16 Nisan 2024 11:29

Kolonyalizmden modern bilime ırkçılığın değişimi

Diğer hayvanlarda alttür oluşumunun bir basamağı olarak tanımlanan ırk taksomu, insan için karşılığı bulunamayacak bir şeydir. İnsanda ırk, bilimsel değil sosyal bir kategoridir.

Fotoğraf:Rawpixel

Paylaş

Tarih, insanı, düşüncesinin gelişimi içerisinde gerek bilimiyle gerek beşeri faaliyetiyle gerekse de hukukuyla – yani bir bütün olarak dünyayı algılayış biçiminde – çok temel bir refleks geliştirmeye itmiştir: Kategorizasyon.

Aristo, canlılardaki organların işlevlerini anlamak için aynı organa sahip olduğunu düşündüğü canlıları sınıflandırmıştı. Yine Aristo, politika kitabını yazarken 146 şehir devletinin anayasalarını toparlayarak bunları kendine göre öne çıkan özelliklerine göre sınıflandırmıştı. Bu iki sınıflandırmada da öne çıkan özellik, Aristo’nun sınıflandırmasını yaparken kendi döneminin genel kabulleri, bilimi, hatta ön yargılarıyla hareket etmiş olmasıydı. Döneminin, evrimden mahrum, bilgi ve düşünce birikimi ile hareket eden Aristo, canlılığın çeşitlenme sürecinde farklı soy hatlarını takip eden pek çok türü yalnızca uçma, yüzme gibi basit gözleme dayanan kategorilerle sınıflandırmıştı. Pozitif bilimlerdeki algılama ve düşünme biçimimizdeki değişim, sosyal sınıflandırmalardan da bağımsız değildir. İki biçim de aynı zihince üretilmiştir.

İNSAN IRKLARININ POLİTİK KÖKENİ VE MODERN TANIMI

Şimdi, tartışmamızı genişletmek için 15. yüzyıla sıçrayalım. Bir keşif gemisinde bulunan bir doğa bilimcisi olduğumuzu düşünelim. Afrika kıtasına ayak basıyor ve yerliler ile karşılaşıyoruz. Aynı dili konuşamamamız, ortak toplumsal değerlere -din, kültür vb.- sahip olmamamız gibi sosyal sebepler, bu karşılaşmamızı iki yabani hayvanın doğadaki karşılaşmasına benzetecektir. Bu şaşkınlık ve doğurduğu korku ikliminde gözümüze ten renkleri çarpacak, farklılıklarımıza odaklanacağız: Siyah ve Beyaz. Tek bir görsel parametre bile, bu ayrışma için yeterli olacaktır. Burada ortaya çıkan birincil soru, biraz evvel doğan siyah ırk ve beyaz ırk ayrımının biyolojik parametrelere mi, yoksa sosyal parametrelere mi dayanıyor olduğu? Çünkü aslında bakarsak Homo Sapiens’in Afrika’dan çıkışı olan MÖ 70.000 yılında bugün orada bulunan beyazların atalarının da siyah olduğunu unutmamak gerek.

İş bu gözlemle de bitmiyor. Kaşifleri kiralayan devletlerin güdüleri de mevcut: “Doğal kaynaklar ele geçirilmeli, bu insanlar bizim için çalışmalı, gerekirse birçoğu köle haline getirilmeli.” En önemlisi de tüm bunları yaparken buna direnenler gerekirse vahşice katledilmeli. Bunu yapmak o zamanın insanının vicdanında bile hiç de kolay olmasa gerek. “Din kitaplarında geçmeyen yaratıklar” denilerek empati bağımı koparacak bir ideolojik doktrin ile başlayan, izleri bugün bile farklı farklı şekillere bürünerek süren bir “ırk” ayrışmasının en keskin temelleri böyle atılmış olabiliyor. Geçmişin dini motivasyonları ve Papalık’tan gelen deklarasyonlarla “yola getirilmesi gereken” kafirleri ehlileştirmek motivasyonu da, modern ve seküler toplumda aynı işlevi sürdüren ırkçılık da kökenini aynı yerden alıyor.
Hâlbuki gelişkin (modern) biyoloji ve antropolojide, insanlar arasında ırk tanımlaması tamamen geçerliliğini kaybetmiştir. Diğer hayvanlarda alttür oluşumunun bir basamağı olarak tanımlanan ırk taksomu, insan gibi biyolojik sınırları geniş bir tür için karşılığı bulunamayacak bir şeydir. Bu sebeple ırksal ayrımlar çizmeye çalışan bilim insanlarının oluşturduğu ırk kategorileri tür içinde var olan çeşitliliği anlamlı ve geçerli bir şekilde gruplandırmayı başaramamıştır.

TOPLUMLARIN FARKLI DAVRANIŞLARI GENLERLE AÇIKLANABİLİR Mİ?

19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın başlarında hapishanelerdeki suçluların anatomik özelliklerini inceleyerek bir suçluluk biyolojisi portresi çizmek kiimi bilim insanları arasında popüler bir uğraştı. Bu eğilim, genetik belirlemecilik kapsamında “psikopatlık geni”, “hırsızlığa yatkınlık geni” vb. başlıklarla sahtebilime varan düzeylerde bugün de sürebilmektedir. Üstelik, gerçekten de ilk sonuçlara bakıldığında, suçluluk ile belirli anatomik özellikler arasında bir korelasyon gözlemlenmişti, ama bu ortak anatomik özellikler, o davranışa indirgenebilir miydi? İnsanın biyoloji biliminin kapsamında olmayan niteliklerini göz ardı ederseniz sonucunuz hep evet çıkacaktır. Nitekim uzun bir süre geçmeden, bu örtüşmenin; suçluluğu besleyecek bir biyolojik fenomenden değil, ortak sosyoekonomik bağlamlardan ve benzer eğitim geçmişlerinden kaynaklandığı ortaya çıktı. Korelasyon bulunması, neden-sonuç ilişkisi bulunması demek olmadığı gibi, söz konusu anatomik korelasyonun sebebinin ise ortak yaşam alanlarını paylaşan, aynı sosyoekonomik koşullardaki insanların arasındaki kaçınılmaz evlilikler olduğu çok geçmeden anlaşıldı.
Bugün de kapitalizmle gelişen ulus devlet anlayışından başlayarak güncel, küresel göç krizine gelene kadar gerici politikacılar, yeni ırkçı algılar geliştirmeye ve bu uğurda bilimsel verileri manipüle etmeye her zaman muhtaç olmuşlardır. Buna güncel bir örnek olarak Macaristan’ın lideri muhafazakâr lideri Orban’ın, Türkiye hükümeti ile kurduğu ticari ve diplomatik ilişkilerini güçlendirmek uğruna, Macarların Hunlardan gelen genetik mirasının antik DNA çalışmalarına göre %1 bile olmamasına aldırış etmeden, Binali Yıldırım ile birlikte Hun-Türk Kurultayının kuruluşuna öncülük etmesi gösterilebilir.

ÖNCEKİ HABER

CHP’li Gürer: Etten sonra peynir de dar gelirli ve emeklinin sofrasına veda edecek

SONRAKİ HABER

Van halkı hakkını geri aldı!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa