak verili koşullarda, risklerle dolu coğrafyamızda gerçekçi ve toplumcu çözümlerin tartışılıp hayata geçirilmesinde kaybedilen her saniye, ne yazık ki barınma krizini derinleştirecek ve yaşayacağımız afetlerin bedelini ağırlaştıracaktır.
[1] Barınma Krizi Serbest Piyasanın Dinamikleriyle Çözülmez - Yusuf Ekici, Erişim Tarihi: 15.03.2024
[4] Konut bolluğunda barınma sorunu - Osman Balaban, Erişim Tarihi: 15.03.2024
[5] TOKİ web sitesinde yer alan fotoğraflardan da görüleceği üzere, mevcut yapı stoklarını dönüştürmek yerine ağırlıklı olarak yeni yapılı çevrelerin oluşturulduğu görülmektedir.
[8] Merkez Bankası Ocak 2024 Konut Fiyat Endeksi verileri için bkz. Erişim Tarihi: 18.03.2024
[9] OECD tarafından yayımlanan konut verilerine ulaşmak için tıklayınız. Erişim Tarihi: 15.03.2024
[18] Hatay laboratuvarı ve AKP’nin boş arsa hayali - Bahadır Özgür, Erişim Tarihi: 15.03.2024
[19] Kent Bir Yılda İnşa Edilebilir mi? Erişim Tarihi: 15.03.2024
Evrensel'i Takip Et