1 Mayıs, alan tartışmaları, birleşik ve yaygın kutlamaların önemi
2024 1 Mayıs’ının sınıfın birliğini ve mücadeledeki kararlılığını sermaye cephesi ve iktidarına gösterdiği bir gün olarak gerçekleşmesi ‘Şimşek programı’nın sınırlarının çizilmesi için önemli.
İzmir | Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel
Seyfi SELÇUK
İşçi sınıfının Uluslararası Birlik Mücadele Dayanışma Günü 1 Mayıs'a az bir süre kaldı. Dahası 1 Mayıs haftasına girmiş bulunuyoruz. Bilindiği gibi 1 Mayıs öncelikle emek ve sermaye güçlerinin karşılıklı güçlerini sınadıkları bir gün olma özelliğini taşır. Almanya işçi sınıfı ve Almanya Komünist Partisinin (KPD) önderlerinden Rosa Lüxemburg, 1 Mayıs'ın bu özelliğini “İşçilerin burjuvaziye ve egemen sınıfa karşı mücadelesi sürdükçe, bütün talepleri karşılanana dek, 1 Mayıs bu taleplerin her yıl dile getirildiği gün olacaktır. Ve daha güzel günler geldiğinde, dünya işçi sınıfı kurtuluşunu kazandığında, insanlık muhtemelen, zorlu mücadelelerin ve ödenen bedellerin anısına 1 Mayıs’ı yine kutlayacaktır” sözleriyle vurgulamıştır.
1 MAYIS ÖNCESİ KOŞULLAR
2024 1 Mayıs'ına giderken emperyalistler arası çelişkilerin derinleştiği, buna bağlı olarak kamplaşmaların giderek belirginleştiği, bölgesel savaşların yaygınlaştığı ve emperyalist burjuvazinin çıkar ve hegemonya mücadelelerini işçi sınıfı, ezilen ve sömürülen kitlelerin başı üzerinden yürüttüğü bir dünya gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Başta ileri kapitalist ülkeler olmak üzere her yerde ücretler baskılanırken temel tüketim maddelerinin fiyatları yükselmekte, işçi sınıfının ücretleri reel olarak düşmektedir. İşçi sınıfının sermaye karşısındaki en etkin silahlarından grev hakkını güdükleştirmeye yönelik girişimler (yasalarda düzenlemeler) çoğalmakta, esnek ve güvencesiz bir halde çalışmanın sınırları genişletilmek istenmektedir. Ülkemizde ise bu ve benzer politikalar tek adam yönetimi eliyle yıllardır en katı haliyle uygulanırken, saldırıların dozu da sürekli artırılmaktadır. Amiyane tabirle taşların bağlanıp köpeklerin salıverildiği böyle bir ortamda ücret, maaş ve emeğiyle geçinen kesimler tam manasıyla bir sosyal yıkımı yaşamakta; sınıflar arasındaki eşitsizlik büyümektedir.
Son iki yılda dünyanın en zengin yüzde 1'lik kesiminin serveti, geriye kalan yüzde 99'un kazandığının iki katı kadar arttı. Ülkemizde ise en zengin yüzde 1, ülkedeki toplam servetin yüzde 40'ını alıyor. 22 yıldır AKP, Erdoğan ve şimdilerde Cumhur İttifakı tarafından yönetilen "yeni Türkiye" yolsuzlukta olduğu kadar yoksullukta (daha doğrusu yoksullaştırma) da birinciliği kimselere bırakmıyor. Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) 2022 raporuna göre Türkiye gelir dağılımı adaletsizliğinde Avrupa'da birinci, dünyada ise 130 ülke arasında 28. sırada bulunuyor.
Ocak ayında zamlanan asgari ücret açlık sınırına ancak iki ay dayanabildi. Şubat sonunda açlık sınırına yenik düştü. Birleşik Kamu-İş Sendikasının araştırmasına göre nisanda açlık sınırı 18 bin 973, yoksulluk sınırı 52 bin 375 liraya yükseldi. Neredeyse temel ücret durumunda olan asgari ücret 17 bin 2 TL.
Milyonlarca asgari ücretli bir günlük çalışması karşılığında 1 kilo (orta kalitede) beyaz peynir alamaz hale düşmüş haldeyken, milyonlarca emekli 10 bin lira maaşla yerlerde sürünürken saray rejimi için ne gam! Nasılsa şirket ciroları yıllık yüzde 85 artmış, onun için önemli olan bu çünkü. Rakamları çarpıtarak gerçeği gizlemekle ünlü TÜİK'in bile 2023 gelir dağılımı tablosuna göre ilk yüzde 10'nun gelirdeki payı en düşük yüzde 10'nun tam 15 katı.
Ne ki, tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı yalnızca gelir dağılımında değil işin vergi adaletsizliğinde de tavan yapmış bulunuyor. Saray rejimi işçilerin yüzde 15'le başladıkları "vergi dilimi" basamaklarını önce yüzde 20, ardından yüzde 27'ye ulaşacak şekilde jet hızıyla çıkmaları için bütün tedbirleri(!) almış vaziyette. Öyle ki, işçi belli basamaklara geldiğinde aldığı ücret bir önceki aya göre o nispette düşüyor. Anlayacağınız işçilere yönelik tam anlamıyla modern bir soygun çarkı kurulmuş durumda.
Fakat bütün bunlar sermaye denen canavarı doyurmaya yetmiyor, o hep daha fazlasını talep ediyor. İşte bu ‘daha fazlası’nı işçi sınıfı ve ezilen ve sömürülen kitlelerden söğüşlemek üzere uluslararası mali sermaye ve iş birlikçi tekelci burjuvazinin “makbul adamlar”ından biri olarak Mehmet Şimşek kendi adıyla müsemma su katılmamış IMF ve DB programı olan “Şimşek programı”nı uygulamak üzere göreve getirildi. Bütünlüklü bu planın alt başlıklarını oluşturan 12. kalkınma planı, OVP ve temel strateji belgesinde dile getirenler bu gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
İŞÇİ SINIFI VE SENDİKALAR CEPHESİ
Gerek dünyada gerekse ülkemizde giderek yükselen bu sermaye saldırganlığı karşısında işçi hareketi ve sendikal hareketin acil talepleri etrafında birleşerek 1 Mayıs'ta vereceği karşı cevap gelecek günlerin belirlenmesi bakımından son derece önemlidir. Her şeyden önce 1 Mayıs'ın yaşayan ruhu ve özü bunu gerektirmektedir. Gelgelelim ülkemizde şu ana kadar işçi konfederasyonları, bağlı sendikalar cephesinden kamuoyuna yansıyanlar ve fabrikalardan gelen haberler hiç iç açıcı değil. 1 Mayıs haftasına (etkinlikler bağlamında) adım attığımız bu günlerde bırakalım etkinlikler düzenlemeyi, dişe dokunur bir hazırlık faaliyetinin dahi olmadığı görülmektedir. Oysa nisan ayının ilk günlerinden başlayarak fabrika ve iş yerlerinde 1 Mayıs komitelerinin kurulması, işçiler arasında 1 Mayıs'a dair aydınlatma faaliyetinin örgütlenmesi ve bu çerçevede taleplerin belirlenmesi ve her yerde ortak ve güçlü kutlamaların örgütlenmesinin temellerinin oluşturulması gerekirdi. Bu yapılamadı değil, sendikal bürokrasi tarafından bilinçli bir şekilde yapılmadı. Ve bu konuda hiç kimse masum değil.
Türk-İş Bursa, Hak-İş Kocaeli merkezli kutlamalar düzenleyeceğini açıklarken DİSK'in İstanbul’da 1 Mayıs'ı Taksim merkezli kutlama ısrarı sürüyor. Kamu emekçileri sendikaları konfederasyonları cephesinde ise ciddi bir hareketlilik gözlenmemekte. Görünürdeki bu parçalanmışlık halinin işçi sınıfının aleyhine, sermayenin lehine bir durum olduğunu belirtmeye gerek dahi yoktur.
ALAN, MEKAN, SİMGE BAĞLAMINDA TAKSİM
Toplumların olduğu kadar toplumsal sınıfların tarihinde de gerçekleşen kimi olaylar gerçekleştikleri mekan ve alanların ismiyle özdeşleşirler, böylece mekan ve alanlar toplumlar, uluslar ve sınıflar için simgeleşirler. Taksim Meydanı, Türkiye işçi sınıfı açısından böyle bir özellik taşır. Türkiye sınıf hareketi tarihinde en kitlesel 1 Mayıs kutlamalarından biri olan ‘77 1 Mayıs’ında Taksim alanında kontrgerilla tarafından gerçekleştirilen katliamda 36 emekçi yaşamını yitirmiş, alan işçilerin kanıyla sulanmıştır. O tarihten itibaren 1 Mayıs dendiğinde Taksim Meydanı ilk akla gelen olmuştur hep. O yüzden 1 Mayıs ve Taksim imgesini Türkiye işçi sınıfının ne tarihinden ne de zihninden hiçbir güç kazıyıp atamaz; zira, bu bir tarihsel gerçekliktir. Bu yüzden, kimsenin “Her 1 Mayıs geldiğinde ‘ille de Taksim’ diye niye tutturuyorsunuz kardeşim” mealinde sözlerle DİSK yönetimini eleştirmeye hakkı olamaz. Fakat bu madalyonun bir yüzünü oluşturmaktadır. Madalyonun öbür yüzünde ise tarihin özü itibarıyla ‘sınıf mücadeleleri tarihi’ olduğu ve buradan neşet eden her tarihsel toplumsal olayın olduğu kadar onunla özdeşleşen mekan, alan ve simgenin arkasında da gizil halde bir sınıf mücadelesi ve sınıf güç ilişkisi gerçeği bulunmaktadır. Bu burjuvazi (sermaye) ve onun politik iktidarı (devlet-hükümet) açısından da böyledir. Öyleyse denklemi doğru kurmak gerekir. Emek, sermaye arasındaki ilişkide talep etmek yetmez, bu talebin yaşama geçmesi için karşıtını kabule zorunlu bırakacak düzeyde bir sınıf güç yığınağının arkasında bulunması gerekir. Taksim özelinde söylersek bu yığınağın sağlandığı her dönemde 1 Mayıs Taksim Meydanı’nda kutlanmıştır. Sağlanamadığı koşulda ise 1 Mayıs somut bir temele dayanmayan ‘Taksim ısrarı’na kurban edilmiştir.
Gelinen aşamada İstanbul Valiliği ve İçişleri Bakanlığının “Alanın fiziki durumu müsait değil” ya da “Saldırı olacağına dair istihbarat var” gibi gerekçelerle işçi sınıfının 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamasına izin vermemesi kabul edilemezdir. Bununla birlikte DİSK yönetiminin de her koşulda 1 Mayıs'ın Taksim'de anlamına uygun bir şekilde kutlanabileceğinin somut/sınıfsal temellerinin bulunduğu konusunda emek ve demokrasi güçlerine ikna edici bir argüman sunabilmesi gerekir. Aksi işçi sınıfına karşı sorumsuzluk olacaktır.
EN ACİL TALEPLERLE, EN GENİŞ BİRLİKLE, EN YAYGIN BİÇİMLERLE
Ortadaki bölük, pörçük tablonun oluşmasında aslan payı sendikal bürokraside olmakla birlikte (Ki, onlar görevini yapmıştır) işçi sınıfının aralarında sendika yöneticilerinin, iş yeri temsilcilerinin de bulunduğu görece de olsa mücadeleci unsurlarının pasifliğinin de önemli bir payı vardır. Bu kesimdeki edilgenlik bürokrasinin işini kolaylaştırmıştır. Oysa bu unsurların sürece müdahale etme imkanları düne göre oldukça genişlemiştir. Son altı aya bakıldığında işçiler ile sendika bürokratları arasındaki makasın daha da açıldığı görülmektedir. İşçilerin sendika bürokratlarına rağmen ücretlerin artırılması (ek zam) için girdiği eylemler buna işaret etmektedir. 31 Mart seçimleri ise işçilerle politik iktidar arasındaki çelişkilerin derinleştiğini; AKP, Erdoğan ve Cumhur İttifakına işçiler arasındaki desteğin geri gelmemek üzere önemli ölçüde eridiğini gözler önüne sermiştir.
Diğer taraftan 31 Mart seçim sonuçları burjuva politik mihraklar arasındaki güçler ilişkisinde AKP, Erdoğan ve Cumhur İttifakı aleyhine değişime yol açarken; aynı şekilde emek, sermaye arasındaki güç ilişkilerinde de değişimlere kapı aralamıştır. İşçi sınıfı aralanan bu kapıdan tereddüt göstermeden içeriye dalmalıdır ve güç değişimlerinin burjuva cephede yol açacağı olası istikrarsızlıklardan yararlanmaya çalışmalıdır.
İçinde bulunduğumuz dönemin işçi sınıfı, ezilen ve sömürülen kitleler bakımından bir özgünlüğü de kendilerine içirilmek istenen acı ilacın namıdiğer ‘Şimşek programı’nın hayata geçirilmesine anasıyla, yavrusuyla burjuva muhalefetin esastan bir itirazının olmamasıdır. Bu şaşırtıcı değildir. Çünkü, Millet İttifakının vadettiği ekonomi programı da aşağı yukarı ‘Şimşek programı’nın bir benzeriydi. Nitekim, CHP başta olmak üzere burjuva muhalefet Mehmet Şimşek'e peşin peşin bir kredi açmıştır. 31 Mart seçiminin ardından “vergi düzenlemesi”, “fiyat ayarlaması” vb. adı altında sökün eden zam sağanağına karşı kayıtsız bir tutum takınılması bu yüzdendir. Büyüyerek artacak olan bu saldırılara karşı işçilerin birleşmekten ve birlikte mücadele etmekten başka dayanacakları bir güç yoktur. Bu bağlamda, 2024 1 Mayıs’ının sınıfın bu birliğinin ve mücadeledeki kararlılığının sermaye cephesi ve onun iktidarı olan tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakına gösterildiği bir gün olarak gerçekleşmesi hususu ‘Şimşek programı’nın sınırlarının çizilmesi noktasında son derece belirleyici bir noktada durmaktadır.
Süreç daralmıştır. Ancak hâlâ yapılabilecek çok fazla şey vardır. En başta tabanda sendika ve konfederasyon yönetimlerini baskılayacak çalışmalar yoğunlaştırılmalıdır; özellikle İstanbul'da ortak kutlama yapılmasını sağlayabilmek için. Verili koşulda bu herkes için en doğru şey olacaktır.
İşçi sınıfının mücadeleci unsurlarının cüret göstermeleri gereken bir andayız. Alan kutlamalarını 1 Mayıs faaliyetinin son kertesi olarak saymak gerekir. Öncesinde fabrika ve işyerlerinde 1 Mayıs işçilerin gündemine getirilerek sınıfa mal edilmeli, olabilecek en ileri biçimlerle kutlama etkinlikleri örgütlenmeli, sanayi havzalarında yerel/bölgesel düzeyde gösteriler yapılmalıdır. Bu çalışma sendikal bürokrasinin 1 Mayıs'ı ‘bir bayram ritüeli’ne çevirme girişimlerine sekte vuracağı gibi alan kutlamalarının kitlesel ve yaygın biçimde örgütlenmesinin de teminatı olacaktır.
Öyleyse haydi acil taleplerimizin sloganlaşmış ifadesi olan “ekmek, barış, adalet, özgürlük” şiarıyla hep birlikte 1 Mayıs'ı örgütlemeye...