16 Nisan 2024 22:40

Eski AKP’yi özleyenler: bir Yeniden Refah anatomisi

’89-’94 arasındaki artışın dengi olmasa da, Milli Görüş geleneğinin en koyu temsilcisi, %100' yakın benzer bir artışı 14 Mayıs Genel Seçimi ile 31 Mart Yerel Seçimi arasındaki 9 ayda da yaşadı.

Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/TCCB

Paylaş

Batuhan ENGİNER
İTÜ

Dünyada sağ liderlerin ve partilerinin hem “birinci dünya ülkelerinde” (ABD’de Trump liderliğindeki Cumhuriyetçi Parti, İtalya’da Meloni vb.) hem ülkemizdeki (geçmişte Demokrat Parti, yakın zamana kadar AKP, 31 Mart’tan beri akla gelen Yeniden Refah) seçim başarıları düşünüldüğünde ve bu tür partilerin yoksulluğu, savaşı, rüşveti körükleyen politikaları akla geldiğinde sormadan geçemiyoruz, nasıl bu kadar başarılı oluyorlar? Kimimizin eskiden, kimimizin seçimden beri bildiği üzere, bu soruyu “Bu halktan bir şey olmaz” ile açıklamak mümkün değil. Daha derinlere inmek lazım, bu partilerin sosyal ve ekonomik kökenlerine. Ani ve devasa seçim başarıları ile öne çıkan bu tür sağ partilerin dünya çapında ortak özelliği; günlük yaşamında işsizlik, enflasyon vb. pek çok kavramla çarpışan çoğu zaman da eğitim, sağlık vb. hizmetlerden mahrum bırakılan halk kitlelerini etrafında toplayabilmesi oluyor. Çok az karşı çıkış olacaktır ki, çoğu ülkede, bu tür bir yoksullukla mücadele ederek ciğer çürüten insanların oranı da oldukça yüksek. Durum ortada. Peki bu onları neden sağcılara oy vermeye teşvik etsin? Sağcılar, patronlara vergi indirimlerini, kamusal/eşitlikçi hakların geri çekilmesini savunanlar, neoliberaller değiller miydi? Basit bir mantıkla, zenginler sağcı, yoksullar solcu olmamalı mıydılar? Şimdi ise esas soru geliyor: Sağ yoksullar içerisinde nasıl örgütleniyor? Nitekim bu soru cevapsız değil.

POPÜLİZM: NEREDEN NEREYE?

Süleyman Demirel’in meşhur “Ağlama değmez Paşa, çoban Sülü geçti başa” seçim şarkısından, yeni geldikleri büyük şehirlerde hor görülmekten ve yoksulluktan eksik kalmayan emekçi kitlelerin kendi sorunlarını anladığına inandıkları Milli Görüş siyasetinin temsilcilerine yedeklenmelerine kadar popülizmin izlerini sürmek mümkün Türkiye’de.

Refah Partisi ve Necmettin Erbakan; kitlelerin bireysel olarak bağlı oldukları ancak çoğunun bunu henüz siyasal bir aidiyet olarak gerçekleştirmediği dini inançlarını, pek çok vatandaş tarafından makroekonomik işlevlerini tam anlamıyla bilinmeyen ancak kendi hayatlarındaki yıkıcı etkileriyle tanıdıkları faiz, döviz gibi düşmanlara karşı etkili bir biçimde kullandı. Böylece hem yoksulluk, ekonomi vb. politika geliştirme alanlarını “Adil Düzen” gibi bilim dışı bir içerikle de olsa siyasal İslam’ın kapsamına dahil etti, bunu yaparken de halktan yana görünen bir tutum ve kalkınmacılığı da ihmal etmedi, hem de halkın adalet, refah gibi özlem duyduğu kavramları altını doldurmadan bir biçimde yan yana getirirken de buna dini aracı ederek en samimi duyguları siyasete alet etti.

Ortaya çıkışlarını ve yükselişlerini tarihselleştirmek gerekirse, Milli Görüş kadrolarının kökeni Demirel’in partisindeki bir grup vekil ile ’67 yılına dayanmasına rağmen, esas ses getirdikleri zamanlar ’80 Darbesi sonrasındaki neoliberal dönem oldu. Darbe kovuşturmalarının ve siyasi yasaklarının ardından Türkiye’de sınıf mücadelesinin ve neoliberalizmin çelişkilerin nihai çözümünü getirecek bir devrimci dönüşüm uzun yıllar için rafa kalktığında, en kaba tabirle “meydan boş kalmıştı.” Demirel ve Özal’ın Türkiye’nin emekçi sınıflarına IMF ve uluslararası sermaye kuruluşları ile kol kola yarattıkları afetin ardından ağırlığı CHP’li veya Adalet Partili olan devletin yönetici kesiminde etkisi yüksek şehirli/soylu kesimin kent yaşamından ve her türlü kamusal hizmetten dışlamaya devam ettiği, gecekondularda yaşayan yüzbinlerce emekçi için iktidardaki Sosyaldemokrat Halkçı Parti’den* ümitlerini kestikleri an bir dönüm noktasıydı belki de. 1989 Yerel Seçimi’nde yalnızca Konya, Van, Maraş, Sivas ve Urfa’yı elinde tutan Refah Partisi; SHP’nin birinci olduğu seçimin ardından geçen 5 yılda SHP’nin başarısız yönetimi, ekonomik krize karşı faizi mistik bir şekilde ortadan kaldıracak “Adil Düzen”i ve darbecilerin önünü açtığı siyasal İslam’ın önlenmesi güç yükselişi sayesinde en çok belediye kazanan parti oldu. Hem de oylarını iki katına çıkararak! Üstelik, en önemli faktörlerden biri de, yeni kazanılan bu belediyeler arasında Erdoğan’ın İstanbul’u ve Melih Gökçek’in Ankara’sının da olmasıydı.

Mehmet Ali Birand Refah’ın oylarının “uçuşunu” yaratan değişimi şöyle anlatıyor: “1991’de, Genel Seçimler’de Refah, bambaşka bir görüntü ile karşımıza çıktı. Çevre sorunlarını, hızlı kentleşmenin sorunlarını dile getiriyorlardı. Hayat kadınlarının çektiği acıları dindireceklerini söylüyorlardı. Emekçiler, sömürü düzeni – ve nihayet – insan hakları kampanyada yer aldı ve işkence sorgulandı. Refah sanki solun ağzıyla konuşuyordu.” Hemen ardından rakip SHP’nin adayı da Refah’ın “Leninist çalışma” yaptığını iddia ediyor. SHP’li adayın son iddiası gerçeği yansıtmasa da, Refah’ın ’89, ’91 ve ’94’teki başarılarında kadın teşkilat üyelerinin de dahil edildiği seçim çalışmalarından, ev ziyaretleri ve otobüs durakları gibi günlük hayatın alanlarında seçmenlerle sürdürülen tartışmalara kadar çok başarılı bir çalışma olduğu kuşkusuz. Bu etkili çalışma yalnızca oy anlamına da gelmiyor elbette. Bu yalnızca emekçilerin İslamcılara oy vermesi değil, samimiyetlerine inandığı onların siyasal düzlemini kendi fabrikasına ve evine taşıması bir nevi teşkilatın doğal bir parçası olması ile sonuçlanıyor. Düşündüğümüzde bile, karşısında ilk defa bir kadının bir parti için oy topladığını veya ona bir kek getirdiğini ve çay eşliğinde onla seçimleri tartışmak istediğini duyan bir kadın seçmen için durumun şaşırtıcılığın ve ikna ediciliğin bir hayli fazla olacağını anlayabiliriz. Erdoğan’ın da İBB galibiyetinde etkili olacağı üzere, o dönemde Refah’ın İstanbul’da bu biçim bir çalışma sürdüren kadın ve erkek 75.000 kişilik bir propagandist teşkilat mensubu olduğu söylenmekte.**

BU SEFER SIRA OĞUL ERBAKAN’DA

’89-’94 arasındaki %10’dan %20’ye artışın sayı olarak dengi olmasa da Milli Görüş geleneğinin en koyu temsilcisi, %100’e yakın oransal artışla benzer bir uçuşu 14 Mayıs Genel Seçimi’nden 31 Mart Yerel Seçimi arasındaki 9 ayda da yaşadı.

Ekinsu Devrim Danış, seçimden 5 gün önce Evrensel’e yazdığı yazıda izlenimlerini şöyle aktarıyordu: “Görüştüğümüz Yeniden Refah Partili işçiler de AKP içinde siyaset sürdürmenin, yükselmenin mümkün olmadığı, teşkilat içerisinde söz sahibi olmanın bile daha elit ve ayrıcalıklı bir kesimin elinde olduğundan yakınıyorlardı. AKP’deyken çeperde bırakılan, dışlanan ve ancak siyasetin gölge aktörleri olarak konumlandırıldıkları durumdan şikâyet edip YRP’deki pozisyonunu şöyle anlatıyordu: ‘Evlere girip çıkıyoruz, insanları ikna edebiliyoruz, sözümüz önemseniyor.’ Yani işçiyi YRP’ye sürükleyen kendi sınıfsal temelli sorunlarından yola çıkarak sürdürebileceği bağımsız bir siyaset değil; aksine yine bireysel olarak sözünün geçerli olabileceği bir alan bulabilmiş olmasıydı. Buradaki eleştirinin temelinde ise AKP’nin ayrıcalıklı, elit ve zenginliği elinde bulunduran bir azınlığın partisi haline gelmiş olmasıydı. Bu gerçekliğin elbette emekçilerin yaşamındaki ekonomik zorluklar ve geçim kaygısı ile çakıştığı noktalar ise YRP’nin izlediği siyasetin özellikle emekçiler nezdinde karşılık bulmasına sebep oluyordu. Kendisine oy vermiş emekçilerin huzursuzluğu ve tepkisini ‘fedakârlık yapın, sabredin, dişinizi sıkın’ diyerek yönetmeye çalışan Erdoğan’ın işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileşmesini sermayenin büyümesi koşuluna bağlayan denklemi şu an bir çöküş içerisinde. Genel seçim sürecinde ‘yerli ve milli’ otomobil, savaş uçakları ve milli savunmanın güçlendirilmesi gibi yatırım projelerinin emekçiler için refah ve huzur getirmeyeceği ayyuka çıkmış durumda. Ne emekliye ne memura ne de işçiye müjde verileceğine dair somut durum işçilerin AKP’den kopuşunu hızlandırıyor. Türkiye’nin dört bir yanında insanca yaşanacak bir ücret ve daha iyi çalışma koşulları, sendikal hak ve özgürlüklerin tanınması için eyleme geçen emekçiler nezdinde mevcut huzursuzluğun askıda bir bekleyişten örgütlü bir tepkiselliğe nasıl evrildiğini ortaya koyuyor.”***Sınıf mücadelesinin geri planda kaldığı her zaman olacağı gibi, bugün de AKP’den kopuşu ve memnuniyetsizliği ancak ana muhalefette ve “eski AKP tadında” bir diğer Milli Görüş partisinde gerçekleşiyor. Eskiden AKP bizim partimizdi, bizi önemsiyordu ama artık bozuldular, diyen milyonlarca seçmen için – Özgür Özel’in bile kabul ettiği gibi – aslında CHP’ye değil “değişim”e atılmış milyonlarca oy da, Yeniden Refah ile eski ve güzel dönemlere dönüş hayali ile atılan sayısız oy da AKP için sonun başlangıcını hazırlasa dahi Türkiye’nin bütün yapısal yani gerçek sorunlarını değiştirmeye yetmeyecektir. Çünkü bu sorunları ortaya çıkaran, halkın siyasete ve yönetime katılımını engelleyen, başa geçen “dürüst” partileri yozlaştıran siyaset sisteminin her gün yeniden üretilmektedir. Bunu değiştirecek bir demokratikleşme hamlesi de halkın ancak kendisi ile siyaset arasında kuracağı ilişkiyi değiştirmesine neden olacak bir dönüşümde yatıyor, bu da kendisini “iyi” yöneticilerin yönetmesini değil kendi kendisini yönetmek istediğini söylemek.

*Kısaca, SHP. '80 Darbesi’nin ardından kapatılan CHP'nin ardılı parti.
**https://www.youtube.com/watch?v=56HhimCPd8I
***https://www.evrensel.net/haber/514149/yeniden-refah-neyi-ters-yuz-ediyor

ÖNCEKİ HABER

Yerel seçimlerden sonra şimdi nereye?

SONRAKİ HABER

Sağ siyaset üzerine bir tartışma denemesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa