“Yine yakmış yar mektubun ucunu”
"TCMB yöneticileri, iktidardaki oligarşinin değil başta işçiler, emekçiler olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin çıkarlarını gözetmek zorunda olduğunu aklından çıkarmamalıdır."
Fotoğraf: Aytaç Ünal/AA
Mustafa DURMUŞ
Bugünlerde, yerel seçim sonuçlarının yanı sıra, Türrkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının Hazine ve Maliye Bakanı M. Şimşek’e, dolayısıyla da ekonomi yönetimine yazdığı mektup konuşuluyor.
Zira bu mektupta: “Dezenflasyon sürecinde para ve maliye politikalarının eş güdümü büyük önem arz etmekte olup öngörülebilirliğin artmasını sağlayan orta vadeli program (OVP, 2024-2026) ile somutlaşmış olan kamu politikalarına dair varsayımlar TCMB’nin enflasyon tahminlerine yansıtılmıştır. Bu kapsamda, asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesi, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ile ücret ve vergi ayarlamalarında OVP’de sunulan enflasyon tahminlerinin gözetilmesi ve para politikasındaki sıkı duruşun ihtiyatlı maliye politikası ile desteklenmesi, öngörülen dezenflasyon patikasının tesis edilmesi açısından kritik bir önem taşımaktadır” deniliyor.
ÜCRETLİLER YİNE GÜNAH KEÇİSİ!
Kısaca, Merkez Bankası, Hazine ve Maliye Bakanına “Asgari ücretin yılın ikinci yarısında tekrar artırılmasını sakın düşünmeyin, aksi takdirde enflasyonu düşüremeyiz” diyor.
Ücret artışlarının enflasyona neden olduğu yaklaşımı, ana akım iktisatçıların ve burjuva siyasetçilerin pek çoğu tarafından benimsenen ama bilimselliği de oldukça tartışmalı, daha ziyade ideolojik bir yaklaşım.
Bu nedenle de yoksulluk içinde kıvranan, hatta açlık çeken işçiler, emekçiler, emekliler ve onların aileleri ne zaman enflasyona karşı korunmak için bile olsa ücret artışı talep etseler, hemen burjuva ideologları ortaya çıkarlar ve bu artışların aslında emekçilerin aleyhine olduğunu anlatmaya ve emekçileri bu taleplerinden vazgeçirmeye çalışırlar.
Oysa IMF bile, son bir iki yıldır, ücret artışlarından ziyade kur artışı ya da diğer arz yönlü sorunların günümüzde enflasyonun esas nedeni olduğunu ortaya koyan çalışmalar yayımlıyor.
MEKTUP ENFLASYONUN ASIL NEDENLERİNİ GİZLİYOR
Kaldı ki Merkez Bankası bu mektubunda, Nas referans gösterilerek 2021 eylül- 2023 mayıs döneminde uygulanan yanlış faiz politikalarının ya da (Kendi bünyesinde yapılan bir araştırmanın ortaya koyduğu gibi), tekel konumundaki iskonto marketlerin fiyatlama davranışlarının, yani ek kâr fırsatçılığının enflasyona neden olduğu gerçeğinden hiç söz etmiyor.
Bu tür mektuplar daha önce de yazıldı ama bu içerikte bir mektup ilk defa gönderiliyor. Bu durum da iktidar blokunun nasıl bir iktisadi sıkışmışlık içinde olduğunu ortaya koyuyor.
Bu mektupla Şimşek’in özellikle de yerel seçimlerden sonra, halka acı ilacı içirme biçimindeki politikalarına bir destek söz konusu olabilir ya da kemer sıkma politikalarının uygulanacağına dair IMF’ye verilmiş sözler etkili olmuş olabilir.
MERKEZ BANKASI ÖNCE KENDİNE BAKMALI
Merkez Bankası 2022 yılında 93 milyar TL ve 2021 yılında 74 milyar TL kâr elde ederek, en fazla kurumlar vergisi ödeyen bir kuruluş iken (Hazineye aktardığı kâr payı ve ihtiyaç akçesi dışında), 2023 yılını zararla kapattı. Öyle ki geçen yılki bilançosuna göre 850 milyar TL’nin üzerinde bir zararı mevcut (Büyük ölçüde negatif döviz rezervleri altında ortaya çıkan kur farklarından kaynaklanan).
Ayrıca, hatırlayalım, geçen yıllarda kur korumalı mevduat (KKM) uygulamasının faiz-kur farkı biçimindeki on milyarlarca liralık mali yükü Hazine ve Maliye Bakanlığından alınıp Merkez Bankasına aktarılmıştı ve Merkez Bankası yetkilileri buna ses çıkarmamışlardı.
MERKEZ BANKASI TARİHSEL ZARARDA
Böylece, bir de henüz bilançoya yansıtılmamış olan 800 milyar TL civarında olduğu tahmin edilen, KKM’den kaynaklı zarar riskinin söz konusu olabileceği ileri sürülüyor.
Merkez Bankası zararı, bankanın Hazineye kurumlar vergisi ve kâr payı gibi ödemeleri sonlandırarak kamu maliyesini olumsuz etkiler, zordaki Hazineyi daha da zora sokar.
Böyle bir durumda Merkez Bankası Hazineden borçlanarak zararını telafi edebilir mi? Teorik olarak bu mümkün ama dün açıklanan Hazine nakit dengesi verilerine göre bu da sıkıntılı görünüyor. Zira (mart ayında 167 milyar TL olmak üzere) bu yılın ilk üç ayındaki toplam Hazine nakit açığı 570 milyar TL’yi aşıyor. Nitekim bu açığı kapatmak için Hazine bu üç ayda 337 milyar TL’den fazla borçlanmaya gitti.
KELİN İLACI OLSA…
Ayrıca Hazine, tarihinde belki de hiç olmadığı kadar borçlu durumda. Zira 2023 yılı sonu itibarıyla toplam iç ve dış borcu 6.7 trilyon TL’yi aşıyor. 2024’ün şubat ayı itibarıyla ise bu borç; 3.4 trilyon TL’si iç borç ve 3.8 trilyon TL’si dış borç olmak üzere toplam 7.2 trilyon TL’ye yükseldi. Bu borç 2017 yılından bu yana 6.3 milyar TL ve sadece 2022 yılından bu yana ise 3.2 milyar TL arttı.
Bu borçlara Merkez Bankasının kısa vadeli dış borçlarını (yaklaşık 1.5 trilyon TL), eski adıyla görev zararı, yeni adıyla “görevlendirme gideri” adı altında üstlenilen KİT’lerin yaklaşık 800 milyar TL ve belediyelerin 175 milyar TL olan borçlarını da eklediğimizde yaklaşık 10 trilyon TL’yi bulan bir kamu kesimi (genel yönetim) toplam borcundan söz ediyoruz (Buna bankalar ve reel kesimin borçları da eklendiğinde bu borç 30 trilyon TL’yi aşıyor).
ÖNCELİK KÂR DEĞİL AMA
Kuşkusuz merkez bankalarının önceliği kâr elde etmek ya da kârını maksimize etmek değil, ekonomideki fiyat istikrarı ve finansal istikrarı sağlamaktır. Keza merkez bankaları sermaye yeterliliği gerekliliklerine veya iflas prosedürlerine tabii değildir ve Şili, Çek Cumhuriyeti, İsrail ve Meksika merkez bankalarının birkaç yıldır yaptığı gibi negatif öz kaynaklarla bile etkin bir şekilde çalışabilirler.
Bununla birlikte, örneğin, devlet tahvillerini satmak yerine elde tutmak gibi bazı politika kararları, belirli politika emirlerini yerine getirmeye yönelik eylemlerden ziyade zararı kontrol altına alma arzusuyla motive edildiği şeklinde yanlış yorumlanabilir veya negatif sermaye değeri iletişim zorlukları doğurabilir. Aynı şekilde, merkez bankasının sermaye pozisyonlarını güçlendirmeye yönelik eylemler de dahil olmak üzere, hükümetten gelen mali kaynaklar, merkez bankası bağımsızlığı ile tutarsızlık içerdiği biçiminde değerlendirilir. Tüm bunlar merkez bankasının kredibilitesini azaltır.
Bu durum da, özellikle de dış kaynak için yanıp tutuşan bir ekonomi için iyi bir şey değildir.
SONUÇ OLARAK
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Hazineye mektup yazarak ekonomik ve politik krizin bedelini işçilere, emekçilere ve emeklilere ödettirilmesini talep etmeden önce kendi kasasının ve Hazinenin kasasının neden tam takır olduğunu, nasıl bu kadar borçlu bir duruma düşürüldüklerini, neden görülmemiş düzeyde zarar ettiğini ve bunlara sebebiyet verenlerin kimler olduğunu sorgulamalı ve kendi üstüne düşen kısmı ile ilgili olarak hesap vermelidir.
Merkez Bankası yöneticileri de, iktidardaki oligarşinin değil, başta işçiler, emekçiler, yoksul köylüler, esnaf ve küçük işletmeler olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin çıkarlarını gözetmek zorunda olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Ülkenin ihtiyacı halkına sırtını dönmüş değil, halkından yana kararlar alan bir demokratik ve şeffaf merkez bankasıdır.
Dip notlar:
(1) TCMB, “Bankamız Kanunu'nun 42. maddesi Uyarınca Hükûmete Gönderilen Açık Mektup (2024-18)”, https://www.tcmb.gov.tr (5 Nisan 2024).
(2) https://www.imf.org/en/Publications/WEO/Issues/2022/10/11/world-economic-outlook-october-2022, s. 53-68.
(3) Muhammed Bahça, Tunç Bayram, Huzeyfe Torun, “Gıda Perakende Sektöründe Fiyat Belirleme ve Değiştirme Dinamikleri, TCMB Ekonomi Notları Sayı: 2023-10 (5 Aralık 2023).
(4) https://www.ekonomim.com/ekonomi/tcmb-olaganustu-kurulda-850-milyar-zarar-aciklayacak-haberi (12 Mart 2024).
(5) 2024 Yılı Hazine Nakit Gerçekleşmeleri (Şubat 2024), https://www.hmb.gov.tr (7 Mart 2024).
(6) Hazine ve Maliye Bakanlığı ve T.C. Merkez Bankası borç stoku verileri.
(7) Nobukazu Ono and Álvaro Pina, https://oecdecoscope.blog/do-central-bank-losses-matter (6 July 2023).