Fatih Polat, Suriyeli Nura'ya konuk oldu | Kafesteki kuş, camdaki bayrak ve bir göçmen
Nura, savaşın kapısına dayanmasıyla birlikte, dört çocuğuyla Türkiye’ye göç etmiş. Bodrum kattaki rutubetli bir dairede yaşıyorlar. Suriyelilerle bile az görüştüklerini anlatıyor.
Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel
Mülteciler Derneğinin sitesinde, Türkiye’de kayıt altına alınan geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 29 Şubat 2024 tarihi itibarıyla toplam 3 milyon 151 bin 915 kişi olarak gözüküyor.
Son 10 yıl içinde Türkiye’de saha araştırmalarıyla desteklenen ve sosyoloji disiplini içinde sonuçlar çıkararak detaylı analizlere yer verilen akademik çalışmalar, özellikle seçim dönemlerinde ‘geri gönderme’ yarışına konu olan tartışmaların tahrip edici sonuçlarına karşı da adeta bir panzehir niteliğinde.
Örneğin Almanya’da, göç gerçeğiyle yüz yüze kalınmasının üzerinden yarım asır geçtikten sonra, ‘entegrasyon’ politikasının aslında iki yönlü bir gerçeklik olduğu, yerli nüfusun da bu toplumsal gerçeğe ilişkin eğitimi ve dönüşümünün gerektiği bilimsel bir gerçeklik olarak öne çıkmaya başlarken, biz henüz, titiz sosyolojik araştırmaların ortaya çıkardığı sonuçların politik alana ve gündelik yaşama tercüme edilmesinin çok başlarındayız.
İSTANBUL’DA BİR KENAR MAHALLE
Bundan 10 yıl kadar önce savaşın kapılarına dayanmasıyla birlikte Türkiye’ye göç etmek durumunda kalan bir ailenin evine doğru yoldayız. Görüştüğümüz kişinin bundan sonraki gündelik hayatında olumsuz bir etkisi olmaması için ilçe ve semt adı vermeyeceğiz. Kendi adı da bizde saklı kalacak. Kendisinin önerisi üzerine onu bu yazı içinde ‘Nura’ olarak anacağız.
‘Her İnsan Bir Hikaye’ dizisinin bu bölümünde, Suriyeli bir Türkmen olan Nura’nın hayatına konuk oluyoruz.
İstanbul’un üçüncü seçim bölgesinde, Suriyeli göçmenlerin yoğun olarak bulunduğu bir ilçedeki bir ara sokağa giriyoruz.
Görüşeceğimiz kişiyi önceden tanıyan bir arkadaşımız bize eşlik ediyor. İftar sonrası Nura’nın evindeyiz. Bir apartmanın alt katındaki küçük bir daire. Geçtiğimiz salonda yerlerde minderler dikkati çekiyor. Bir mindere çömelip oturuyoruz. Evde Nura ile birlikte biri 4-5 yaşlarında diğerinin de 14 yaşında olduğunu ve okula gittiğini öğrendiğimiz iki kız çocuğu var. Duvarda, birbirlerine yakın iki kafes dikkati çekiyor. Kanaryalar öterken birbirlerine eşlik ediyorlar. Evde bir de, evin en küçük çocuğunun peşinden eve gelmiş olan pamuk gibi bembeyaz bir kedi var. Çok seviliyor ve o da bir süredir evin sakinleri arasındaymış.
Türkiye’de Anadolu’nun bir köyünde denk gelebileceğiniz sadelikte bir ev. Oturma odası takımı, koltuk gibi şeyler yok.
"EVİMİZİN YAKINLARINA BOMBALAR DÜŞMEYE BAŞLAMIŞTI"
Nura’nın yanındaki mindere oturuyoruz. Etrafında da çocukları. Sohbete geliş süreçlerini anlamak için Suriye’de hayatlarının son döneminden başlıyoruz. Halep’in merkezinde yaşıyorlarmış. Söz Nura’da:
“Ben gelmeyi düşünmüyordum aslında. Eşim gelmek istedi. 2012’nin sonlarına doğru başlayan savaş, 2014 yılında Halep’te de etkisini göstermeye başlamıştı. Evimizin yakınlarına bombalar düşmeye başladı.”
O sırada dört çocuğu varmış Nura’nın. İkisi kız, ikisi erkek. En büyüğü yedi, en küçüğü ise henüz bir yaşında. “Bir gün bizim evimizin tam arka tarafına bir bomba düştü. Bir baktım, altı yaşındaki çocuğum yok. Bombadan korkup kaçmış. 2-3 saat hiç konuşmadı.”
Ondan sonra artık, Halep’te demirci olarak çalışan eşiyle birlikte ülkeden çıkmaya karar vermişler. Eşinin daha önce Türkiye’ye geçmiş olan akrabaları da varmış.
Nura, göç tarihlerini 2015 gibi hatırlıyor. Ancak 14 yaşındaki kızı, kendisinin göç ettikleri zamanki yaşı ile karşılaştırarak 2014 olabileceğini söylüyor.
"SOKAKTA SADECE TERLİKLERİ GÖRÜYORSUN, HERKES KAÇIYOR"
Onlar göç etmeye karar verdiklerinde Halep’te bulundukları bölgedeki herkesin de göç yollarına düştüğü tarih olduğu anlaşılıyor: “Savaş Halep’e geldiğinde havada uçak gördük, sonra bombalar gelmeye başladı… Sokakta sadece terlikleri görüyorsun, başka bir şey görmüyorsun. Herkes kaçıyor.”
Kaçak yollarla Türkiye’ye geçtiklerinde, sınırda yakalanmamak için en küçük çocuğunun ağzını eliyle kapattığını anlatıyor. Önce Kilis’e gelmişler. Eşinin oradaki teyzesinde bir gece kalmışlar. Sonra yine eşinin akrabalarının olduğu İstanbul’un yolunu tutmuşlar.
“Sonra eşimin burada başka akrabası vardı, buraya, İstanbul’a geldik. Eşim iş aradı. Bulduğu işlerin çoğunda maaşını düzenli ve tam olarak vermiyorlardı. Sonra ben de çalıştım 2 sene kadar.”
- Ne iş yaptın?
- Lokantada çalıştım. Bulaşık yıkadım, yemek yaptım. Mecburdum çalışmaya, dört tane çocuğum vardı. Burada beş oldu. Eşim çalışıyordu ama düzenli maaş vermiyorlardı.
- Çocukların, hepinizin kimliği var mı?
- Var. geçici koruma kimliği.
KENDİSİNİ SURİYELİLERE BİLE KAPATMIŞ BİR SURİYELİ
- Buraya geldikten sonra, yabancı olduğunuz için rahatsız edici davranışlara maruz kaldığınız oldu mu?- Bazen illa öyle şeyler oluyor. Ben, komşularla da çok ilişki kurmam. Suriyeli olduğum için bir şey derler diye korkarım. Suriyelilerle bile çok görüşmem. Sokakta yürürken, ‘Şuna bak dört çocuğu var, daha kendisi çocuk’ diye konuşurlardı mesela.- Çocuklar okula gidiyor herhalde?- Bir tanesini birinci sınıftan alacaklarına beşten başlattılar. Çocuk bize ‘Niye bire vermediniz, kafam almıyor’ diyor. Biri okula güzel devam ediyor, diğeri hiç sevmiyor.- Türkiye’ye göç etmenizin üzerinden yaklaşık 10 yıl geçmiş. Geldiğiniz zamanla kıyaslayınca karşılaştığınız muamelede bir fark oluyor mu?- Çocuklarım ilk okula başladığında, “Suriyeli, ne işin var aramızda?” filan diye konuşurlardı. Herkes tabii ki aynı değil. İyisi var, kötüsü var. Ama benzer tutumlar devam ediyor. Örneğin hasta olduğu için birkaç gün önce ilaç yazdırdım ve almak için eczaneye gittim. Eczacı kadın, kasada duran kıza diyor ki; “Hepsi bunların aynı günde hasta oluyorlar, nasıl beceriyorlar?” Dediği kasadaki kız da Suriyeli ha. Gel şimdi buna cevap ver.
Eve taşınırken de önceki apartmanımızı ev sahibimizin kızı yönetiyordu. Eve taşındığımızın üçüncü günü televizyonu yerleştiriyoruz, geldi: “Siz neden gürültü yapıyorsunuz?”
Eşim de, “Televizyonu yerleştiriyoruz” dedi. “İki gün önce taşınırken de gürültü yaptınız” diye devam etti. Eşim de, “Taşınma gürültüsü” dedi, alttan alarak. Sonra evimize baktı, “Siz niye bu evi böyle diziyorsunuz?” dedi. Eşim de, “Nasıl dizelim? Gel sen diz o zaman” diye yanıt verdi.
GÖÇMENLERİN MAĞDURİYETİ BİRİLERİ İÇİN RANT KAPISI OLMUŞ
Nura’nın yaşadıkları bunlarla da sınırlı değil. Anlatmaya devam ediyor:“Ayrıca yeni kurallara göre göç eden biri eve taşındığında ev sahibinin de notere gelip, kabul ettiğine dair imza vermesi gerekiyor. Gelip imza vermedi. O zaman ben de çıkayım dedim. Bu sefer, ‘Evi boyat, öyle çık’ dedi. Daha yeni taşınmıştım. Duvarları mı yiyeceğiz, ne yapmış olabiliriz ki? Mecbur boyatıp öyle çıktım. Depozitomun içinden de kesinti yaptı. Benden iki elektrik faturası aldı. Emlakçı getirdi parayı, ‘böyle böyle’ dedi. ‘İkinize de haram olsun’ dedim. Çünkü evde doğru dürüst oturmuyorsun ve emlakçıya verdiğin para da yanmış oluyor. Yeniden ev tutuyorsun, emlakçıya yeniden para ödüyorsun. Yeni kurallara göre de, belli bir mahallenin içinde ev tutabiliyoruz. Bir evde birileri 3 ay oturuyor, sonra başkası geliyor ve emlakçı her birinden 3 ayda bir para alıyor.” Nura’nın anlattıklarından, göçmenlerin yaşadıkları mağduriyetin bazı ev sahipleri ve emlakçılar için kendine özgü bir yeni kazanç kapısı olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Kuşkusuz Nura’nın belirtiği gibi, ‘İyisi var, kötüsü var, herkes bir değil’ ancak anlaşılan o ki, iade edilme korkusu ile geldikleri ülkeye uyum duygusu arasına sıkışmış olan göçmenlerin bu hali birileri için de bir rant kapısı haline gelmiş durumda.
Kirası 5 bin 500 liraymış. Evin salon dışındaki odalarında rutubet varmış. Ev sahibi kirayı artırmalarını istemiş. Şimdi kara kara onu nasıl yapacaklarını düşünüyor.
KANARYALARDAN BİRİ BU EVDE DOĞMUŞ
Kuşları soruyoruz. Kanaryalardan biri bu evde doğmuş. Halep’teki evlerinde kanaryalarla birlikte güvercinleri de varmış.
14 yaşındaki kızı araya giriyor: “Evde sadece babam seviyor.”
- Siz neden sevmiyorsunuz? Yem mi döküyorlar?
- Evet
- Artık alıştınız mı biraz? Dönme duygusu mu ağır basıyor, kalma duygusu mu?
- Benim çocuklar burada yaşamak istiyor?
Çocuklardan en büyüğüne soruyoruz:
- Ne olmak istiyorsun?
- Daha karar vermedim.
Annesi araya giriyor:
- Bundan iyi avukat olur.
BİR GÜVENLİK ÖRTÜSÜ OLARAK BAYRAK
Nura’nın bizimle sohbet ederken bir yandan da elini arada bir alnına götürmesi üzerine, rahatsızlığının onu zorladığını ve bizimle bir misafirperverlik nezaketiyle konuşmaya devam ettiğini düşünüyoruz. Ayrıca, kendisini komşularına ve hatta Suriyelilere bile kapattığını söyleyen biri için, bizimle fazla bile konuştu. Tam kalkmak için izin isterken gözümüz, pencerenin açık tarafına yerleştirilmiş Türk bayrağına ilişiyor. Neden astığını soruyoruz. Yanıt vermek de zorlanıyor. ‘Seviyoruz’ dese belli ki sadece bu açıklamaya pek ikna olmayabileceğimizi düşünüyor. ‘Camı örtüyor’ dese bir türlü.
‘Bu herhalde biraz korunma güdüsünün ifadesi’ diyoruz, başını sallıyor.