16 Nisan 2024 11:42

Bayraktar en zenginler listesinde, peki biz neredeyiz?

Gençlerin yaşam koşulları her geçen gün kötüleşirken TCG gemisiyle, İHA/SİHA’larla yerli ve milli teknolojik gelişimin doruğunda olduğumuz mesajı veriliyor.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Dağlar Eren TEKŞEN
Boğaziçi Üniversitesi

ABD merkezli iş ve finans dergisi Forbes “en zenginler” listesini güncelledi. Yeni listeye Türkiye’den giren 27 iş insanından ikisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar ve ağabeyi Haluk Bayraktar oldu. Gençlik kesimleri içerisinde kayda değer bir popülerliğe erişmiş olan Selçuk Bayraktar ve patronu olduğu Baykar’ı yakından incelerken Türkiye’nin askerî-sınai komplekse dair girişimlerindeki ivmelenmeyi ve bunun iç ve dış politikayla ilişkisini, gençliğe etkisiyle beraber ele almaya çalışacağız. Çözüm Süreci için kurduğu masayı yine kendisi deviren AKP hükümeti, akabinde MHP ile Cumhur İttifakı’nı oluşturmuş, ülkenin içinde daha baskıcı ve dışında aktif yayılmacı planlarıyla kendi temsil ettiği sermaye gruplarının çıkarlarını daha yüksek bir perdeden savunmaya girişmişti. TSK’nın Mısır, Suriye, Irak’taki operasyonlarının bölgedeki diğer emperyalist bloklardan bağımsız ve hatta onlara rağmen gerçekleşmesi hükümetin Türkiye’yi kendi başına bir emperyalist odak olarak tanıtmaya çalışmasıyla yakından ilintili. “Yerli ve milli” söylemleriyle ülkeye bir savunma sanayi devşirilmesi de tam olarak bu tutumla eşgüdümlü gelişen ve hızlanan bir olgu. 

Çoğu ulus devlet gibi Türkiye’nin de kuruluşundan itibaren askerî sanayi dahil olmak üzere bir milli sanayi oluşturma hedefi var. Bu doğrultuda 1970’li yıllarda önce Kara, Deniz ve Harp Kuvvetlerini Güçlendirme Vakıfları kuruluyor. Sonrasında bu vakıflar da Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı ismiyle birleşiyor ve yine aynı dönemde Savunma Sanayii Destekleme Fonu oluşturuluyor. Onların bünyesinde ise ASELSAN, HAVELSAN, TUSAŞ, İŞBİR, ROKETSAN, TAİ gibi şirketlerin temelleri atılıyor. Bunlar adeta yarı kamu yarı özel şirket olarak varlığını sürdürüyor. Bu şirketlerin arasından görece daha yeni ortaya çıkan Baykar, aslında TUSAŞ ve TAİ’nin halihazırda üstlendiği İHA-SİHA üretimini devralıyor. Günümüzde ise Erdoğan kamunun elindeki teknolojiyi, kaynağı, mühendislik bilgisini doğrudan Baykar’a aktarıyor, şirkete özel endüstri bölgesi tesis ediyor. Ülke içindeki operasyonlarda, Ukrayna-Rusya ve Azerbaycan-Ermenistan savaşlarında kullanılmasıyla dikkat çeken İHA-SİHA teknolojisi kendi çapında bir pazar elde etmiş durumda. Baykar’ın epey kısa sürede ciddi bir büyüme kaydetmesi buna işaret ediyor. 1,1 milyar dolara varan ihracat yapan şirket, patronu Selçuk Bayraktar’ın söylediğine göre Arabistan’la yapılan anlaşmayla birlikte bu sayıyı 3 katına çıkaracak. 

İDEOLOJİK HEDEF TAHTASINDAKİ TÜRKİYE GENÇLİĞİ

Askerî-sınai kompleksten bahsettik ancak askerî-ideolojik kompleksten bahsetmedik. Bu şirketlerin gerçekleştirdiği icraatların geniş gençlik kesimlerinde karşılık bulduğunu söylemek yanlış olmaz. Gençlerin yaşam koşulları her geçen gün kötüleşirken TCG gemisiyle, İHA/SİHA’larla yerli ve milli teknolojik gelişimin doruğunda olduğumuz mesajı veriliyor. Kemer sıkma politikaları ülkenin güvenliği, bağımsızlığı ve bekası öne sürülerek meşrulaştırılıyor. İktidar sadece kendisine yedeklediği kitlenin desteğini kaybetmemek için değil gençlerin bu “yerli ve milli” savunma sanayi girişimlerinin bir parçası olması için de ayrıca bir propaganda faaliyeti sürdürüyor. Teknofestlerden teknoparklara, liselerden üniversitelere yürütülen bu kampanya belli ölçülerde başarıya ulaşmış görünüyor. Birçok genç, ülkelerin silahlanmasını, kendi güvenliklerini sağlamak için bir zorunluluk; barış içinde bir dünya tahayyülünü ise ütopik bir rüya olarak görüyor. Belki de çalışarak kazandığı iyi bir lisenin, iyi bir üniversitenin sıralarından bakarak başkalarını arkada bırakmadan ilerlemenin imkansızlığına ikna oluyor. Çalışarak kendi geleceğini “kurtarması” ülkelerin de savunma sanayilerini geliştirerek kendi güvenliklerini garanti altına almasıyla paralel düşüyor. Ek olarak sömürüsüz ve savaşsız bir dünyaya çıkan tutarlı ve gerçekçi bir ideolojiden yoksunluk otomatik olarak böyle bir dünyanın hiç gelemeyeceği sonucunu pekiştiriyor. Madem savaşın ve sömürünün çarkları duramaz, her devlet veya birey gibi kendi çıkarlarını düşünmek geriye kalan tek rasyonel seçenek olarak beliriyor. Burada da en azından kendi ülkesinin çıkarlarına denk düşen “milli” savunma sanayide işe başlamak için tereddüt etmiyor. Birçok açıdan iktidarı çeşitli yönleriyle eleştirse de savunma sanayiye toz kondurmuyor.

Tanık olduğumuz başka bir mesele de “içerideki ve dışarıdaki düşmanlar” söyleminin, çelişkiler her derinleştiğinde özellikle de seçim dönemlerinde nasıl uzmanlıkla kullanıldığıdır. Savunma sanayinin de aslında bu düşmanlara karşı tek güvencemiz olduğu iddia edilmektedir. Ancak baştan var edilen düşmanlaştırma girişimleri, aslen iktidarın kendine olan desteği yeniden üretmek için tasarladığı bir mekanizmadan ibaret. Savunma teknolojisi ürünleri de diğer teknolojik ürünlerde söz konusu olduğu gibi varlık ve kullanımı iktisadi ve toplumsal güç ilişkilerini yansıtır ve üretimi de bu ilişkilerin gereksinimleri doğrultusunda şekillenir. Ülkemizdeki savunma sanayi teknolojisi ise bu alanda faaliyet yürüten sermaye gruplarına doğrudan, iktidarın temsilciliğini yaptığı diğer sermaye gruplarına dolaylı olarak çıkar sağlıyor. 

SAVAŞSIZ VE SÖMÜRÜSÜZ BİR DÜNYA

Savunma sanayinin varlığı ve kullanımı dünya çapında bir yıkım getiriyor. Son dönemlerde Ukrayna’dan Ortadoğu’ya, Pasifik’ten Uzakdoğu Asya’ya kadar savaş ve göç durmak bilmiyor. Örneğin Fatih Polat’ın “Kafesteki kuş, camdaki bayrak ve bir göçmen” adlı yazısında Halepli Nura’nın yaşadıklarını dinliyoruz. Halep bombalanırken herkesin nasıl can havliyle kaçarak terliklerini sokaklarda bırakışını, ailesiyle Türkiye'ye gelip bir hayat kurmaya çalıştığını anlatıyor. Çocuklarının ve kendisinin geçimini sağlamak için bulduğu her işi yapmak zorunda kaldığından söz ediyor. Sonuç olarak toplumlar tarihinin bize bıraktığı miras ve bilgi birikimiyle, sanayi ve teknolojinin geldiği nokta birlikte düşünüldüğünde yaşantımıza karşı gerçekleşen bu saldırıların sürekli olarak küresel ve bölgesel çelişkileri derinleştireceği açıktır.
Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya ise ancak emperyalist politikalara karşı verilecek örgütlü bir mücadeleyle kurulacaktır.

ÖNCEKİ HABER

İşsizlik Sigortası Fonu 218 milyar 266 milyon liraya ulaştı

SONRAKİ HABER

Tekirdağ'da jandarma, sağlıkçıları önce darbetti sonra ısırdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa