29 Mart 2024 12:00

Doç. Dr. Derya Kömürcü: Seçmen pazar günü iktidarı cezalandırmayı tercih edebilir

Ekrem İmamoğlu avantajlı olsa da İstanbul’daki yarış kafa kafaya. Pek çok yerde seçim 1-2 puan farkla alınacak. Seçmenini sandığa götürebilen ve sandık güvenliğini sağlayabilenler avantajlı olacak. 

Fotoğraf: Fatih Polat / EVRENSEL

Paylaş

Serpil İLGÜN

Genel seçimlerin hemen ardından gündeme gelen, aday belirleme takvimiyle birlikte harareti artan 31 Mart yerel seçim maratonu, pazar günü noktalanıyor. 

Yöneylem Araştırma Genel Koordinatörü, Siyaset Bilimci Doç. Dr. Derya Kömürcü ile, 10 aydır siyasetin neredeyse tek gündemi haline gelen yerel seçim sürecini konuştuk.

Gözlerin çevrildiği İstanbul’da İmamoğlu avantajlı olsa da yarışın kafa kafaya geçeceğini vurgulayan Kömürcü, seçmen ittifakının İstanbul’da gerçekleşeceğini söylüyor. AKP seçmeninin partisini cezalandırmaya gidebileceğini, bunun da etkisiyle pek çok il ve ilçede yarışın 1-2 puanlık farklarla kazanılacağını belirten Kömürcü, bu nedenle İstanbul ve tüm Türkiye’de seçmenini sandığa götürebilen ve sandık güvenliğini sağlayabilen partilerin avantajlı olacağını vurguluyor.

Yerel seçimle genel seçim dinamiklerinin farklı olduğu söylenegelir. Partilerden, projelerden çok adayların konuşulduğu 31 Mart seçim sürecinde bu ne kadar işledi? 

Ben de genel seçimle yerel seçim dinamiklerinin farklı işlediğini, birine bakarak diğerine dair çıkarımlar yapmanın çok sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Ama gerçekten bu yerel seçimlerde öncesinden başlayarak bütün seçim kampanyaları boyunca, bir, “kim aday olsun”u, iki, “kim kazanır”ı tartıştık. Bunun ötesinde yerel yönetimlere, yurttaşların sorunlarına, daha iyi bir kent yaşamına dair bir tartışma yapmadık. Yani verdiğimiz kavga, genel seçimde de yerel seçimde de aynı olmaya devam ediyor. Bu da bize, genel seçimde olduğu gibi bu seçim de, Türkiye’de siyasetin ne kadar tıkanmış olduğunu bir kez daha gösteriyor. Burada siyasi partilere, adaylara dönük bir eleştiri yapılabilir ama medyaya yönelik de bir eleştiri getirmemiz gerekir. Çünkü medya da kutuplaşmış olduğundan kimin kazanacağı, adayların projelerinden ya da yurttaşların sorunlarından daha önemli hale getiriliyor.

Yerel seçim sürecinde pek çok araştırma yapıyoruz, aynı zamanda Türkiye geneline dair araştırmalar yapmaya da devam ediyoruz. Bugün “Türkiye iyi yönetiliyor” diyenler yüzde 25’i geçmiyor. Daha önemlisi, “Türkiye’nin sorunlarını hangi parti çözer” sorusuna yüzde 40’ın üzerinde “hiçbiri” yanıtı veriliyor. Aslında bu toplumda güçlü bir değişim potansiyeline işaret ediyor.

"KUTUPLAŞMA SÜRDÜKÇE SORUNLARIMIZI KONUŞAMAYACAĞIZ"

Ancak bu değişim arzusu gerçekleşemiyor?

Evet, toplumdaki değişim potansiyelini gerçek bir potansiyele dönüştürme konusunda siyasetin tıkanması kadar, siyasi aktör eksikliği de söz konusu. Kentin sorunlarının çözülmesi için hangi adayan daha uygun olacağı değil, "AKP kazanır mı, CHP kazanır mı" tartışması yürütülüyor. Bunun da temel sebeplerinden biri kutuplaşma.

Kutuplaşma devam ettikçe biz gerçek sorunlarımızı konuşamayacağız. Gerçek sorunları konuşsak bile, yurttaşlar bu çözüm önerilerini duyma konusunda kolay bir ortamda olmuyorlar ne yazık ki.

Türkiye’de kutuplaşma dediğimiz şey, toplumun kendi dinamiklerinden, toplumsal bölünmelerden kaynaklı bir şey olmaktan ziyade, siyaseten üretilmiş bir şey. Türkiye toplumu kutuplaştırılmış bir toplum. Son 10 yılda, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidarını devam ettirme stratejisinin en önemli unsuru olarak devreye sokulan bir konu. Bu konuda da başarılı olmaya devam ediyor.

İktidar, mayıs seçimlerinde beka, güvenlik, aile, LGBTİ gibi kutuplaştırma enstrümanlarını üst seviyelere çıkarmıştı. 31 Mart kampanyasında da sınır ötesi operasyon, yerli savaş uçağı, uzaya astronot gibi temalar işlenmekle birlikte genel seçimdekine kıyasla kimlik, kültür gerilimi daha düşük seyretti. Neden?

Bu soruyu yanıtlamak kolay değil. Şu yüzden, bizim yerel seçim diye konuştuğumuz şey aslında çok parçalı bir şey. Bu söylediğiniz enstrümanların İstanbul seçiminde bir miktar etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü İBB seçimi bir genel seçim havasında geçiyor. Ama örneğin Denizli’de veya Balıkesir’de başka bir dinamiğin işlediğini görüyorum. Ya da İstanbul’un çeşitli ilçelerinde başka dinamikler işliyor. Dolayısıyla baktığımız yere göre başka yanıtlar verebilirim. Ama genel olarak şunu söyleyebilirim, evet 14 Mayıs seçimlerinde seçmenlerin oy davranışları üzerinde beka, istikrar söylemi çok önemli oldu ve Erdoğan çok önemli bir figür olarak ortaya çıktı. Ama bugün biz o seçimden sonra hiçbir şeyin düzelmediği bir Türkiye’de yaşamaya devam ediyoruz, dolayısıyla eleştirelliğin arttığı bir süreçteyiz.

İkincisi, mayıs seçiminde Erdoğan’ın kaybetmesini kendi hayatı için çok ciddi riskler barındıracağını düşünen iktidar seçmeni, bugün çeşitli illerde, çeşitli belediye başkanlıklarının kaybedilmesinin hayatında çok da önemli bir fark yaratacağını düşünmediği için oy tercihlerini değiştirebiliyor. Bu seçimin farklı noktalarından birisi bu. O yüzden istediğiniz kadar “beka” deyin, istediğiniz kadar uçaklar, astronotlar gösterin çok etkili olamayacağını düşünüyorum.

TOPLUMUN GÜNDEMİNDE “DEM’LENME” YOK

İktidarın 31 Mart kampanyasında “bize oy vermezseniz hizmet alamazsınız” ve “DEM’lenme kriminalleştirmesi öne çıktı. Etkisi konusunda ne söylersiniz?

Evet “DEM’lenme” konusu hep gündemde tutuldu ama ne kadar etkili olduğu tartışmalı. Gerçekten toplumun böyle bir gündemi var mı, ben gözlemlemiyorum. Aslında iktidar tarafında da, muhalefet tarafında da çok karmaşık bir seçim süreci yaşadık. Söylemlerin, projelerin çok net olmadığı, “iktidar bunu yapmaya çalışıyor ama biz bu noktada şu şu projeleri devreye sokuyoruz” diyeceğimiz bir tablo yok. Biraz el yordamıyla yürütülen kampanyalar oldu.

Muhalefet de ekonomi konusunu çok gündemde tutmaya çalıştı. Orada da mesela boş tencere konusunun gerçekçi tartışıldığından emin değilim.

BOŞ TENCERE O KADAR BOŞ DEĞİLDİ

“Gerçekçi tartışılmadı” tespitinizi şu soruyla açabilir misiniz? Mayıs seçiminde Millet İttifakının boş tencerenin iktidarı götüreceğine güvenerek geçim derdini örgütlemediği, seçimin kaybedilmesinde bunun önemli bir faktör olduğu dile getirildi. Muhalefet çok daha ağırlaşan geçinememe öfkesini bugün örgütleyebildi mi?

Mayıs seçimlerinde eleştirme yeterli değildi, daha iyisini yapacağınıza seçmeni ikna etmeniz gerekiyordu. Ama bugün belirttiğim gibi oy vermekten vazgeçmesi durumunda ne Erdoğan, ne AKP iktidardan düşmeyeceği için seçmen cezalandırmayı tercih edebilir. Diğer yandan, boş tencere dediğimiz şey aslında boş değildi.

Nasıl?

Boş tencereden bahsederken örneğin ülkedeki işsizlik oranlarına bakmak lazım. Bu faizler niye o kadar düşük tutuldu, ekonomi niye canlandırılmaya çalışıldı, Türkiye istihdam nasıl yarattı? İnsanlar düşük ücretler alsalar bile sosyal yardımlar vs. sayesinde yaşamaya devam edebiliyorlar. Tencere tamamen boşaldığında, onun içine bir şey koyan sizin için çok daha önemli hale geliyor, bu yüzden de bir bağımlılık ilişkisi ortaya çıkıyor ve orada bir istikrarsızlık kaygısı seçmen için çok daha korkutucu olabiliyor. 

Ama belediye başkanlığı seçimi söz konusu olduğunda bunun böyle olmadığını biliyoruz, kutuplaşmanın kırılabildiği, doğru adayların çıkarılabildiği yerlerde bir değişim olacağı görülüyor.

CHP SEÇMENİNİN TEPKİLERİNİ CİDDİYE ALMALI

CHP’yle devam edersek, Özgür Özel yönetiminin 31 Mart için aday belirleme süreci oldukça krizli geçti. Çoğu yerde aday gösterilmeyenler ya istifa etti, ya bağımsız girdi ya da aleyhte çalıştı. Üstüne il binasıyla ilgili para sayma görüntüleri geldi. CHP bu krizleri toparlayabildi mi?

Muhalefet genel olarak yerel seçime çok avantajlı başlamadı. 14 ve 28 Mayıs’ın ardından süreç hem CHP, hem İyi Parti, hem diğer muhalefet partileri tarafından iyi yönetilmedi. CHP açısından, kurultaydaki değişimle beraber en azından seçmenindeki çaresizlik, bıkkınlık hissinin biraz azalmaya başladığını gördük. Ama orda da belirttiğiniz gibi aday belirleme sürecinde ortaya çıkan tablo, yeniden çeşitli tereddütleri beraberinde getirdi.

Bazı yerlerde CHP’ye ciddi tepki olduğunu görüyoruz. Örneğin İzmir. CHP İzmir’de gerçekten tepki alıyor seçmeninden. Bunun CHP’yi İzmir’i kaybetme noktasına getireceğini zannetmiyorum ama böyle bir risk oluştuğunu ifade etmek isterim. Bu büyük tepkinin ciddiye alınması gerekiyor.

BAZI İL VE İLÇELER 1-2 PUANLA KAZANILACAK

CHP’nin Edirne, Eskişehir, Antalya, Hatay hatta Aydın’da da belediyeyi korumakta zorlandığı ifade ediliyor. CHP’nin “kale” kentlerinde ya ciddi gerileme, ya da kaybetme ihtimalinin ortaya çıkmasına salt aday tercihleri mi yol açtı?

Aday belirleme sürecinin esas etken olduğu görülüyor ama şu da var, CHP 2019’da İzmir’de beklemediği ilçeleri de kazanmıştı ama oralarda tatmin edici bir belediyecilik sergilememiş görünüyor. O nedenle de buraları kaybetme ihtimalinin yükseldiğini söylemek gerekir.

Tabloya bir adım geri çekilip toplam olarak baktığımda ise şöyle yorumluyorum; genel seçimler zordur, yerel seçimler daha da zordur. Yerel seçimlerde iller ilçeler, belediye meclis üyelikleri vs. binlerce aday bulmanız gerekir. Bu zor süreci yönetebilmek kolay değil. Ama bugün o olumsuzlukların geride bırakıldığı söylenebilir, herkes pazar gününe odaklanmış görünüyor.

Pazar günü sizin de saydığınız Edirne, Eskişehir, Bursa, Balıkesir gibi illerde, İstanbul’da, Üsküdar gibi çeşitli ilçelerde 1-2 puanlık farklarla kazanılan yarışlar olacak. Tam da bu yüzden kalan günlerde rehavete kapılmayan ve özellikle oy kullanmama eğilimindeki seçmenini ikna ederek sandığa götürebilen avantajlı olacak. Bir diğer önemli konu da, yarışın bu kadar yakın olduğu yerlerde sandık güvenliğini sağlayabilmek.

DEMOGRAFİK DEĞİŞİM SANDIĞA DA YANSIYOR

Büyük şehirlerde kira, ulaşım gibi giderlerin karşılanamaz hale gelmesi nedeniyle halkın şehrin çeperlerine yerleşmeye başlamasının 31 Mart’a yansımaları nasıl olacak? Partilerin kaleleri durumundaki yerlerin bugün riskli hale gelmesinde, demografik değişim nerede duruyor?

Evet, 22 yıllık AKP iktidarında Türkiye sosyolojik ve demografik olarak çok değişti ve bu değişimin kaçınılmaz olarak sonuçları var. Erdoğan kazandığı için biz bu sonuçları göremiyoruz ama kaybettiği yerlere dikkat edersek, demografik değişimin etkisini çok rahat görebiliriz. Bu değişimin 2019 yerel seçimlerinde de, 14 Mayıs 2023 seçiminde de sandığa yansıdığını gördük. 31 Mart’ta da göreceğimizi düşünüyorum.

SİYASAL ESNEKLİK ERDOĞAN’A AVANTAJ GETİRİYOR

İktidarın 31 Mart’ta muazzam sayıdaki konut vaadi dışında “çılgın” projesi olmadı. Geçtiğimiz seçimlerde yüzyılın projelerinden biri olarak ilan edilen Kanal İstanbul ağza alınmıyor. Zam bekleyen emeklilere açık açık “veremeyiz” deniyor. Bunlar iddia edildiği kadar AKP için dezavantaj yaratır mı?

Şuna dikkat çekmek istiyorum, bunlar bazen muhalifler tarafından komik bir şey gibi algılanıyor ama aslında AKP ve Erdoğan’ın siyasal stratejisinin ne kadar esnek olabildiğini ve o esnekliğin nasıl avantaj olduğunu gösteriyor. 14 Mayıs genel seçiminde “Kanal İstanbul yapacağız” demek çok önemli. Çünkü İstanbul’da yaşamayan ülke genelindeki pek çok seçmen için bu tür büyük projeler, “güçlü, büyük Türkiye imajı” için önemli. Erdoğan buradan oy devşiriyor ama İstanbul seçmeninin bunu istemediğini gördüğü anda çok esnek davranıp, bunu gündemden çıkarabiliyor. Bu, alay edilmesinin ötesinde ciddi bir seçim mühendisliği ve başarılı bir siyasetçi örneği aslında.

Şunu da eklemekte yarar var, Erdoğan’ın artık yapmaya çalıştığı şey kendi kitlesini konsolide etmek ve kitlesini sandığa götürmek. İstanbul mitinginde Erdoğan “Biz burada 1.5 milyonları gördük, bugün 650 bin var” derken aslında her şeyden önce “Biz kaybedebiliriz, bunu idrak edin, sandığa gidip oyunuzu kullanın” demeye çalıştığını düşünüyorum. Kaybetme riskinin olduğunu seçmenine göstermeye çalışıyor.

SEÇMEN İTTİFAKI İSTANBUL’DA GERÇEKLEŞİYOR

31 Mart’ta kurumsal olarak ayrışan muhalefet seçmeninin özellikle büyük şehir tercihlerinde Cumhur İttifakı karşısında birliğini koruyacağı görüşüne katılır mısınız? Bu konuda yaptığınız araştırmalar ne söylüyor?

Bunu da yerel yerel değerlendirmek lazım. Bazı yerlerde gerçekten böyle bir tablo var, İstanbul’u konuşacak olursak örneğin İyi Parti seçmeni, partisinin ayrı girme kararını mantıklı bulmadı ve Ekrem İmamoğlu’nu güçlü şekilde destekliyor. Ama zaten İstanbul’da İyi Parti’yi tercih eden seçmenleri sosyolojik olarak CHP’ye oy vermek konusunda sıkıntısı olmayan seçmenler. Dolayısıyla seçmen ittifakı İstanbul’da gerçekleşiyor, onu görebiliyoruz. İmamoğlu’na oy vermek konusunda İstanbul’daki DEM partili seçmenlerin de bir tereddüdü olmadığı görülüyor ama partinin neyi işaret edeceği daha belirleyici. Özellikle Leyla Zana’nın son açıklamalarından sonra durumun nasıl şekilleneceğini görmek lazım. 

DEM SEÇMENİ KURUM’A OY VERMEZ

Pazar gününe kadar Selahattin Demirtaş’tan Meral Danış Beştaş’a destek mesajı geleceği konuşuluyor. Olması halinde etkisi için gözleminiz ne? Diğer yandan parti içinde İmamoğlu’nun desteklenmesi konusunda ikililik olduğu görülüyor.

Demirtaş’tan mesaj gelir mi bilmiyorum. DEM Parti içindekilerin de tamamen partinin ne düşündüğünü bildiği konusunda şüphem var. Belirttiğiniz ikililik hali var ama DEM Parti seçmeninin Murat Kurum’a oy vermeyeceğini söyleyebiliriz, tek yapabilecekleri İmamoğlu’na oy vermelerini engellemek olabilir.

DEM’i İstanbul seçimi içinde yorumlamak gerçekten kolay değil çünkü DEM İstanbul yarışının içinde gerçekten var mı? Yarışma içinde varsa alacağı oy oranı büyük hayal kırıklığıdır ama seçmenini belli konularda serbest bırakmışsa, zaten genel muhalefet bloku içinde kazanmış demektir. DEM’i İstanbul üzerinden tartışmak yerine, Kürt bölgesindeki oy oranının ne kadar arttırabildiği üzerinden tartışmak daha belirleyici olacaktır.

İSTANBUL YARIŞI KAFA KAFAYA GEÇECEK

Siz de belirttiniz, sadece İstanbul değil bütün Türkiye "İmamoğlu mu, Kurum mu kazanacak diye merak ediyor. Moral üstünlüğün Ekrem İmamoğlu’nda olduğu söyleniyor ama bu sonuca ne kadar etki edebilir, ne görüyorsunuz?

İstanbul seçimiyle ilgili elbette biz de araştırma yaptık, başka araştırmalar da var, hepsine genel olarak bakıldığında İmamoğlu’nun avantajlı olduğu görülüyor. Ama buna rağmen yarışın çok kafa kafaya geçeceğini yani pazar günü çok yakın bir sonucun ortaya çıkabileceğini düşünüyorum. O nedenle seçmenini sandığa götürebilenin, sandığın güvenini sağlayabilenin çok avantajlı olacağını tekrar etmek istiyorum. 

Seçim kampanyası açısından nasıldı?

Seçim kampanyası açısından bakıldığında da İmamoğlu’nun güçlü olduğu görülüyor. İmamoğlu bence iyi bir kampanya süreci götürdü. İstanbul’un genelinde de başarılı bir belediye başkanlığı yaptığı için yarışa zaten avantajlı başlamıştı. Buradaki temel kaygı, rakibinin devletin bütün imkanlarını kullanması. Bu imkanların ne kadar etkili olduğunu açıkçası ölçemiyoruz, belki seçim günü devreye girecek. Bu nedenle de son güne kadar rehavete kapılınmaması gerektiğini düşünüyorum.

Diğer yandan böyle ortaya koymayı doğru ve sağlıklı bulmasam da, geldiğimiz noktada şunu söyleyebilirim; İstanbul seçimleri Türkiye’de bundan sonra siyasetin nasıl şekilleneceği açısından da çok önemli olacaktır. İstanbul’da oraya çıkacak tablo bizim 1 Nisan’dan itibaren nasıl bir ülkede yaşayacağımız üzerinde etkili olacak. Unutmayalım ki çok ciddi bir ekonomik krizin içindeyiz, bu krizden çıkmak için çok acı bir reçete hazırlıyor iktidar. Bu acı reçetenin devreye konulması için gittikçe otoriterleşen bir rejim altında yaşama riskimizin olduğunu herkesin göz önünde bulundurması gerekiyor.

SEÇMEN ÇARESİZ HİSSEDİYOR

İster iktidar, ister muhalefet, 31 Mart mitinglerinin genel olarak katılımı düşük ve coşkusuz geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP’nin Ankara ve İstanbul mitinglerini iptal ettiğini de hatırlatalım.

Bu da Türkiye’de siyasetin tıkanmışlığıyla ilgili bir şey. Şu an “Türkiye’de seçmeni tarif et” derseniz, çaresiz derim. “Şu partiye oy verirsem hayatım daha iyi olacak“ diye düşünmüyor insanlar. Esas sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Eğer Türkiye 14 ve 28 Mayıs’ta bir değişimi gerçekleştirebilmiş olsaydı, o zaman başka şeyler tartışıyor olacaktık ve belki de kutuplaşmanın etkisinin de azaldığı, siyasetin gerçekten siyaset olarak tartışılabildiği bir ülkeye doğru yol alacaktık. Ama şu an hala “sen kazandın” ya da “ben kazanayım” tartışmasının ötesinde bir siyaset yok.

EMEKLİLER MUHALEFETİ DESTEKLEMEYE BAŞLIYOR

Ne asgari ücretliler, ne işsizler. Yerel seçim sürecinin başından sonuna emekliler konuşuldu. Siyasal tercihleri konusunda daha muhafazakar görülen, bu nedenle de oylarını çekmek için fazla çaba harcanmayan emeklilerin bu seçimde gündem olmasını ne sağladı?

Emeklileri bundan sonraki seçimlerde daha çok duymaya başlayacağız, çünkü giderek gençlerin toplam nüfus içindeki oranı azalmaya ve 40-50 yaş üstündeki vatandaşların sayısı artmaya başlayacak. İkincisi, insanlar emekli oluyorlar ama emekli olduktan sonra elde ettikleri kazançla hayatlarını sürdürmeleri giderek daha fazla zorlaşıyor. Bu da onları eleştirel bir yere yerleştiriliyor. Araştırmalarda da çok net gördüğümüz sonuçlardan biri şu, emekliler son üç yıl içinde ciddi şekilde muhalefeti desteklemeye başladılar.

Genel seçimden önce çıkarılan EYT konusu iktidara belki avantaj sağladı ama yine çok yüksek sayıda insan bu yolla emeklilik sistemine dahil olduğu andan itibaren güvencesizliği hissetmeye başladı. Çünkü verilen zamlar Türkiye’nin bu ekonomik ortamında bir ay içinde bile ciddi şekilde erimeye başlıyor. Bu nedenle emeklileri önümüzdeki yıllarda çok daha fazla konuşacağız.

YRP SEÇİMDEN AVANTAJLI ÇIKACAK

31 Mart’ta hangi partiler, liderler öne çıkıp, hangileri geriye düşecek?

Öncelikle AKP’nin bu seçimden de güç kaybederek çıkacağını düşünüyorum. Ancak MHP’nin güç kaybetmiyor olmasına dikkat çekmek istiyorum. MHP iktidarın bütün imkanlarından faydalanıp hiçbir sorumluluğu paylaşmayan bir parti olarak, hem devlet içinde gücünü daha çok arttırıyor, hem de büyük ihtimalle yerel seçimde elindeki belediye sayısını da arttırarak, yerel ranttan da daha fazla pay almaya başlayacak diye düşünüyorum.

Ya YRP?

YRP’nin ciddi bir potansiyeli var. Yıllardır AKP’deki erimeyi görüyoruz ama kutuplaştırma siyaseti yüzünden AKP’den kopan seçmen adres bulamamıştı. Deva, Gelecek, hatta SP gibi milli görüş siyasetinin taşıyıcısı bir parti de CHP’nin yanında yer aldığında etkisizleşti. O yüzden YRP’nin, AKP’yi eleştiren ve ondan kopmaya hazır seçmenler için önemli bir alternatif olduğunu görüyoruz. Bence YRP yönetimi de bunu gördüğü için, bu seçime ayrı girerek 31 Mart’ta elde edebilecekleri birkaç avantajdan öte önümüzdeki sürece yatırım yaparak daha çok büyümeyi hedefledi. Bu yüzden oy oranından bağımsız olarak, bu seçimden avantajlı çıkacak partinin YRP olduğunu söyleyebilirim. 

Gerek yaşadığı tartışmalar ve istifalarla, gerekse “muhalefete muhalefet ettiği için” gündemden düşmeyen İyi Parti için durum ne?

İyi Parti’nin açmaya çalıştığı üçüncü yolun açıldığını söyleyemeyiz. Tam tersine eriyor, bazı yerlerde iyi adaylar buldukları için iyi oranlar alacaklar, ama bu gerçek bir güç değil tabii ki. İyi Parti’nin girdiği yoldan rahatsız olanlar CHP’ye, Zafer’e yöneliyor, bir miktar MHP’ye de kaybettiğini görüyoruz ama çok büyük değil. İyi Parti girdiği milliyetçileşme sürecinde kendisinden kopan oyların MHP’ye gitmesini değil, MHP’den oy almayı bekliyor. 

Yerel seçimde genel seçimdeki kadar görünür olmayan Zafer Partisi için ne söylersiniz?

Ne yazık ki, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yapısının özelliklerinden Zafer Partisi’nin büyütme potansiyelini çok açık görüyoruz. Araştırmalarda sadece “İyi Parti’ye, CHP’ye kızdım o yüzden Zafer’e oy vereceğim”in ötesinde ideolojik bir ilginin de olduğu görülüyor, özellikle gençlerde. Bu dikkatle izlenmesi gereken bir şey. Büyük ekonomik krizlerin, işsizliğin yaşandığı ülkelerde aşırı sağın, yabancı düşmanlığının yükseldiğini çok net biliyoruz, bu potansiyelin Türkiye’de de olduğunu vurgulamak gerekir. 

ÖNCEKİ HABER

Hatice Yıldız’ın avukatı: Mahpusa para göndermek yasada suç değil

SONRAKİ HABER

Seçil Erzan davasında sahte imza gelişmesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa