Sibel Tekin: Sinema, egemenlerin korktuğunu gösteriyor
“Karanlıkta Başlayan Hayat” belgeselinin çekimi sırasında gözaltına alınan ve tutuklanan Belgesel Yönetmeni Sibel Tekin, iktidarın belgeselciler ve sinema üzerindeki baskılarını anlattı.
![Sibel Tekin: Sinema, egemenlerin korktuğunu gösteriyor](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/260164.jpg)
Fotoğraf: Sibel Tekin kişisel arşivi
Kübra KIRIMLI
Ankara
"Karanlıkta Başlayan Hayat" belgeselinin çekimi sırasında gözaltına alınan Akademisyen ve Belgesel Yönetmeni Sibel Tekin ile gözaltı ve cezaevi sürecini konuştuk. AKP iktidarları döneminde pek çok sinemacıya dava açıldığını ve cezalar verildiğini söyleyen Tekin, "Hedef büyük çoğunlukla belgeseller, belgeselciler. Egemenlerin hakikatin açığa çıkmasından ne kadar korktuğunu gösteriyor sanırım bu da" ifadelerini kullandı.
‘HEDEF ÇOĞUNLUKLA BELGESELLER’
"Sinema" uzun süredir AKP iktidarları döneminde baskı, yasak ve cezalandırmalara maruz kalıyor. Kimi zaman bir belgeselin gösterim saatine az zaman kala gösteriminin iptal edildiğini öğreniyoruz, kimi zaman da uluslararası festivallerde yer alan filmlerin Türkiye'de yasaklandığını gördük. Bu süreçte ya Kültür Bakanlığı filmlerden desteğini esirgedi ya da Gezi'ye destek veren tiyatrolara ödenek sağlanmadı. Sinemanın, sanatın maruz kaldığı bu baskıya dair neler söylemek istersiniz?
Türkiye tarihinde sanata, sanatsal ifade özgürlüğüne, sanatçılara baskı, engel ve yargılamalar hep yaşanmış. Tanık olduğumuz için öyle hissediyor olabiliriz tabii ama gittikçe baskı ve engellerin dozu artan bir dönemde yaşıyoruz. İlk olarak geçtiğimiz eylül ayında yaşadığımız sansür meselesinden örnek verilebilir. Altın Portakal Film Festivali'nde Nejla Demirci'nin Kanun Hükmü belgeselinin sansürlenmesi. Altın Portakal sansür konusunda, tanık olduğumuz yakın dönemde ikinci sansürünü yapmış oldu. İlki 2014'te Reyan Tuva'nın Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek belgeselini sansürlemesi idi. Belgesel jürisi ve ulusal belgesel kategorisinde filmi seçilen yönetmenlerin çoğunluğu tepki göstermişti. Ama bu sefer, yani Kanun Hükmü’nün sansürlenmesinde bütün sinema sektörü bir araya geldi ve kamu otoritesinin baskısının asıl sansür kaynağının olmasının da netleşmesi, festivalin bu baskıya direnememesi sonucu festival yapılamaz oldu. Kanun Hükmü gösterilmediği sürece ulusal alanda gösterebilecekleri film kalmadı, seçici kurul üyeleri görev almayacaklarını belirtti.
Festivalin yapılamaması, sinema sektörünün bir aradalığı sayesinde sansür uygulayan festivalin sansürden vazgeçmediği sürece iptal olması aslında çok da olumsuz değil diye düşünüyorum. Kamu otoritesinin baskısının boyutu da son süreçte aleni bir şekilde ifşa olmuş oldu. Altın Portakal'ın iki sansürü arasında 2015'te Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu'nun Bakur belgeselinin sansürlenmesi ve yetki belgesinin bir sansür aracı olarak devreye girmesini yaşadık. Sonrasında da filmin Batman gösterimi sonrası yönetmenlerinin yargılanması, hatta ceza almasına tanık olduk. Belgesellerinden dolayı tek yargılanan Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu değil. Pek çok sinemacıya dava açıldı, cezalar verildi. Veysi Atay, Kutbettin Cebe, Medet Dilek filmleri nedeniyle yargılanan belgeselcilerden bazıları. Bu dava süreçleri nedeniyle yurt dışında yaşamak zorunda kalan arkadaşlarımız var. Hatta belki de en absürt olan Çiğdem Mater'in çekmediği belgesel için 18 yıl hüküm alması. Sadece filmlerin yönetmenleri de değil soruşturmalarla, davalarla karşılaşan sinemacılar. Erhan Örs kurgusunu yaptığı bir belgesel nedeniyle tutuklandı, nihayetinde beraat etti. Özay Şahin ise görüntü yönetmenliğini yaptığı bir belgeselden dolayı ceza aldı. Hedef büyük çoğunlukla belgeseller, belgeselciler. Egemenlerin hakikatin açığa çıkmasından ne kadar korktuğunu gösteriyor sanırım bu da.
Yine kamu otoriteleri festivalleri yasakladı, film gösterimlerini engelledi. Bu konuda en son Pembe Hayat Kuirfest Ankara'da yasaklandı. Festival komitesi "yasaksızlık özlemiyle yeni yollar açmış" ve “küründen online” olarak gerçekleşti festival. Engelleri, baskıları yaşıyoruz ama mücadeleye devam ederek üretmeye ve kamuoyuna ulaştırmaya devam ediyoruz. Ürettiğimiz belgeselleri kamuoyuna ulaştırma konusunda önemli yeri olan bağımsız festivaller, Documentarist, FilmAmed ve İşçi Filmleri Festivali iyi ki var diyerek bitirmek isterim.
ÇOK SAYIDA İNSAN ‘#SİBELYANIMDAYDI’ DEDİ
Altıncı duruşmada beraat kararı aldığınız bir yargılama süreciniz oldu. Bu süreç zarfında aralarında hem meslektaşlarınızın olduğu hem de diğer meslek gruplarından; örneğin gazeteciler, hak savuncuları gibi pek çok alandan ciddi bir desteğin yanınızda olduğunu gördük, gördünüz. Bu dayanışma size neler hissettirdi?
Dayanışma konusuna sürecin başı, yani tutuklanmam sonrası, önce avukatlarım aracılığıyla duyduğum, gelen mektuplardan öğrendiğim, tahliye olduktan sonra da okuduğum, izlediğim kadarıyla dışarıda çok büyük bir dayanışma kampanyası düzenlemiş arkadaşlarım, meslektaşlarım, hak savunucuları. Bu tahliye sonrası, dava sürecinde de devam etti. Görünür olmaktan hoşlanmayan, fark edilmeden işini yapmak isteyen biri olarak bu çok da zor oluyor benim için. Sözle ifade etme konusunda kendimi yetersiz hisseden biri olarak, emojiler ile ifade edeceğim. Yanakları kızarmış, gözlerini kapamış sarı kafa benim duygularımı ifade ediyor. Evet çok gurur verici, ama utana sıkıla takip ettiğim bir süreç oldu.
Siz sokağa tanıksınız, sokaktakiler de size tanık… Çünkü sizin yargılanma sürecinizde buna açıkça şahit olduk. Siz cezaevindeyken #SibelYanımdaydı hashtagiyle (etiket) buna yakınen şahit olduk. Bu süreçte neler deneyimlediniz? Daha önce yaşamadığınız, bizim bilmediğimiz neler oldu hayatınızda?
Bu kampanyadan Avukat’ım Mehtap Sakinci'nin ziyaretinde haberim olmuştu. Sonrasında da Agos'ta yer alan bir haberin gazete kupürüne denk geldim. Agos'un gündemine bile girmeyi başarabilmesi, arkadaşlarımın, dayanışma içinde olanların nasıl çabaladığının en büyük ispatı olmuştu benim için içeride. Çıktıktan sonra tam kendime geldim, okuyup izleyebilirim dediğimde ise 6 Şubat depremlerini yaşadık ve bütün gündemimiz değişti tabii. O nedenle hashtag çalışmasını bütünüyle gördüm diyemiyorum ama öğrendim ki tanıdığım, tanımadığım çok sayıda insan "#SibelYanımdaydı" demiş, videolarla destek olmuş, görseller üretmiş. Görsel üretenlerden biri Aslı Saraç, yakın arkadaşım olduğu için bütün tasarımlarını görme şansım oldu. Aslı Alpar'ın görselini gördüm ilk mahkemede. İlk mahkemede elime ulaşan Avukat Aytaç Ünsal'ın mektubundaki resim sonraki süreçlerde neredeyse bütün basında kullanıldı. Video ile destek olanları anmam ise, sayının fazlalığı nedeniyle mümkün değil. Bu vesile ile yanımda olan, dayanışan herkese teşekkür etmek istiyorum.
YAŞADIĞIMIZ DÖNEMİN METAFORU: SAAT UYGULAMASI
Tüm bunlara neden olan şeye gelmek istiyorum yeniden; "Karanlıkta başlayan hayat" adlı belgeselinize. Tüm bunları konuştuğumuz bu süreç neden yaşandı ve belgeselinizin akıbeti ne oldu? Tamamlayabildiniz mi?
En başından başlayarak anlatayım. Kalıcı yaz saati uygulamasına yönelik bir film uzun süredir aklımdaydı. Sabah işe gitme saatleri gün geçtikçe daha karanlık saatlere denk geldikçe uyanmak, yataktan çıkmak benim için de çok zorlaşıyordu. Bunun etkisini hissettikçe konuya dair bir belgesel aklıma gelmişti. Araya pandeminin girmesi ve evden çalıştığımız süreçte karanlık sabahlar beni çok etkilemedi ve pandemi sonrası hayatın normalleşmesi ile aynı meseleyi tekrar dert edinir oldum ve çekimler için harekete geçtim. İkinci çekim günümün gecesinde de gözaltına alınarak tutuklandım.
İlk çekim günü planladığım saatte uyanıp evden çıkamadığım için sadece evden çıkıp Kızılay'a gidişi, Kızılay'ı çekebilmiştim. 15 Aralık sabahı ise daha erken harekete geçebildim. Çekimler için ilk aklıma gelen yer olan, işçilerin, emekçilerin yoğun olarak yaşadığı Tuzluçayır'a gidebilmiştim. Karanlıkta sokaklardaki trafiği, otobüslere binmek için duraklarda oluşan sıraları, işine, okuluna gitmeye çalışan insanları kaydetmeye çalıştım. Günün aydınlanması ile birlikte de Tuzluçayır'dan ayrılıp okula geçtim. Yoğun bir günün ardından gece kartları aktarmaya fırsat olmadan sızmışken, saat 2 civarında kapı çaldı. Kapıdakiler polismiş. Gece 2'de operasyon yapmanın ne demek olduğunu da tahliye edildikten sonra öğrendim açıkçası. Çok tehlikeli bulmuşlar beni. Sabahki çekimler için geldiklerini öğrenip rahatlamıştım ama sonucu tutuklanma oldu.
Gözaltı sırasındaki sorularından yola çıkarak kamuoyunda hep kadraja polis arabasının girmesi olarak duyuldu. Asıl meseleyi hapishanede, avukatlarımın dava dosyasını görmesi ile öğrendim. Kadraja bile girmeyen, hatta kadraja girmedikleri çekimlerin ilk izlenmesinde de anlaşılan, ceza infaz memurları servise binerken onları çekiyorum diye şüphelenmişler, şikayet etmişler. Kolluk kuvvetleri, savcılık da beni çok tehlikeli bulup peşime düşmüş. Yani daha çekimlere tam anlamıyla başlayamadan film yarıda kalmış oldu.
Tutuklandıktan sonra da hikaye farklı bir boyuta geldi aslında. Belgesel çekeceğim derken tutuklanmaya giden öykünün belgesele dönüşmesi mümkün olabilirdi. Ama şubat depremleri ile gündem benim için de değişti ve bunu bir kenara bıraktım. Geçtiğimiz kış, yani 2023 aralık ayında da Duvarsız Odalar belgeselinin şehir dışı gösterimlerinin yoğunluğu nedeniyle bir yıl daha ertelemiş oldum bu belgeseli. Umarım bir sonraki kış, ülke yaşadığımız karanlık günlerden kurtulur, yaşadığımız dönemin metaforu sayılabilecek saat uygulamasından da kurtuluruz ve yapılamayan bir film olarak kalır tabii. 31 Mart akşamı bunun mümkün olabilmesi için de bir umut oldu ne de olsa.
‘ADALET MÜCADELESİNİN KAYDINI OLUŞTURMAYA ÇALIŞIYORUM’
Çok üretken biri olduğunuzu biliyoruz. Bu süreçte cezaevinde tanıştığınız Dr. Şebnem Korur'la ilişkinizden doğan başka önemli bir belgesele daha hayat verdiniz; "Duvarsız Odalar: Dayanışmadan Süzülen Umut" adlı başka bir belgeseli izleyiciyle buluşturdunuz. Biz Sibel Tekin'in kamerasını her yerde görüyoruz. Kameranız neye tanıktır, nereye bakar?
Gezi'den beri sokağa bakıyor. Hak ve özgürlük taleplerini kaydetmeye çalışıyorum. 2015 ortasından itibaren yaşadığımız katliamlarla sonra da önceliğim 10 Ekim Ankara Gar Katliamı'nı unutturmamak, adalet mücadelesinin görsel kaydını oluşturmaya çalışıyorum. Gül Büyükbeşe ile "Ölüm Ne Yana Düşer Usta" adında 7 Haziran-1 Kasım arasındaki iki seçim arasında tanık olduğumuz üç IŞİD katliamı, Amed, Suruç ve 10 Ekim Katliamlarını anlatan bir belgesel yaptık. 6 Şubat depremleri sonrasında da fırsat buldukça deprem bölgesine giderek çekim yapmaya başlamıştım. Hapishanede Şebnem Hoca ile kısa da olsa koğuş arkadaşı olmamız, bu çekimleri bir belgesele dönüştürmeme imkan verdi. TTB'nin, SES'in, gönüllü sağlıkçıların deprem bölgesindeki kolektif emek ile gerçekleştirdiği dayanışmanın hikayesinin belgeseli çıktı ortaya. Yine deprem bölgesindeki sağlık çalışmalarının yer aldığı ikinci bir belgesel üzerinde çalışıyorum tam da şu aralar. Ayrıca umarım Ankara Büyükşehir Belediyesi bir an önce 10 Ekim Anıtı'nın çalışmalarını başlatır ve uzun zamandır Ankara'daki kamusal alanların sembolü olan üç heykelinin hikayesini anlatmak istediğim Metin Yurdanur'un yapacağı 10 Ekim Anıtı ile belgesele final sahnesini de çekerek başlarım.
Evrensel'i Takip Et