İş bilim özgürlük için 1 Mayıs’ta alanlara!
Şimdi değişeni görmek, bir parçası olma koşuyla müdahale etmenin daha özel bir karşılığı olduğunu iddia ettiğimiz bir döneme giriyoruz.
Kaynak: Max Pixel
23 Nisan günü uzun yıllardır her birimizin hafızasında törenlerle, kutlamalarla yer alır. Alır almasına da, Türkiye’de gençliğin, çocukların durumundan bahsedilme durumu pek de azdır. Onun yerine kimi soyut ilkelerin, ilerleme ülküsünün ışığında süren tüm diğer tartışmalar gibi, gerçekler altına ezilir, gizlenir. Siyaset yapma çeşitli değerleri sahiplenme işin temel alındığında oldukça elverişli bir zemin gibi görünür. Oysa tek başına bu yeterli olmadığı gibi, tek başına olduğunda bizi yanlış sonuçlara götürür. Bu yanlış sonuçlar öyle ki 23 Nisan’da Türkiye tarihinde çocuk işçiliğin en yoğun olduğu dönemde 23 Nisan gösterilerinde çocuklar için nasıl bir dünya bırakacağız sorularını yanıtlayanlar olmaya, yanıtlayanlardan taraf olmaya götürür. Oysa, örneğin çocuk işçiliğinin yaygınlaştığı koşullar üniversiteli ve liseli gençliğe ne söyler?
ORTAK OLANI NASIL BULACAĞIZ?
Kendi yaşamımızda yakaladığımız göstergelerin, diğer yaşamlarda neresini ortak olduğunun bulunması bize bütünlüklü bir platformun ve onun en çerçevelendirilmiş hali olan politika yapma referansını verir. Bu referansla, neyi nasıl gerçekleştireceğimiz ise, süregiden, yaptıkça öğrenilen bir tartışmanın ve eylemin konusudur. Aynı Van halkının örneğinde gördüğümüz gibi.
VAN HALKI YOL GÖSTERİYOR
Seçimlerin hemen ardından Van halkının mazbatanın AKP’li adaya verilmesi girişimine karşı başlattığı mücadele, en az seçimler kadar önemli bir sonucu ortaya bir kez daha koydu. “Mücadele eden kazanır!” şiarının somut bir örneğini sergiledi. Her birimiz için ortak olan sorunların bizleri bir araya getirme gücünü, yalnızca sandıkta birleşmekten ziyade, demokratik kazanımlara sahip çıkmakla gerçekleşebileceğini gösterdi. Türkiye gençliğinin ortak ve acil tüm sorunları, hak ve özgürlükler mücadelesinin bir yanındakine daha fazla güvenerek kazanımla sonuçlanabileceği tahlilini bir kez daha ispatladı. Örgütlenmek ve değiştirmek arasındaki ilişkinin bir ucunu burdan yakalamışken, şimdi bu deneyimleri çoğaltmak ve yaygınlaştırmak görevi içinden geçtiğimiz dönemde en belirgin ihtiyacımız olarak şekilleniyor.
ÖRGÜTLENME ÇAĞRISI KİME AİT?
Bizi çepeçevre saran koşulların, neyi hangi düzeyde etkilediği, neyle ilişkili olarak somut durum ve olanakları yarattığı belirlenmeden elbette tartışmalar çok karmaşıklaşabilir. Hatta öyle ki, kendimizi, tek başına bir ben olarak ya tüm koşulların üstesinden “bir şekilde” gelecek veya tüm koşullar altında ezilecek yanılgısına savurmuş bulabiliriz.
Oysa çağrımız başkadır bizim.
Bizim bütün koşulları berrak bir biçimde anlamaya çağırırken bunu ancak bir bütünün parçası olarak yapabileceğimizi ve hatta bu bütünü değiştirme adımını atmak adına ilk için onun bilinçli bir parçası haline gelmekten geçtiğini savunuyoruz. Örgütlü olmadan başarılamayacak işlerin, hatta örgütlüyken de başarılamayabileceğini bilerek, ona bir sihirmişçesine muamele etmeden, ancak onları anlamayı ve nasıl değiştirileceğinin formülünü bulmayı, birikime yaslanarak denenen denenmeyen yolları bulmayı garanti altına almak için, örgütleniyoruz.
Hiçbir şeyin tek başına bir parça olarak yoktan var olduğu bir dünyada yaşamıyoruz. Yaşadığımız iddia edilse de, belki bize öyle gözükse de. Birkaç adım geri gidildiğinde her nasıl baktığımız manzara genişleyip daralıyor, detaylar belirginleşip, kimi görüntüler iç içe geçiyorsa, yaşamın ilişkileri bize sunduğu sonuçlar da aynı bu manzara gibi bazen muğlak bazen belirgin, bazen tüm şehri bazen yalnızca tek bir binayı görmemize el veriyor. Ancak buradan çıkarılabilecek esas, kesin sonuç, ne binaya ne şehre ait. Esas olan değişene, değişeni görmek için ne yaptığımıza, bulduğumuz sonuçları nasıl işlediğimizle ilgili.
YAŞAMI 1 MAYIS’A, 1 MAYIS’I YAŞAMA TAŞIYALIM!
Şimdi değişeni görmek, onun bir parçası olma koşuyla gerçekleşebilecek şekilde müdahale etmenin daha özel bir karşılığı olduğunu iddia ettiğimiz bir döneme giriyoruz.
1 Mayıs, Nazım Hikmet’in ifadesiyle "bütün şehrin bizim olduğu bir gün."
Öyle ki yukarıda ifade ettiğimiz sahiplenme işinin, tam anlamıyla yerini ve öznesini bulduğu, işçi sınıfının toplumsal tüm kesimlerin mücadele azmi ve kararlığını kendi gücünde topladığını gösterdiği gün. Uzunca bir süredir üzerine tartıştığımız başlıklar bu 1 Mayıs döneminde de birikerek ilerliyor. Türkiye gençliğinin mücadeleci gücünü hangi güçle nasıl birleştirmesi gerektiğinden başlamak bu tartışmaların en sağlam zeminini oluşturuyor. Türkiye gençliği neyi kazanabilir ve nasıl başarabilir sorusunu bir yenilenmeye dönüştürmek adına atacağımız adımların, İş Bilim Özgürlük için 1 Mayıs’ta alanlara sloganıyla çerçevelenmesi elimizdeki imkân ve araçları büyütecek. Türkiye gençliğinin, parasız eğitimden insanca yaşam ve çalışma koşullarına, üniversiteli liseli işçi işsiz gençliğinin ortak ihtiyaçlarını örgütlemek adına bu 1 Mayıs, hazırlığımızı ve gücümüzü büyütme iddiasını taşıyor. Bu iddiayı sahiplenmeye ve büyütmeye…