Seçim sonrası mülteciler ve tabelalar
Mülteci krizi şeklinde tarif edilen sorunun hesabını asıl muhataplarından, emperyalist çıkarları önceleyen sermaye iktidarlarından sorabilmeliyiz.
Fotoğraf: Elif Ekin Saltık/Evrensel
Nurgül DENİZ
Diyarbakır
Son zamanlarda yayılmacı savaş politikaları ve bölgesel mevzi kapma yarışlarıyla derinleşen emperyalist çelişkilerin küresel ve yerel ölçekte neden olduğu göç dalgaları, artış eğilimindeki mülteci düşmanlığı ve ırkçı-faşizan eylem ve söylemlerle paralellik gösteriyor. Toplumun dezavantajlı gruplarından biri konumundaki mülteciler, kolaylıkla meselenin bu boyutlarını göz ardı edip kendi siyasal çıkarları doğrultusunda hedef şaşırtma niyetindeki güçlerin yoğun saldırısıyla karşı karşıya kalıyor. Bahsi geçen durumun yansımalarını politikanın en yüksek kademesinden günlük yaşantımızın her anında duyabileceğimiz cümlelere kadar görebiliyoruz. Suriye İç Savaşı’nın sebep ve sonuçları, AKP’nin mülteci politikası, Avrupa Birliği’nin ikiyüzlü tavrına ilişkin konuşulması ve yapılması gerekenlere dair herhangi bir çözüm içermeyen ve yalnızca ırkçılığı körükleyen bu tutum her geçen gün daha da derinleşiyor. Örneğin Nevşehir Belediye Başkanı’nın seçilir seçilmez ilk işi Arapça tabelaları sökmek oluyor. Kilis Belediye Başkanı da ilk icraat olarak zabıta ekipleriyle Arapça tabela kovalamayı tercih ediyor. Mamak Belediye Başkanı, seçim çalışmaları sürecinde mülteci bir çocuğu azarlıyor. İzmir, Adana ve Yalova’da da durum çok farklı değil. Irkçı-faşizan dalgayı arkasına alarak yükselen Zafer Partisi ise hep bildiğimiz yerde duruyor. Bütün siyasetini göçmenler üzerine kurgulamış olan parti, bu konuda verilmiş hiçbir kararın muhatabına dair tek söz söylemiyor, sermayenin emperyalist çıkarlarını es geçiyor, Türkiye’nin sınır dışındaki varlığına övgüler sıralamaktan gocunmayıp “Zafer Turizm”le tüm mültecileri yollayacağını söylüyor.
KAMUSAL ALANDA ANA DİL
Tüm bu karanlık tablo arasında DEM Parti Diyarbakır Büyükşehir Eş Belediye Başkanları Ayşe Serra Bucak Küçük ile Doğan Hatun, kentteki tabelaları “çok dilli” yapacaklarını, Kürtçe olanlara vergi indirimi uygulayacaklarını açıkladılar. Eş başkanlar, ayrıca mültecilere de “kendi anadillerinde danışmanlık” hizmeti başlatacaklarını belirttiler. Kararın basına düşmesinin ardından özellikle Kürtçe tabelalara indirim uygulanacağı kısmına tepkiler yağdı, kayyum çağrısı yapanlar dahi oldu.
Zaten hâlihazırda kamusal alandaki kullanımı yoğun saldırı altında olan Kürtçenin Kürt halkı tarafından yaşatılmasına yönelik bu adıma verilen tepkilerin ve mültecilere karşı yukarı değindiğimiz tavrın aynı kökenden, yani ırkçılıktan beslendiği çok açık. Ve bu ırkçılıkla şekillenen hamaset siyaseti, tabelalara kadar yansımış durumda. Bu karanlığın içinde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin mevzubahis kararı çok dilli ve kolektif bir yaşamın inşası noktasında önemli bir yerde duruyor. Fakat bununla yetinmeyip hatırlamakta fayda var ki tüm ırkçı-gerici siyasetin karşısında izlenmesi gereken yol çok açık: Barış! “Dillerimiz zenginliğimizdir” şiarıyla kamusal alan dahil hayatımızın her noktasında ana dillerin kullanılabilmesi talebini örgütlemeliyiz. Mülteci krizi şeklinde tarif edilen sorunun hesabını esnaf ya da mülteci çocuklardan değil asıl muhataplarından, emperyalist çıkarları önceleyen sermaye iktidarlarından sorabilmeliyiz.