Sermayeden geri alınan bir günün hikayesi: 1 Mayıs
İstanbul’da ilk olarak 1912’de kutlanan 1 Mayıs, 1920’li yıllarda I. Emperyalist Paylaşım Savaşı dönemindeki işgallere rağmen işçilerin “Bağımsız Türkiye” talebiyle kutlandı.

Fotoğraf: Eren Ergine/Evrensel
Ceren DAYIOĞLU
ODTÜ
“Geliyoruz:
Yol ver bize Cadde-i Kebir!
Kaldırımları söken topuklarımızla
Tokatlıyan’da göbekli mebusları tokatladık.
Osmanbey’in ensesine atladık!
Zifosladık Şişli’nin kadife mantosunu!
Bugün toz kondurmuyoruz keyfimize!
Bugün “Mayıs Bir”!
Bir Mayıs’ta İstanbul
Bizim olmuş gibidir!”
Sınıfın günü yaklaşıyor. Ardında 200 yıllık talep ve hak mücadelesi yatan; işçi sınıfının kendi emeğinin sömürüsü üzerinde dönen sistemin çarklarına indirdiği darbelerin bir araya gelerek tek bir günde sembolleştiği 1 Mayıs yaklaşıyor. İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak takvimlerde yer edinen günün tarihçesine bakmak, ortaya çıktığı şartları ve bugünkü önemini daha iyi kavramayı, değişimin bir parçası olmanın ve kurtuluşun rotasını çizebilmenin 1 Mayıs’la kesişen yollarını anlamayı sağlıyor.
DÜNYA PROLETERYASI VE 1 MAYIS
Sanayi Devrimi’yle beraber, burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki ayrım belirginleşmiş, geçmişin kendi atölyelerine sahip kent zanaatkarları ve kendi topraklarında çalışan kır emekçileri, küçük bir azınlığın elinde biriken sermaye ve beraberinde gelen eşitsiz koşullarda başlayan kapitalist rekabet koşusunun sonucu olarak mülksüzleşmiş, hayatta kalmak için üretim araçlarını, topraklarını ve çalışma koşullarını patronlarına teslim ederek iradelerini ve emeklerini satmaya başlamış Marx’ın tabiriyle birer “ücret kölesi” olmuş, işçi sınıfının saflarını doldurarak ülkenin nicle ve nitel olarak en büyük sınıfı meydana getirmişlerdir.
Çalışma koşullarını düzenleyen kanunların henüz kazanılmamış olması ve dünyada da gelişen kapitalistleşme sürecinde bir adım önde kalmak uğruna, işçi sınıfı, gün doğumundan gün batımına kadar haftanın her günü kesintisiz çalıştırılıyordu ve tüm bu çalışmaya rağmen ücretler en temel gereksinimlerini dahi karşılayamayacak düzeydeydi. Buna paralel olarak, sanayileşmenin yoğun olduğu yerlerde işçilerin insanlık dışı bu çalışma koşullarına karşı itirazları ve sendikalaşma süreci hız kazandı. Bir araya gelen işçilerin talepleri ortaktı. Sendikalar tanınsın ve 18 saate varan çalışma saatleri 10 saate düşürülsün. Bu talep etrafında birleşen işçilerin mücadelesi 19. yüzyılın başlarında ivmelendi. 1820 ve 1830 yılları arasında İngiltere ve Amerika başta olmak üzere birçok yerde grevler başladı. Önü alınmayacak şekilde büyüyen işçi mücadeleleri karşısında kapitalistler bu mücadeleyi kırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Egemen sınıfın baskılarına, katliamlara ve daha pek çok gerici saldırıya rağmen aynı yüzyılın sonunda Amerika başta olmak üzere Rusya, Fransa, Japonya ve birçok ülkede işçiler “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse” şiarıyla grevlere çıkarak burjuvaziyle olan kavgalarını sürdürdüler. Giderek büyüyen bu grev dalgasından korkan patronlar direnişi kırmak için birçok yerde grev kırıcıları fabrikalara yönlendiriyorlardı. Yine de ne yaparlarsa yapsınlar işçiler direnişten vazgeçmiyor, aksine mücadeleyi büyütüyorlardı. Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu 1888’de, 8 saatlik iş günü kabul edilinceye kadar her yılın 1 Mayıs’ında grev yapılması kararını açıkladı. Belçika, Almanya, İngiltere ve Fransa’daki sendikalar da karara katılacaklarını ilan ettiler.
2. Enternasyonal 1891 yılında 1 Mayıs’ın İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlanması kararını aldı. Böylelikle 1 Mayıs tüm dünyada kutlanır oldu. 8 saat iş günü hakkı ilk kez sosyalist Ekim Devrimi’nden sonra Rusya’da uygulandı. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 1919’da kuruluşu sonrasında 8 saatlik iş günü uygulamasını ilkesel olarak benimsedi.
TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI VE 1 MAYIS
Türkiye’de 1 Mayıs kutlamalarının tarihi ise dünya genelinden bağımsız değildir ve Osmanlı’ya kadar uzanır. Türkiye’de ilk 1 Mayıs, 1905 yılında İzmir’de 200’e yakın işçinin katılımıyla kutlandı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından bir yıl sonra 1909 yılında 1 Mayıs Üsküp ve Selanik’te kitlesel olarak kutlandı. İstanbul’da ilk olarak 1912’de kutlanan 1 Mayıs, 1920’li yıllarda I. Dünya Savaşı dönemindeki işgallere ve hükümetin baskılarına rağmen işçilerin “Bağımsız Türkiye” talebiyle kutlandı. 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunuyla her türlü gösteri ve yürüyüş yasaklandı ve 1 Mayıslar Türkiye’de 1975 yılına kadar gizli bir şekilde kutlandı. Tekrardan 1976 yılında Taksim Meydanı’nda 400 bin işçinin katılımıyla uzun bir aradan sonra görkemli bir şekilde kutlandı. 1977 yılı 1 Mayıs’ı ise işçilerin üzerine açılan ateş sonucu 34 işçinin ölümü ve en az 200 kişinin yaralanmasıyla tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçti. Sonrasındaysa 1980 askeri cuntasıyla beraber süresiz yasaklanmasına rağmen ’80’li yılların sonunda yoğun baskılara rağmen kutlandı. 2000’li yıllarda AKP hükümetinin çeşitli kısıtlamaları olsa da 1 Mayıs geniş kitlelerce yaygın bir şekilde kutlanmaya devam etti.
İŞÇİNİN ALDIĞI ÜÇ KURUŞ PARAYA GÖZ DİKİYORLAR
Görüldüğü üzere işçi sınıfı yoğun sömürü, ağır çalışma koşulları ve düşük ücretler karşısında örgütlü ve enternasyonal bir mücadele ortaya koyarak 8 saatlik çalışma süresi, hafta tatili, sendikal haklar ve genel oy hakkı gibi önemli kazanımlar elde etmiş ve 1 Mayıs’ı tarihe yazdırmıştır. 200 yıl önce burjuva sınıfına karşı savaş veren işçilerin içinde bulundukları ekonomik ve toplumsal koşulların bugünün koşullarından çok da farklı olduğu söylenemez. Türkiye’nin beşeri ve doğal kaynakları önlemsizce sermayenin kullanımına sunulurken, ülke bir ucuz iş gücü cennetine çevriliyor. Tüm bunları uygulayan, yerli ve yabancı sermayenin iş birlikçisi ve temsilcisi AKP hükümeti; 12. Kalkınma Planı ve Orta Vadeli Program ile halkın belini yalnızca ekonomi dümenini kırarak değil, mali politikaları ve kamu harcamalarıyla da sermaye lehine büküyor. Sermayenin tek derdi işçilerin üzerinden elde ettiği karın 1 kuruş dahi azalmaması olduğundan, onun temsilcileri de enflasyonun çözümünü açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışıp evine ekmek götürmenin derdinde olan işçi ücretlerinin azaltılmasında görüyor. Sanki halkın çok fazla tüketerek, talep kaynaklı bir enflasyon yaratabilecek bir geliri varmış gibi, bir de işçinin aldığı üç kuruş paraya göz dikiyorlar. Açgözlü sermayedarların bitmek bilmez kâr hırsı ve yıllardır burjuvazinin yararına uygulanan politikaların sonucu olan bu yüksek enflasyon, işsizlik, yoksulluk ve ücret savaşları görüldüğü üzere 2023’ten bu yana ülkenin çeşitli yerlerinde başlayan ve giderek artan işçi direnişlerine sebep olmuş ve Türkiye işçi sınıfı mücadelesi tarihine yeni grevler ve kazanımlar eklemiştir. Bu kölelik ve sömürü koşulları devam ederken gençler olarak buradan aldığımız pay da yine yoksulluk ve krizlerle dolu bir yaşam oluyor. Çalışarak, ücretlerle para biriktirmenin ve tekelci kapitalist işletmelerle rekabet etmenin imkansızlığı gibi sebeplerle hiçbir başka yaş grubunun sahip olmadığı kadar yüksek sayıda ve oranda ücretli işçi yaratacak olan bir genç kuşak olarak, biz de okullarımızda ve iş yerlerimizde nitelikli eğitim, maaş artışı, yurt vb. ertelenemez ihtiyaçlarımızı taleplere dönüştürerek bu talepleri 1 Mayıs’ta alanlara taşımalıyız. Çünkü 1 Mayıs alanları tarihte her zaman kazanımların alanı olmuştur.
Evrensel'i Takip Et