24 Nisan 2024 06:18

Kaba bir Osmanlı son dönem hatırlatması

Bir bileşim partisi olan İTC tek başına bir grup kahraman(!) paşa/paşa bozmasının egemenliğinde olagelmiş bir bileşim değil.

Paylaş

Tunç DİKKAN

Ankara

 

Video editi kültürü Türkiye’de altın çağını yaşıyor diyebiliriz. X başta olmak üzere çeşitli dijital platformlarda futbolculara, sanatçılara, dizi-film karakterlerine, sokak röportajlarında kurnazca laf oyunu yapan vatandaşlara ve hatta nesnelere bile video editler yapılıyor. Özellikle bu platformların genç kullanıcıları video editleri birbirleri ile paylaşıyor, gülüyor, eğleniyor ve üstüne konuşuyor. Hal böyle iken siyasi partiler ve onların temsilcileri de bu işten nasibini alıyor. Özellikle sağ merkezli siyaset yapan partilerin başkanlarının üstüne yapılan ya da Erdoğan’ın 2023 seçimleri sonrası kabinesinin üyelerine yapılan paylaşımlar oldukça dikkat çekmişti. Birçok kesim tarafından bu editler kötü giden bir durumu meşrulaştırmaya hizmet ettiğini şeklinde de yorumlanıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın elini cebine atması üzerinden onu yerlere göklere sığdıramayan “Verdiği güven şaka mı?​” başlıklı videoları da görünce “meşrulaştırma aracı” değerlendirmelerine katılmak işten bile değil. Siyasetçilere yapılan kolajlar sadece güncel ile sınırlı değil elbette. Ülkemizde halkların geniş kesimlerinin sevgisini kazanmış 68 hareketi önderleri, çeşitli ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareket önderleri – Türkiye için Mustafa Kemal -, bahsi geçen video editlere konu olabiliyor. İşin dikkat çekici yanı ise Türkiye’de uzun süredir gündemden düşen, popülaritesini kısmen kaybeden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) önderlerine yapılan videoların karşımıza çıkması. Arka fona Ahmet Aslan’ın “Tanımadığımın Ten” şarkısı eşliğinde temelsiz argümanlarını söyledikten sonra elini kolunu oynatan Zafer Partisi (ZP) genel başkanı Ümit Özdağ videosunun hemen altında Enver, Cemal ve Talat paşaların (üç paşalar) veya Kuşçubaşı Eşref’in fotoğraflarından oluşmuş bir edit görebiliyoruz. Ahmet Rıza, Prens Sabahattin veya Doktor Bahaddin Şakir, Doktor Nazım henüz kolajlara giremediler. Belki önümüzdeki dönemlerde Payitaht Abdülhamid’in alternatifi bir seri yapımcıların aklına gelir ve editçiler için yeni karakterler açılır ve kaliteli görüntüler kullanma imkânı doğar.

 

“HALKI GEÇMİŞE KAVUŞTURMAK”

 

Okurlarımız telaş yapmasınlar. Bu yazı dizisinin konusu video edit camiasını incelemek olmayacak. Ayrıca sadece edit yaptılar ve izlediler diye gençliğin bir bölümünü İttihatçı ilan eden bir eleştiri organizasyonu da kurmayacağız. Söz konusu editler ve sosyal medyada görülen İTC övgüleri bir eğilimin görüngüsü. Çoğu zaman sınırlı olarak karşımıza çıkan bu eğilim Türkiye gençliği içinde düne göre daha özgüvenli olarak ortaya atılabilen ırkçı söylemler ile iç içe geçiyor. Genel olarak İTC önderlerinin devlet için gerekeni yapan –ki bu gereken bazen bir ulusa yönelik özel bir saldırı dahi olabiliyor- üstün bir milletin kahramanları olarak ele alınıyor olmasının sebebi de bu. Başta ZP gibi partiler olmak üzere düne göre daha sık görülen milliyetçi eğilimlerin adresi olan odaklar ise AKP’nin karşısında laiklik gibi değerlere samimi olarak bağlanan kesimleri bu milliyetçi hezeyanlarla aldatıyor. Türkiye tarihinin olumlu birikimini tahrip ettiği gibi ülke geçmişindeki en gerici yönleri, bugünlerde ortaya koyduğu modern görünümleri olan politikalarının altını doldurmakta kullanıyor. Bu kesimlerin tarihi Türkiye gençliğine gurur duymasını istedikleri geçmiş ülkeyi –ve içinde yaşayan işçileri, emekçileri- köleleştirenlerin ve geçmiş toplumsal eylemleri bayağılaştıranların tarihi. Oysaki gurur duyulacak tarih, ülkedeki işçilerin, köylülerin mücadelesi ve onun yarattığı tüm olumlu birikimdir. Bu yazının amacı ülke tarihindeki gelişmelerin bu denli saptırılması onun devrimci özünün bir yana alınıp sahte simgeler koyanlara karşı kaba bir tarihsel hatırlatma yapmaktır. Britanyalı Marksist tarihçi Hill’in “Burjuvazi kendi devrimci geçmişini unutmak istiyor. Marksistler ise halkı geçmişe kavuşturuyor.” argümanına katkı olabilmesi gayretinin bir parçası olarak bu yazıyı ele alıyoruz. Dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğunun son döneminin incelenmesi, İTC’nin -çok detaylı olmasa da- incelenmesi ve bugünün ilişkileri ile yorumlanması konumuz olacaktır.

 

DEVRİMLER TARİHİNİN KUŞ CENNETİ 19. YÜZYIL

 

Dizinin bu bölümündeki odağımız Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminin sınıf güç ilişkileri bakımından incelenmesi olacak. Ama öncesinde dünyadaki gelişmelere kısa bir göz atmak gerekir. Yetkin bir kuş gözlemcisi için Manyas gölü ne ise devrimler tarihine odaklanan tarihçiler için orta ve geç 19.yüzyıl ve erken 20.yüzyıl Avrupası odur. Takvimler 1800lerin ortasına geldiğinde Avrupa’da büyük bir cümbüş görünür. 1640 İngiliz Devriminin ve 1789 Fransız Devriminin etkileri tüm dünyada devam ederken Avrupa’nın hemen hemen tüm kentleri güçlü işçi – köylü eylemleri ve burjuva hareketleri ile sarsılır. 1848 devrimleri, 1871 Komünü, 1908 devrimi, 1917 Ekim Devrimi ve daha fazlası. Sonuçlanmasa da tarihe kazınmış birçok devrimci deneyim bugün hala güçlü etkiler bırakmıştır. Bu devrimlerin önemli çoğunluğu Feodal üretim ilişkiler içinde günden güne büyüyen burjuvazi (ki başta ticaret burjuvazisi olarak görünür) ile aristokrasi arasında hesaplaşmaların konusudur. Öyle ki bu hesaplaşmalar sadece iki sınıf arasında kalmamış, sayısız işçi, köylü ayaklanmasına sahne olmuştur. İşçilerin, köylülerin mücadelesi, burjuvazisinin çıkarlarına değil aksine kendi temel hak ve özgürlüklerini kazanmaya yönelik olsa da bahsi geçen belirli devrimlerde burjuva programlar kendilerine bu mücadeleleri yedekleyebilmiştir. Komün ve Ekim Devrimi örneklerinde görüldüğü üzere işçilerin ve köylülerin kendi programlarını ve iktidarlarını ele aldıkları örneklere de şahitlik edildiğini hesap edersek, tüm dünyayı sarmış kapitalist boyunduruktan çıkışın örnekleri o dönemlerde oldukça berrak olarak karşımızda durmaktadır. Özellikle Avrupa’daki tüm bu gelişmeleri, dönemin karakterini ve koşullarını düşünerek Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemini ele almak gerekli görünüyor.

İMPARATORLUKTA EGEMEN ÜRETİM İLİŞKİSİ

 

İmparatorluk ibaresinin Türkiye’nin o dönemi için feodalizmin egemenliğini bütünüyle koruduğu anlamına gelmediği konusunda alanda uzman tarihçilerin çoğu ortaklaşmıştır. Aynı zamanda bahsi geçen periyodun dünyada tekelci kapitalizme geçmiş olduğu bir dönem olduğu hemen hemen herkesin malumudur. Dolayısıyla 1850’lerden 1900’lerin başına kadar olan süreçte dahi, Türkiye’de feodal üretim ilişkileri egemen olsa da meta üretim ve ihracatının var olduğunu söylemek mümkün. Bu değerlendirme ülkenin kapitalist üretim ilişkilerinin tesis edilmesinde geç kalındığına açıkça işaret eder. Batı emperyalizmini ülkeyi sömürgeleştirmeye çalışırken, yerli ticaret burjuvazisinin azımsanamayacak bir bölümü (İslam ya da gayri Müslim fark etmeksizin) emperyalistler işbirliği içindedir. Kendi bürokratik aparatlarıyla birlikte Osmanlı otokrasisi de çıkarlarının getirdiği zorunluluk ilişkisi gereği bu işbirliğinin belirleyici bir parçasıdır. Öte yandan belli bir bölüm burjuva ve toprak sahibinin (geneli Türk – Müslüman), köylülerin, işçilerin ve kent ileri gelenlerinin (askerler ve Osmanlı münevverleri de dahil) ise direniş gösterir. Bu direniş formu, örgütlü, bilinçli, en başta bir program etrafında gelişmiş değildir. Quataert’ın Fransız tütün rejisine karşı ortaya çıkan tütün kaçakçılığı, bunun bir örneği. Batı Anadolu’da dış borçları gerekçe göstererek varlığını sürdüren tütün rejisi üretilen tütünün kendisine satılmasını (ve tabi düşük bir karşılıkla) örgütlerken toplum tütün kaçakçılığı ile rejinin bu zorunluluğuna direniyor. İlk başta kaba ve saf çıkar için yapılan, sıradan bir reaksiyon köylülerin bir süre sonra toplumsal hafızada başka bir dönüşümünü temsil edecek noktaya geliyor*.

 

20 YÜZYIL’A GİDERKEN İMPARATORLUKTA TOPLUMSAL YAPI VE AKSİYONLAR

 

Elbette Osmanlı hanedanı ve etrafındaki bürokrasi, burjuvalar ve büyük toprak sahipleri Osmanlı toplumunun çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Nüfusun önemli bir bölümünü proleterleşmeye (yani mülksüzleşmeye) direnmekle meşgul köylüler ve işçiler oluşturuyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda proleterleşmenin ve işçilerin olmadığı dair argümanlar artık çok sınırlı tarihçi tarafından kabul görüyor. Özellikle Kadir Yıldırım’ın Osmanlı'da İşçiler (1870-1922) Çalışma Hayatı, Örgütler, Grevler çalışması okurların bu konudaki şüphelerinin giderilmesi için son derece verimli bir çalışma. İmparatorlukta 19. yüzyılın ilk bölümünde kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi aynı zamanda yoğun bir proleterleşmeyi de beraberinde getiriyor. Osmanlı İmparatorluğu'nda oldukça sınırlı olan işçi sayısı, Avrupa sermayesinin ihracı ve devletin ve yerel burjuvazinin yeni yatırımlarıyla birlikte büyüyor, genişliyor ve örgütleniyor. İşçi örgütlerinin önemli bir bölümü, işçilerin ekonomik taleplerinin giderilmesi, ücretleri ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için mücadele eden sendikalar ya da benzeri örgüt modeline sahip yapılar. İstanbul ve Selanik’te demiryolu, gıda, liman, tekstil, basım gibi işkollarında sayısız örgüt var**. Özellikle bu işçi örgütleri içinden daha sonra bir sıra kendini işçi sınıfının politik görevlerinin de sorumlusu addeden örgütler çıkacak; bunlarda ise dar Bulgar sosyalizminin etkisinin büyük olduğunu görüyor***. Bahsi geçen işçi örgütlerinin önemli bir bölümünün 1908 devrimi ve öncesi İTC ile işbirliği yaparak ya da ayrı olarak mücadeleye katıldığı biliniyor****. Osmanlı toplumunun en geniş kesimini oluşturan köylüler imparatorluktaki son dönem hareketlenmelerde nicelik olarak da oldukça belirli bir aktör oluyor. En genel bağlamda mülksüzleşmeye karşı direnen köylüler özel olarak vergilere karşı ciddi hareketlere girişiyor. Zaten borç içinde olan köylüler, ağır vergilerle karşı karşıya kaldıklarında tepkilerini dile getirmekten çekinmiyorlar. Tepki vermenin en bariz yolu, en başından itibaren başkente telgraf çekmek olagelmiş. Köylü hareketlerinin önemli bir bölümünde –özellikle balkanlar, Anadolu ve Arap coğrafyası– İTC’nin parmağı var. İTC teşkilatçıları köylü ayaklanmalarına bir şekilde temas etmek için özel çaba sarf ediyor. En önemli örneklerden biri Erzurum vergi ayaklanması. 1905 ve 1906 yıllarında Erzurum'da toplu telgraf eylemleri gerçekleştirdi. 1906 yılında Telgraf eylemlerinden sonuç alamayan halk Erzurum'da ayaklanma başlattı. Ayaklanma diğer vilayetlere de yayılırken Hayvanati Ehliye Rüstümü gibi şahsi vergilerin kaldırılması gibi kazanımlarla sonuçlandı*****.

Son dönem Osmanlı toplumunun içindeki eylem ve gelişmeleri örneklerle aktarımımızın sebebi her fırsatta hamaset ile anılan İTC’nin hangi koşullarda doğduğunu, kongrelerini hangi akımlardan etkilenerek, hangi toplumsal dinamiklerle geliştiğini anlamaya çalışmak. Bir bileşim partisi olan İTC tek başına bir grup kahraman(!) paşa/paşa bozmasının egemenliğinde olagelmiş bir bileşim değil. Bir şeyin hangi işlevlerle hangi imkânlar barındırdığının anlaşılması onun hangi koşullarda doğup geliştiğine bağlı tartışılmalıdır.

 

KAYNAKÇA

*Quatert, D. (2017). Osmanlı devleti’nde Avrupa iktisadi yayılımı ve direniş 1881 -1908. İletişim Yayınları.

**Tunçay, M. (1989). “İstanbul’da İşçi Harekatı.” Tarih ve Toplum, 64. 

***Benlisoy, S. (2018). İstanbul’un Irgatları: II. Meşrutiyet’te Sosyalist Bir işçi örgütü. İstos Yayın.

****Yıldırım, K. Osmanlı’da İşçiler (1870 – 1922) Çalışma Hayatı, Örgütler, Grevler, İletişim Yayınları, İstanbul. 2013, 155.

*****Demirel, M. İkinci Meşrutiyet Öncesi Erzurum’da Halk Hareketleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. 1990, 11.

ÖNCEKİ HABER

Dünyanın kaosa sürüklendiği bu dönemde yolumuzu aydınlatıyorlar

SONRAKİ HABER

Türkiye gençliği neden 1 Mayıs’ta olmalı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa