Sağ antiemperyalist olabilir mi?
Rejimin büyük Türkiye programıyla “kıskanılan ülke” olarak pazarlanmasının arka bahçelerini ziyaret etmekte fayda var. Emperyalistlerin silahşorleri kimler olarak çıkıyor karşımıza?
![Sağ antiemperyalist olabilir mi?](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/156567.jpg)
Ece AKIN
Galatasaray Üniversitesi
“Ey milletim sen şahitsin, bizim siyasi hayatımızın tamamı emperyalistlerle ve onların taşeronlarıyla mücadele etmekle geçti. Vesayetin gücünü kırarken emperyalizme meydan okuduk. Suriye ve Irak harekatlarıyla emperyalistlerin ülkemize yönelik oyunlarını yine biz bozduk. 15 Temmuz gecesi bay bay Kemal tankların arasından kaçıp da belediye başkanlığına giderken biz Yeşilköy Havalimanı'nda halkımızla beraberdik. Emperyalistlerin silahşorlerine milletimizle birlikte göğsümüzü biz siper ettik. Milletin kanını yıllarca sülük gibi emen faiz lobilerine geçit vermeyerek emperyalistlerin para musluklarını biz kestik. Ülkemizi bölgemizdeki çatışmalardan uzak tutarak barış için çalışarak emperyalistlerin felaket senaryolarını biz paçavraya çevirdik. Dış ticarette milli paramızın kullanımını artırarak emperyalistlerin finans düzenine biz çomak soktuk. Savunma sanayiinde yerlilik oranını geldiğimizde neydi? Yüzde 20, nereye çıkardık? Yüzde 80'e, egemenliğimize göz diken emperyalistleri biz hüsrana uğrattık.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 18 Nisan 2023 tarihinde Afyon’da sarf ettiği cümleler bunlar. Yerli-milliliğe karşı birtakım ötekilerin, Türkiye’nin bağımsızlığının koruyucularını yıldırmak isteyenlerin, ve muhalefetin emperyalistlerle içli dışlı birliğinin karşısında kendisinin sergilediği cüretkâr antiemperyalist (!) tutumun ifadeleri. Bu cafcaflı açıklamaların Togg, İHA-SİHA’lar ve bilimum “yerli-milli” atılımın hayat bulmasını sağlamış rejimin dilinden dökülüyor olması şaşırtıcı değil, aynı konuşma içerisinde memleketi emperyalistlere teslim etmeyişlere dair sayısız vurgunun kaynağının nereden geldiğini çözümleme işi de çok da zor olmasa gerek. Örneğin; İtalyan otomativ şirketi Pininfarina’yla üretilen, elektrikli motoru Bosch’tan satın alınan, bataryası Çinli Farasis şirketiyle yapılan ortaklıkla sağlanan, entegrasyonu Alman firma EDAG tarafından yapılan yerli aracımız, milli üretimimiz TOGG’un, nasıl bir antiemperyalist programın sonucu olduğunu bir çırpıda görebiliyoruz. Yerlilik oranının bu koşullarda %51’e sabitlendiğini belirten Mustafa Varank’ın ve bu işten başarıyla “kârlı” çıkıldığını belirttiğini de unutmadan sağ ideolojiler ve antiemperyalizm arasındaki ilişkinin karlı çıkılacak, kar elde etmenin ve karı nerelerden elde edildiğinin olanaklarını sorgulayarak irdelemek gerekir.
TOGG’un kimi emperyalist ülkelerden bedeli ödenerek alınan parçalarının Türkiye’de monte edilmesi, üretilmesi, geliştirilmesinin antiemperyalist yönü sorulara açıktır. Neticesinde burjuvazinin ve kayyum rektörlerin iktidarla iş birliklerini dört tekerlek üzerine oturtarak reklamını yapmasından ibaret bir sahne var önümüzde. Bunlar, emperyalist ülkelerin emellerini ve stratejik olarak alacakları pozisyonları sınıflar düzleminde değil millet, ulus kavramları üzerinde çizen, dolayısıyla da kof söylemlerle “ötekilerin”, gayri-milli olanların elenmesi üzerinden kurulan bir anlayıştan kaynaklanıyor.
Baştaki alıntıya dönmek gerekirse, iktidarın “göğsünü siper ettiği”, Erdoğan’ın emperyalistlere boyun eğdirdiği iddialarıyla Erdoğan’ın antiemperyalist bir lider, rejiminin de büyük Türkiye programıyla “kıskanılan ülke” olarak pazarlanmasının arka bahçelerini ziyaret etmekte fayda var. Emperyalistlerin silahşorleri kimler olarak çıkıyor karşımıza? Göğsünü kimlere siper ediyor sağ?
LAFTA ANTİEMPERYALİST OLMAK
AKP’nin şovenizmle aynı tencerede kaynatarak erittiği bu düzmece, emperyalizm karşıtlığının söylemlerde peydahlandığı fakat pratikte emperyalistlerle yapılan iş birliklerinin yerli yabancı temsilcileriyle büyütüldüğü, bir derinleşme var önümüzde. Zaten, savunma sanayi hariç alanda bağımlılı ilişikleri derinleştirilmiş Emperyalist ülkelerle kurduğu temasları, TOGG örneğinde olduğu gibi, sıkılaştıran iktidar, yerlilik-millilik görüntüsünün savunusuyla su üstüne çıkararak veçhesini sahte bir antiemperyalizme çeviriyor. Sağ ideolojilerin içini boşaltmak suretiyle, bilhassa da AKP iktidarının (şu bu sebeplerle zorunlu olarak, seçmen, dinci-gerici program vs.) diline pelesenk ettiği antiemperyalist tutum, ABD tekelleriyle ilişkileri sürdürmekten hatta davetiyeyi de kendisi çıkartmaktan alıkoymuyor. “NATO bu sayede, küresel güvenlik ve istikrarın muhafazasında inanıyorum ki etkin rol oynayacaktır,” ABD liderliğindeki NATO’nun istikrarlı bir parçası olarak bağını sürdürmek istediği biricik kollarından biri olmasını da esirgemiyor öte taraftan. Bu çelişkili birlikteliklerin arasında “Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var” gibi cümlelerin yankılanabiliyor olmasının güvencesi de ceplere dolan dolarlar olsa gerek, Milli Görüş geleneğinden gelen bir parti ve iktidarı için bu kimliği güçlendirmenin basamakları neoliberal politikaların benimsenmesiyle cisimleşiyor çünkü zaruri olarak. Örneğin Irak Savaşı süresince ABD’nin Türkiye’yi adeta bir savaş yerleşkesi olarak kullanmasına hazırlık yapan savaş tezkeresinin Meclis’ten geçmemesiyle Erdoğan’ın dönemde başdanışmanı olan Cüneyd Zapsu’nun ABD’ye, Erdoğan için kullandığı “(…) bu kişinin çok itibarı var, hem inançları nedeniyle Müslüman dünyasında hem de batı tipi demokrasiye inanıyor. Bence onu devirmeye çalışmak, delikten aşağı süpürmek yerine onu kullanın” ifadesi, Amerika’yla kurulan hattın riske girmemesi adına ülkenin içinde bulunduğu bağımlılık ilişkisini gösteriyor. AKP’nin serbest piyasacılıkla devraldığı hükümetin devlet kapitalizmiyle inşaası da haliyle Siyonist İsrail devletiyle kurulan ticari ilişkilerin, ülkeyi giderek Putin Rusyası’na bağımlı hale getiren anlaşmaların, Türkiye’nin en büyük askeri üssü olarak ABD’nin İncirlik Hava Üssü ortak kullanımın milliyetçilikle harmanlanmış pragmatizmi “dış güçler”le oynanan nice oyunla örülebiliyor.
SAĞIN SİCİLİNDE NE VAR?
Hatta bu tekneyi açıktan sürüyor iktidar, 2016’da Uluslaraarsı Yatırımcılarla Yüksek Düzeyli Ekonomi Toplantısı’nda: “Bizimle birlikte yol yürüyen hiçbir uluslararası yatırımcı, bu ülkede kaybetmemiştir. Tam tersine sürekli kazanmıştır, bundan sonra da kazanacaktır (…) Yatırımcılara zarar verecek, yatırımcıları üzecek hiçbir işe kalkışmayız. Başta şahsım, izin vermeyiz. Bu yönde hiç endişeniz olmasın.” Görünen o ki sağın göğsünü kimlere siper ettiğinin cevabı başka bir tartışma konusu olsun, emperyalistlere etmediği kesin. Uluslararası yatırımcılara, yerli ve yabancı sermayeye güven vermek için peyderpey verilen antiemperyalist müdaafanın esamesini okuyabilmek mümkün mü bu cümlelerde? Keza sağ ideolojilerin özü itibariyle, burjuvazi lehine temellendirdiği çıkar ilintilerinin organik bağlantısı emperyalizmde düğümleniyor. Retorik sınırlarda kalan emperyalizm karşıtlığı da bu şekilde, kapitalistlere fon aktaran ve dış politikada emperyalistlerle daha da garantici ilişkiler kurmanın yöntemlerini dönüştürüp yineleyen pragmatik bir serime bağlanıyor.
Sağın sicilini dönem dönem geriden gaz verici göstermelik hamlelerle “Biz böyle büyüğüz işte” gösterisinin bereketini ülkenin yer altı, yer üstü kaynakları yağmalanırken onlara kolaylık sağlayan yasalarda, NATO’yla aracısız selamlıkta sabahlıkta, sağ iktidarların karnesine baktığımızda masalarda işçi-emekçi sınıfın, halkların aleyhine yapılan pazarlıkların ekonomiye gösterdiği sopada tahlil etmek o kadar da güç olmuyor. Ha yerli ha yabancı, sermaye sınıfının çıkarlarını korumak, o çıkarlara ortak olmak için hazinesinin fişini emperyalizme takan bir Türkiye; ya da çıkar sağlamak için kullan-at usulüyle geçici bağlantı noktalarına büyük emperyalist ülkeler tarafından eklenen bir Türkiye olmak suretiyle vatan sevgisi sayıklanadursun; sağ hakikaten antiemperyalist olabilir mi sorusunun yanıtını bulmak için memleketin bir metrelik toprağına bakmak yetiyor.
VATANPERVERLİK GÖMLEĞİ
Emperyalizmi geniş planda kapitalist izlencelerin bağlamlarının genişletildiği, sağ hükümetlerin karar alıcı konumda bulundukları mekanizmalarda sömürü, zor, baskı, krizle elde ettikleri sermaye, kültürel hegemonya, dinci-gerici tarikatların yapılanması, mafya ve çetelerle güçlenen çıkar ilişkileri zinciri uzadıkça hedefin de büyüdüğü ve kazancın halkın aleyhine dağıldığı bir son aşama olarak değerlendirdiğimizde, gerektiğinde sağı antiemperyalizmle buluşturan ideolojik zeminin koltuklarında işverenlerin iktidardan, iktidarın işverenden medet umduğu bir düzeni mecbur kılıyor. Finans çevrelerinde “vatanperverlik” gömleği giymek de sanıldığı aksine yayılmacılıktan azade olmuyor, kendi dilinizle deklare ettiyseniz bile ortaya somut veriler koymak gerekiyor. Gücünün propagandasını yaparken, gücünü bir tehdit olarak kullanırken o gücü nereden aldığının altına bakmak da bu işin bir parçası. Çünkü uluslararası tekellerin, burjuvazinin irili ufaklı tüm paydaşlarının kime itaat ettiklerinin cevabı servetlerini depoladıkları ve dolaşımda tuttukları yerin gücünde (!) çıkıyorken, karşısına yabancı-yerel ikililiği üzerinden milliyetçiliği kurunca böylesi bir “antiemperyalizm”e de yer varmışçasına, düpedüz bir yalan satılabiliyor. Emperyalizme kol kola girerek onun alt edileceği bir siyasetin fantezisi hangi dünyada anlam kazanabilir ki, düşmanın batıl olması yeterli midir antiemperyalizm için?
Evrensel'i Takip Et