17 Nisan 2024 05:44

Prof. Dr. Menderes Çınar: Erdoğan ancak zorlanınca demokrasiye razı olur

"AKP’nin yenilgisini üç koşul sağladı: Yapısal krizi, toplumsal muhalefetin onca baskıya rağmen diriliği ve CHP’nin toplumsal muhalefetin yönelebileceği bir odak olarak belirmesi."

Fotoğraf, Menderes Çınar'ın kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Serpil İLGÜN
İstanbul

31 Mart yerel seçimlerinden ağır bir yenilgi alan AKP’de seçim muhasebesi sürüyor. AKP’li yazar yorumculardan trollere, eski yeni siyasetçilerden AKP gemisini terk edenlere, genişçe bir çevrenin AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı muaf tuttukları eleştirileri, karşılıklı suçlamaları ilk kez bu kadar göz önünde yapılmış oldu. Alınan sonuçlara ilişkin halktan uzaklaşma, kibir, yanlış aday tercihleri, emekliler, geçim derdinin artması gibi tespitler yapan AKP cephesinde de Erdoğan’ın faturayı kimlere keseceği, AKP yönetimini ve kabineyi değiştirip değiştirmeyeceği sorularına yanıt aranıyor. Şu günlerde eleştiri dozları düşse de, gerekli derslerin çıkarılması ve Erdoğan liderliği ile 2028 seçiminde durumun terse döneceği propagandasına ağırlık veriliyor.

Uzun bir süredir seçimlerden zayıflayarak çıkan AKP’nin ilk kez ikinciliğe düşmesini hangi koşullar sağladı? Partinin Erdoğan’a seçim kazandırma niteliği neden aşındı? Van’a kayyum girişimiyle ne denendi? AKP’li yazar yorumcular neden “Erdoğan fabrika ayarlarına dönecek” beklentisini yayıyor?

Kurulduğu günden bu yana AKP’yi ve Erdoğan’ı izleyen Siyaset Bilimci Prof. Dr. Menderes Çınar yanıtladı.

“AKP neden kaybetti” sorusuyla başlayalım. 23 yıl sonra AKP’nin ikinci parti konumuna gelmesinde temel olarak hangi koşullar etkili oldu?

Üç koşul aklıma geliyor. AKP’nin yapısal krizi, toplumsal muhalefetin onca sindirmeye çabasına, baskıya rağmen diriliği ve sandıktan vazgeçmemiş olması ve CHP’nin toplumsal muhalefetin yönelebileceği bir odak olarak belirmesi.

AKP’nin yapısal krizinden kastım uzunca bir süredir “liderinin teşkilatı” olmaktan başka bir vasfı olmamasından, o nedenle de liderinin gücünü, prestijini, karizmasını tahkim etmeye odaklanmış bir yönetim anlayışına kendini kaptırmış olmasından kaynaklanan bir dizi sorun. Yangının liderin talimatıyla söndürüldüğü absürtlüğü; liderinin damgasını vurmaya, namını salmaya yönelik, hayatımızı iyileştirme gibi bir amacı olmaması bakımından işlevsiz hizmet anlayışı; iktidar konumunu korumak amacıyla demokrasinin kurum ve değerlerini mütemadiyen darbetmesi; toplumsal muhalefeti sindirmesi, kurumsal muhalefetin rekabet imkanlarını daraltması; ezberlere ve komplo teorilerine dayanan zehirlenmiş bir kamusal tartışma kurması ve nihayetinde nitelikli siyaset ve siyasetçi üretememesi, esasen bu yapısal krizin göstergeleri olarak okunabilir. AKP, liderinin teşkilatı olduğu ölçüde halktan uzaklaşan, yukarıdan aşağıya işleyen, halka karşı liderini temsil eden, kaynaklara, imkanlara, ranta, pozisyona erişmek amacıyla bir araya gelen siyasetçimsilerin örgütü haline gelmiştir.

HALKIMIZ CHP’YE OY VERMEZ EZBERİNE FAZLACA GÜVENİLDİ

2024 seçimlerine geldiğimizde, özellikle önem verilen İstanbul gibi kentlerde ancak düşük profilli adaylar gösterebilmesi ve fonksiyonel olmadığı apaçık hale gelen hizmet anlayışını “gerçek belediyecilik” olarak savunmakta ısrar eden bir kampanya izlemesi, bu krizin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, 2024 seçimlerinde liderinin seçimi söz konusu değildi. Lider, geçtiğimiz seçimlerde heterodoks ekonomi politikalarıyla ekonomik krizi derinleştirmeyi göze alarak ve “HDP ile işbirliği” iddiasına dayanan bir kutuplaştırma, kriminalizasyon stratejisine abanarak bir kısım seçmeni devşirmeyi başarmış, kendisini halka onaylatmıştı. Artık ekonomi politikalarına “rasyonelleşme” yapılabilirdi. AKP’nin kendi itibarından, kendine ayırdığı imkanlarından hiç tasarruf etmeden başvurduğu bu rasyonelleşme, yoksulluğu, adaletsizliği artırdığı gibi onun umursamazlığının, halktan kopukluğunun da bir göstergesi oldu. Bunun cezasını çektiği anlaşılıyor. Vazgeçemediği kutuplaştırma stratejisine ise, özellikle büyük kentlerde Kürt seçmeni AKP’den uzaklaştırmama gibi kaygılar nedeniyle çok fazla yüklenemedi. Son ve nitelikli siyaset üretmemesinin bir göstergesi olarak, 2023 seçimlerinden sonra muhalefet ittifakının dağılmış olmasına ve halkımızın CHP’ye oy vermeyeceği ezberine fazlaca güvenmiş olması aleyhine oldu.   

LİDER DEĞİŞİMİ CHP’Yİ KENDİSİ OLMAYA TEŞVİK ETTİ

Peki, karşı bloka özellikle de CHP’ye oy vermekten imtina eden Cumhur İttifakı seçmeni, ekonomiden demokrasiye özel bir “proje” sunmamasına rağmen CHP’yi tercih etmeye nasıl ikna oldu?

CHP’nin henüz kapsamlı ve tutarlı bir siyasi vizyon oluşturamadığı doğrudur. Ancak bu “CHP hiçbir şey yapmadan tepki oylarını aldı” anlamına gelmemeli. Ana muhalefet partisi olarak, muhalefetin en büyük partisi olarak, küçük partilere oy vermenin bir lüks olduğunu 2023 seçimlerinde idrak eden seçmenler açısından zaten yönelinilecek bir odaktı anlamına da gelmemeli. CHP’nin toplumsal muhalefetin yönelebileceği ve yöneldiği bir odak haline gelmesinde kendi failliğini tanımamız gerekir. Burada üç husus önemli.

Birincisi, CHP 2023 seçimlerinde yükselttiği beklentileri karşılayamayan liderliğini değiştirdi. Bu, CHP’nin başarısızlığın hesabını soran canlı, dinamik bir parti olduğunu gösterdi. Toplumsal muhalefetin ilgisini çekmesini kolaylaştırdı.

İkincisi, lider değişimiyle birlikte, muhalefet ittifakının dağılması CHP’nin kendisini aşması, kendisini yeniden tanımlaması açısından bir fırsat haline geldi. Kılıçdaroğlu liderliği, AKP’nin CHP’yi dar bir köşeye sıkıştıran sterotipleştirme, kutuplaştırma stratejisini, önemli fakat iyi düşünülmemiş, yetersiz bir helalleşme söylemini başka siyasi çizgilerden partilerle ittifakla takviye ederek aşmaya çalıştı. Anlamsız olmasa da bu strateji esasen başka siyasi çizgilerin temsilini ve muhalefet ittifakına devşirilmesini başka partilere, üstelik tabanı ve kimliği oturmamış başka partilere ihale ediyordu. Bu bakımından, CHP’nin sterotipleştirilmesinin devamına imkan veriyor ve onu aslında cam tavana mahkum ediyordu. İttifakın dağılması, lider değişimiyle birlikte, CHP’yi kendisi olmaya, kendisini yeniden tanımlamaya sevk etti. Bu nasıl işleyeceğini göreceğimiz bir süreç ancak bu küçük hamleyle kazandığı başarı onun için cesaretlendirici olmalı.

“BUNLAR YÖNETEMEZ” İDDİASI İŞLEVSİZLEŞTİRİLDİ

Üçüncüsü, 2019 yılında kazanılan belediyeler tüm engellemelere rağmen CHP’nin olumlu bir yönetim performansı sergileyebildiğini gösterdi. Bu performanslarıyla sadece AKP’nin “bunlar yönetemez” iddiasını yanlışlamakla kalmadılar. Aynı zamanda, AKP’nin yönetim, belediyecilik anlayışının işlevsizliğini, yanlışlığını gözler önüne serdiler. CHP’li belediyeler, AKP’nin bal tutan parmağını yalar misali münhasıran kendisine imkan yarattığını, siyasi tartışmadan laf yetiştirmeyi, üste çıkmayı anladığını gözler önüne serdi. Bu bakımdan Ankara ve İstanbul belediye meclis toplantılarının yayınlanması çok faydalı oldu. AKP adına konuşan siyasetçiler AKP’nin kendisinden başka bir derdi olmayan kabile mantığına sahip olduğunu gayet net gösterdi. 

AKP’li yazar ve yorumculara göre 31 Mart’ta partinin aldığı ağır yenilgide emekliler, aday tespitindeki yanlışlar, ihanetler, bir de YRP etkili oldu ve bunun sorumlusu Erdoğan dışındaki herkes! İktidar cephesinin Erdoğan’ı muaf tutan hatta “bütün imkanlar dışında bir de Erdoğan’ınız vardı ama kullanamadınız” şeklindeki serzenişleri nasıl değerlendirirsiniz?

Bu az önce bahsettiğim yapısal krizin göstergesi. AKP tek değeri lideri olan, halka sadece lideriyle bağ kuran bir parti. AKP’de liderin liderliğini sorgulayacak, tartışmaya açmak mümkün değildir. AKP’nin mevcut halinde seçimlerden bir ders çıkarılacaksa onu ancak lideri çıkarabilir. O nedenle, lider “çıkardığımız ders şudur” diyene kadar çeşitli sorumlular aranacaktır. Lider, daha önce "İstanbul’a ihanet ettik" diyerek yaptığı gibi hatalarını itiraf edebilir veya Allah’tan af dileyebilir. Ancak bunlar kendi şartlarında, kendisinin bir lütfu olarak olabilir. Onun yanlışlarının, hatalarının tartışmaya açılması şeklinde değil. Bu kimsenin haddine değil.

GECİKMİŞ BİR NORMALLEŞME

Sorunuzun son kısmındaki serzeniş Erdoğan’ın liderliğini, kitlelerle kurduğu tek taraflı bağı ve şimdiye kadarki seçim kazanma başarısını, siyaset ustalığını vurguluyor. Ancak, 2024 seçimlerinden çıkarılacak derslerden biri bizzat Erdoğan’ın ustalığının sorgulanmasını gerektiriyor, zira bu seçimlerde de bütün adaylar adına Erdoğan yarıştı. Bu kez sonuç alamaması aslında gecikmiş bir normalleşme. Zira daha önce olumlu bir yönetim performansı olmamasına rağmen rekabet şartlarını muhalefet aleyhine değiştirerek, kamusal tartışmayı manipüle ederek, demokrasinin kurumlarına darbeler indirerek almıştı.

Cesur bir siyasetçi olmakla birlikte liderliği, liderlik kabiliyetleri de aslında fiktifti. Kendisinin parti içinde ve kamusal tartışmada eleştirilmesini engelleyerek, kendi steril şartlarında örneğin gerçek bir gazeteci sorusuna maruz kalmadan kamuoyunun karşısına çıkarak, başarıları sahiplenerek, başarısızlıkları ihale ederek, etrafında ödül ve ceza mekanizmalarıyla bir disiplin empoze ederek, rasyonalitesi tartışmalı ancak sayesinde büyük bir hamle içinde olduğumuz iddiasına hizmet edecek “çılgın projelerle”, hamasetle, ülkenin/toplumun geleceğini pek hesaba katmayan bir “rasyonel”le gösterilmiş bir liderlikten bahsediyoruz. Öyle görünüyor ki, dokuz ay gibi kısa bir süre önce tüm şartları zorlayarak kazandığı başarının hemen ardından ekonomik krizi ağırlaştırmasının neden olduğu itibar ve güven kaybı, karşısına yetenekli, umut vaat eden veya yönetimleriyle başarılı siyasetçilerin çıkması ve tabi ki kendisinin hali hazırda beş yıllığına seçilmiş olmasının verdiği rahatlık, ustalığını sarsan bu sonuçta etkili oldu.

"AKP’Lİ SİYASETÇİNİN BİRİNCİ GÖREVİ LİDERİ TEMSİL ETMEK"

Halktan kopukluk tespitleri AKP içinde de yükselirken, İzmir Milletvekili Şebnem Bursalı ve eski Çankırı Milletvekili Hüseyin Filiz’in istakozlu lüks tatillerini sosyal medyadan paylaşması tepkilere neden oldu. Görüntülerin paylaşmaktan çekinilmemesi ne anlatıyor?

Bu çekinmeme aymazlığının iki nedeni olabilir. Birincisi, AKP’nin doğal ya da ontolojik olarak Türkiye’nin iktidarı olduğuna olan inancı. Bu mantık açısından halkın ampirik temsilinin bir önemi yok, bir halkın talep ve ihtiyaçlarına duyarlılık göstermeden zaten temsil kabiliyeti olduklarını düşünüyorlar. Bununla bağlantılı olarak ikincisi, söylediğim yapısal krizle de ilintili olarak AKP’li siyasetçilerin birinci görevi halkı değil, lideri temsil etmek. Bahsettiğiniz kişilerden birinin hasar kontrolü niteliğindeki yanıtı da, esasen lidere hitap ederek bu durumu teyit ediyor.

"AKP ŞARTLARI NE KADAR ZORLAYACAĞINDAN EMİN DEĞİL"

Adalet Bakanlığı’nın 29 Mart Cuma günü mesai saatinin bitimine 10 dakika kala Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Abdullah Zeydan’ın memnu haklarının geri alınması için yaptığı başvurunun kabul edilmesiyle, mazbata 2 Nisan’da AKP adayına verilmiş, tepkiler sonucunda mazbata Zeydan’a iade edilmişti. Van’da iktidara geri adım attıran ne oldu? Ne denenmek istendi? Bu geri adımda seçim yenilgisinin de etkisi var mı?

Olayların gelişim çizgisi ve eğer doğruysa AKP adayının önceden “ben kayyum olarak atanmak istemiyorum” demiş olması ortada bir komplo olduğunu gösteriyor. Benzeri bir pratiğe geçtiğimiz yerel seçimlerde belediye meclisi seçimleri düzeyinde başvurulmuştu. 2019’da YSK’nin adaylığına onay verdiği kişiler iktidar bloku tarafından epeyce kriminalize edilmişti ki bu da demokrasinin kurumlarına indirilen bir darbe niteliğindeydi. Van’daki son olayda Van halkı başta olmak üzere çeşitli toplum kesimlerinin tepki göstermeleri kadar, CHP’nin hukuktan ve demokrasiden yana tavrı da önemli. Özellikle daha birkaç yıl evvel Anayasa’ya aykırı olduğunu kabul etmesine rağmen “aman ne derler” ürkekliğiyle milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onay vermiş olduğu hatırlandığında. Bunlar etkili. AKP beklemediği bir ağırlıkta yenilgiyle affallatılmış olması da etkili. Muhtemelen bu affallama nedeniyle, AKP kendi içinde bir yarılmaya neden olmadan şartları ne kadar zorlayabileceğinden de emin değil.

"LİDERİ ETKİLEMEYE DÖNÜK HAMLELER"

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, daha sonra sildiği sosyal medya mesajında mazbatanın Zeydan’a verilmemesini “cinnet hali” olarak gördüğünü ifade etti. Yine çok sayıda AKP’li isim, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum’u sorumlu tutan tepki mesajları yayınladı. Uçum’dan da “İktidar içinde yer aldığı kabul edilen ve neoliberal zehirle zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişlerin bu olayda aldıkları tutumlar kaydedildi" yanıtı geldi. Uçum’un yanıtı ve Van tepkileri ne anlatıyor?

Az önce belirttiğim liderin teşkilatı haline gelme durumu, liderin bütün iktidarı elinde topladığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte düşünüldüğünde şöyle bir durum ortaya çıkıyor; partide parti olduğu için bir temsili siyasetçi mantığı tek tük de olsa varlığını koruyor fakat kendisini ifade edemiyor. Yazıcı’nın mesajı ve mesajını silmiş olması bu nedenle. Liderinin tutumunu beklemek zorunda. Öte yandan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi varlığını AKP liderine borçlu olan, güç kullanan fakat temsil kabiliyeti olmayan, halka hesap vermeyen, sorumsuz yeni bir siyasi tipin gelişmesine neden oldu. Eskiden böyle devlet adına konuştuğunu iddia edip siyasete ayar vermek isteyenlere vesayetçi diyorduk. Bunların varlığı mevcut statükonun devam etmesine bağlı, demokrasi karşıtlıklarını Batıcılık gibi yaftalamalarla süslüyorlar, gizliyorlar ki mevcut statüko devam edebilsin. Bunlar da liderin tutumunu beklemek zorunda. Dolayısıyla, liderin seçim sonucundan çıkaracağı dersi etkilemeye yönelik hamleler olarak değerlendirilebilir her ikisi de.

"BAHÇELİ MEVCUT STATÜKONUN DEVAMINI İSTİYOR"

Devlet Bahçeli, “Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır” diyerek Van’a kayyum girişimini eleştirenlere, Zeydan’a mazbatanın geri verilmesine ve seçim sonuçlarının AKP içinde kelle istemeye varan yazı ve yorumlara yine tehditli bir yanıt verdi. Ne dersiniz, iktidar, dolayısıyla Erdoğan üzerindeki etkisi/ gücü ittifak kurulduğundan bu yana tartışma konusu olan Bahçeli’nin rolü seçim sonuçlarıyla artmış mı oldu?

Bahçeli’nin geldiği siyasi gelenek açısından esas güç kaynağı sandık değildir. 1990’lı yıllardaki ılımlılaşma, merkeze kayma iddiaları da esasen merkezin aşırı sağcılaşmaya başladığı bir bağlamda dile getirilmiştir. Seçimlerden az önce, “bu benim son seçimim” diyen Erdoğan’a, üstelik partisinin kurultayında “siyasetten ayrılamazsın, yeni yüzyılın kurtarıcı liderisin” dediği de hatırlandığında, Bahçeli’nin de kendisini hiçbir sorumluluk almadan iktidar ortağı kılan mevcut otoriter statükodan yana bastırdığını düşünebiliriz. Zira 2024 seçim sonuçları mevcut statükonun geleceğini tehdit etmesi bakımından bir kırılma anı niteliğinde. Önümüzdeki seçenekler, otoriterliğin derinleşmesi ve yeniden demokrasi için çabalama seçenekleri. Uçum da, Bahçeli de bunu görüyor ve tercihi etkilemeye çalışıyor.    

İNİSİYATİF MUHALEFETE GEÇTİ

“Erdoğan otoriterliği derinleştirecek mi yoksa fabrika ayarlarına mı dönecek” tartışması 1 Nisan itibariyle başlamıştı. Nasıl görüyorsunuz? Erdoğan’a seçim kazandıran bir araç olarak AKP’nin 31 Mart’tan önemli bir yenilgiyle çıkması, kurduğu ittifakları, devlet içindeki gücü ve sermaye desteği vs. ile Erdoğan rejiminin yakın geleceğine nasıl etki eder?

2024 seçimlerinin potansiyel bir kırılma anı olmasının en önemli nedeni, iktidar blokunun topluma nüfuz etme, kaynak yaratma ve dağıtma açısından önemli mecralar olan belediyelerin çoğunu kaybetmiş olması. 31 Mart’ın daha dokuz ay evvel kendisini seçmene kabul ettirmesinin hemen ardından gelmesi, bu yenilginin ağırlığını ve ciddiyetini artırıyor. AKP’nin lideri ile ilişkisine, AKP liderinin başkanlık gündemini gerçekleştirmek ve başkan seçilmek için partisine empoze ettiği MHP ile ittifaka yönelik potansiyel sonuçları var. Ancak açık bir kamusal bir tartışmanın olmadığı, olanın da Erdoğan’ın eleştirilemezlik konumunu korumaya adanmış olduğu hatırlandığında, söz de karar da Erdoğan’ın. Onun ne diyeceğini bilemiyoruz. Ancak kendisini ve partisini avantajlı kılacak yeni bir anayasa gibi gündemleri ilerletmesi mümkün değil artık. Akılda tutmamız gereken husus ancak zorlanınca demokrasiye razı olacağıdır. Serbestçe tercih yapma imkanı olduğunda tercihinin demokrasiyi azaltarak iktidarını çoğaltmak olduğunu biliyoruz. Bu da muhalefetin istikrarlı ve ısrarlı bir şekilde demokrasi gündemini ilerletmesine bağlı. Bu bakımdan inisiyatif muhalefete geçmiş görünüyor. Muhalefetin yeteneği ve becerisi AKP ve ittifakı içindeki dengeleri de etkileyecek.        

YENİ ANAYASA ISRARI

“Yeni anayasa gibi gündemleri ilerletmesi mümkün değil” dediniz. Ancak Numan Kurtulmuş, yeni anayasa mesaisine bayram tatili sonrasında başlayacağını açıkladı. Yeni anayasa ısrarı neden?

Seçim sonuçlarının Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini Erdoğan’ın istediği şekilde konsolide edecek bir anayasa değişikliğini imkansız kıldığı hatırlandığında, Kurtulmuş’un gündemi muhtemelen seçim yenilgisini parlamenter sisteme geri dönmeye imkan verecek bir anayasa değişikliği fırsatı olarak değerlendirmek yönünde. Böylece kendisi de AKP’ye katılarak kendisini soktuğu cendereden, istemediği ancak itiraz da edemediği başkanlık sisteminden kurtulacak, biraz daha serbestleşecektir. Bunu açıkça söyleyememesi içinde bulunduğu cenderedendir.

ÖNCEKİ HABER

AKP'nin seçimi kaybettiği Sancaktepe Belediyesi’nde şatafat ortaya çıktı

SONRAKİ HABER

MHP'nin kaybettiği Gölbaşı Belediyesi 1 milyar TL borçlu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa