16 Nisan 2024 22:04

AKP-MHP iktidarının gençliğe maliyeti

AKP-MHP iktidarının halka karşı, sermayenin yanında mevzilenerek izlediği politikaların gençlik üzerindeki maliyeti her geçen gün ağırlaşmayı sürdürüyor.

Fotoğraf: AA&Unsplash Kolaj: Evrensel

Paylaş

Berkay MORKAN
Boğaziçi Üniversitesi


Geçtiğimiz hafta gençlerin gündeminde önemli bir yeri CHP’nin yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkmasıyla AKP’nin “kalesi” olarak gördüğü belediyeleri ana muhalefete kaybetmesi, akabinde tek adamın Van’a yeni bir yolla fiili olarak kayyum ataması ve Kürt halkının ders niteliğindeki mücadelesi sonucunda kendi seçtiği belediye başkanına mazbatayı aldırması tutuyordu. Milliyetçi-gerici AKP-MHP iktidarının art arda darbeler yediği son 10 günde, ülke çapında adeta mücadele ve demokrasi rüzgarları eserken, bizim bu yazıdaki asıl amacımız merceğimizi genişleterek neredeyse 10 yıllık AKP-MHP ittifakının ekonomi politiğini, hegemonyasını ve bizim çıkış yollarımızı mercek altına almak.

MİLLİYETÇİ-GERİCİ İTTİFAK NASIL DOĞDU

Geçmişe küçük bir pencere açmak gerekirse, 2001 krizi sonrası iktidara gelen AKP hükümeti, küresel sermayenin serbest döviz hareketi ve özelleştirmelerle ülkede yapay refah rüzgarları estirmesinin ardından 2008 krizi ve sahte rüzgarların miadını doldurmasıyla birlikte ekonomik sıkılaşmaya mecbur kalmıştı. 2009-2015 arasında ekonomik kötüleşmelerin de etkisiyle tek başına iktidar olma lüksünü tamamen kaybeden AKP, kapalı kapılar ardında yürütmeye çalıştığı “çözüm” süreci de elinde patlayıp Kürt halkını karşısına alınca çareyi MHP’yi kendi yanına çekmekte bulmuştu.
O döneme kadar çıktıkları bütün kürsülerde birbirlerine ağza alınması güç hakaretlerde bulunan Bahçeli-Erdoğan ikilisi, Erdoğan’ın çözüm sürecinde masayı devirmesi ve Kürt illerinde düşük yoğunluklu savaş ilan etmesiyle öncelikle otoriter/faşist pratik aracılığıyla yakınlaşmış, sonrasındaysa yine Erdoğan iktidarının bir koalisyona muhtaç hale gelmesiyle tamamen yollarını birleştirmişlerdi. Çözüm sürecinin halk nezdinde de dönemsel olarak bulduğu karşılık masanın devrilmesi ve Kürt siyasetçilerin tutuklanmasıyla sonuçlanınca ülkeyi tabiri caizse Kürt halkının direkt hedefe konduğu bir cadı avına sürükleyen AKP hükümeti için daha sağcı, daha otoriter bir ittifak ve yeni bir rejim inşası da kaçınılmaz olmuştu.

KİM BÜYÜDÜ, NASIL BÜYÜDÜ?

Böylelikle iktidarının 2.yarısını bir küçük ortakla inşa etmeye başlayan AKP hükümeti, ekonomi çarklarının dönüyormuş gibi görünmesi için ülkeyi bir ucuz iş gücü cenneti haline getirerek yabancı sermayeye cazip görünme çabasıyla kolları sıvadı. O günden itibaren toplumsal hak arayışlarına devlet müdahalelerinin artması, sosyal hakların güdükleştirilmesi, ortalama ücretlerin açlık sınırına yaklaştırılması ve güvencesiz/çocuk işçiliğin normalleşmesiyle Türkiye’nin “Bangladeşleştirilmesi” de ülkeyi sadece bir üretim tesisi olarak, küresel tekellere tatlı görünerek ülkeye döviz girişi sağlama çabasından ibaretti. Zira bu şekilde çarklar dönmeye devam edecek, yerli-yabancı sermayenin kasaları dolacak, kağıt üzerinde istihdam da artmayı sürdürecek fakat harlanan yoksulluk daima halkı yakacaktı.

2023’te can havliyle sıfırı tüketerek fakat güç de kaybederek iktidarda kalmayı başaran Erdoğan ve küçük ortağı Bahçeli, çareyi Mehmet Şimşek’i göreve getirerek “rasyonel” para politikalarını devreye sokmakta buldu. Bu (ir)rasyonel politikalar iktidar açısından o kadar kullanışlı oldu ki Türkiye ekonomisinin sadece 2023 yılında %4,5’la ABD, Japonya, İngiltere gibi dev ekonomilerin üzerinde büyüme kat etmesi bütün kürsülerden haykırıldı. Peki ama bu 1 yılda asıl büyüyen kim oldu?

Sektörel olarak bakmak gerekirse, bu büyümeden en büyük payı %9 ile finans ve sigorta sektörü üstlenirken onu %7,8 ile inşaat sektörü takip ediyor. Bu parlak rakamlı madalyonun arka yüzüne baktığımızda da 21,4’ten 24,7’ye çıkan atıl işsizliği ve %0,2 oranında küçülen tarım sektörünü görüyoruz. Ayrıca belki bu son veri, bütün dünyada eksi %10’larda seyrederken ülkemizde %72 düzeyine çıkan gıda enflasyonuna ve dolayısıyla hanelerdeki boş tencerelere de bir miktar ışık tutabilir. Dahası, sermayenin, finans kapitalin hınçla büyüdüğü bu ışıltılı yılda, kredi kartı borçları da emekçilerin yakasına yapıştı. Yine sayılara baktığımızda, 2022 yılı sonunda 452,5 milyar TL olan kredi kartı borcunun, 2023 yılı sonunda 1 trilyon 155 milyar liraya çıktığını görüyoruz. Aradaki 702,5 milyar liralık fark bankaların kârlarını şişirken, bizim gibi fanilerin tahayyül sınırlarını aşıyor.

Dolayısıyla, tek adamın ve sözcülerinin kürsülerden kıvançla haykırdığı sayıların ve ekonomik icraatlerin arka planı emekçiler ve gençler açısından oldukça hazin bir tablo sunuyor. İktidarın böbürlenerek söylediği her veri sonrasında belki de sorulması en doğru sorular “Kim için, kime göre?​” olacaktır. Kapitalist ekonominin en “ortodoks” halini ortaya koyan Mehmet Şimşek sermayedarlara göre o kadar işlevli hale geldi ki, güncel olarak Türkiye’nin en çok oy alan burjuva partisi CHP bile açlık sınırında yaşayıp kendisine oy veren milyonlara rağmen bu politikalara aylardır tek laf edemez hale geldi.    

SERMAYENİN YANINDA, HALKA KARŞI

Bu sırada savunma sanayiye yaptığı yatırımlar ve teşviklerle milliyetçi propagandayı da zirveye taşıyan bu milliyetçi-gerici ittifak, geleceksiz bıraktığı gençlerin bir yandan “güçlü Türkiye” imajıyla gözünü boyarken bir yandan da kendilerine hiçbir katkı sağlamayan savaş yanlısı politikalarını aklayabiliyordu. O kadar ki, Türkiye’de kronik yetersiz beslenen 3 milyon çocuk varken devlet, “kaynaklarımız yetersiz” diyerek okullarda bir öğün ücretsiz yemek hakkı için açılan davayı reddediyor fakat Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar, aynı devletten aldığı teşviklerle Forbes’in milyarderler listesine giriyor ve bu çelişki iktidarın ideolojik aygıtlarıyla görünmez kılınabiliyor. AKP-MHP ittifakının bilançosuna baktığımızda asıl göze çarpansa, Selçuk Bayraktar’ın bile bu tablonun belki de sonlarına doğru eklenen bir istisnadan ibaret olması. “Beşli Çete” adıyla tanıdıklarımız, İliç’te gördüğümüz uluslararası tekellerle işbirliği yapan Çalık Holding, Filistin’de on binlerce insan öldürülürken İsrail’e enerji, çimento, çelik, bor ihracatı yapan Zorlu’lar, Tosyalı’lar, Kardemir’ler, ETİ Maden’ler ve doğal olarak her konuda iktidar söyleminin arkasında saf alan TÜSİAD ve MÜSİAD’lardan da gördüğümüz kadarıyla, devleti elinde tutan bu milliyetçi-gerici ittifak ideolojik aygıtlarla topluma hamaset satarken bir yandan da sermayenin çıkarlarını her fırsatta kollayarak devlet-sermaye işbirliğini güçlendirerek sürdürüyor.

Bu ideolojik aygıtlar arasında en işlevli olanı tabii ki her geçen gün kaçınılmaz olarak daha da radikalize olan işbirlikçi küçük gerici ittifaklar ve bunlar aracılığıyla tabiri caizse ilmek ilmek örülen söylem ağı. Gençlik festivallerini hedef göstererek iptal ettiren, üniversitelerdeki kulüp etkinliklerini sansürlettiren bu “irtica ittifakı”, özellikle de hakkını arayan herhangi bir topluluğu kriminalize etme yönünde son derece iyi işliyor. %55 oy verdiği belediye başkanının mazbatasını almasını isteyen Kürt halkına, hocalarının işlerine hukuksuzca son verilmesini istemeyen öğrencilere, bir tekelin köylerindeki ormanı talan etmesini istemeyen köylü kadınlara, nefret söyleminden ve ölüm tehditlerinden uzak insanca bir yaşam kurmak isteyen LGBTİ’lere, anayasal hakları olan sendika seçme özgürlüklerinin tanınmasını isteyen işçilere, hatta film izlemek isteyen öğrencilere karşı bile son derece hızlı bir şekilde iktidarın arkasına hizalanabilen bir topluluk yaratabiliyorlar. Üstelik bunun için iktidar ortağı olmaları da gerekmiyor. Güya muhalefet gibi görünerek iktidara yönelik belli öfkeleri göğsünde yumuşatan Zafer Partisi, İYİ Parti gibi milliyetçi “seküler” partiler seçimden hezimetle çıkmış olsalar da özellikle sosyal medyada ilgi gören ve iktidar söylemine yedeklenen argümanlar üretebiliyorlar.

Sadece milliyetçi-faşist ideolojilerle düşünce sistemini etkilediği genç nesil değil, ayrıca yetişen yeni nesil için de eğitim sisteminin gericileştirilmesi de benzer bir işlevi karşılamış oluyor. Bilimsel eğitimin içinin boşaltılmasıyla başlayan bu süreç, ÇEDES’lerle, sübyan okullarıyla, din derslerine yoğunlaşan müfredatlarla gelecek nesli de kuşatmayı sürdürüyor. Bu projeler ve aksiyonlarla tarikat ve cemaatlerin tekeline bırakılan “eğitim” sisteminde de karşımıza çıkan manzara cenaze namazı “simülasyonu” yapan ilkokul öğrencileri, Kabe maketinin etrafında tavaf eden anaokulu öğrencileri veya kafalarında takkeyle ezan okutulan 1.sınıf öğrencileri oluyor.

Bütün bunlar bir araya geldiğinde iktidar sahipleri ve onların ortakları bir yandan kazanılmış sosyal hakları gasbedip, çocuk ve gençlerin geleceğini köreltip, aksi yönde mücadele edenleri yargı karşısına çıkarırken bir yandan da sermayedarlar lehine çalışmaya devam ediyor. Hal böyle olunca AKP-MHP ittifakının gençlik üzerindeki maliyeti de her geçen gün ağırlaşmayı sürdürüyor.

Fakat artık, bu irtica ittifakının son demlerini yaşadığı sandık sonuçlarına bile yansımışken, Van halkının mücadelesi hızlıca karşılık bulmuşken, gençler artık sıkıştırılmak istendiği kaba sığmıyorken, biz de seçeneksiz olmadığımızı daha iyi biliyoruz. Bizim cebimizden ve ömrümüzden çalınanlarla kendi kasalarını dolduranların hiçbir ittifakı gençliği itilmek istendiği uçuruma bir adım daha yaklaşmaya ikna edemez. Şimdi demokratik kazanımlarımızı ve taleplerimizi yükselterek, hep birlikte yaşanabilir bir gelecek inşa etmek için bir tuğla daha koyma, 1 Mayıs’ta alanlarda olma ve mücadeleyi güçlendirme zamanı.

ÖNCEKİ HABER

Kulüpler Birliği Vakfı, TFF seçiminin haziran ayı başında yapılmasını istiyor

SONRAKİ HABER

Özel, Kobane Davası için heyet görevlendirdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa