Kentin görünmeyenleri üzerine: Aramızdaki bağ bir adım mesafede
YUNT’ta devam eden “Görünmeyen Kent” sergisi sanatçılarından Derya Ülker ve Çağla Meknuze ile çalışmaları ve kentin görünmeyenleri üzerine konuştuk.
Burcu DİMİLİ
Kentin iç mekanlarındaki şaşırtıcı eylemleri, nesnelerin değişen anlamları ve kalabalıkları oluşturan her bir kişinin farklı niyetleri arasındaki çelişkili yaşam biçimlerini yansıtan yapıtları bir araya getiren Emre Zeytinoğlu küratörlüğündeki “Görünmeyen Kent” sergisi YUNT’ta izleyiciyle buluşmaya devam ediyor. Bir kentin simgesel yapılarının ve meydanlarının inşasında, unuttuğumuz “görünmeyen”in rolüne odaklanan sergi 12 Mayıs tarihine dek ziyaret edilebilecek. Sergide yer alan sanatçılar Derya Ülker ve Çağla Meknuze ile sohbet ettik.
‘KENT BELLEĞİ GÖRÜNMEZ KILINMAYA ÇALIŞILIYOR’
“Görünmeyen Kent”, bir kentin simgesel yapılarının ve meydanlarının inşasında, unuttuğumuz “görünmeyen”in rolüne odaklanıyor. Bu “görünmeyen” meselesi üzerine düşünecek olursak sizin aklınıza ilk gelen görünmeyen, gözden kaçan, göz ardı edilen nedir?
Çağla Meknuze: Apaçık göz önünde olmasına rağmen -nasıl oluyorsa- fark edilmeyen ya da görmezden gelinenlere şaşırıyorum, onlarla ilgileniyorum ben... Bu bazen Fatih’te üzerine reklam tabelası yerleştirilmiş bir Doğu Roma kalıntısı oluyor, bazen çöplüğe çevrilmiş bir Osmanlı çeşmesi, bazen de bu sergide yer alan işim olan ‘AYŞE’nin görünür kıldığı gibi müzede karşılaşsanız şaşırmayacağınız fakat inşaat işlerinde kullanıldığını fark ettiğinizde şok olduğunuz, üzerinde ‘Kıbrıs 74’ yazan bir gemi. Saydığım örneklerin her birinin önünden bugüne dek milyonlarca insan geçip gitmiştir. Peki kaçı onları görmüş, fark etmiştir? Bu benim de kendime en çok sorduğum sorulardan biri...
Derya Ülker: Çok kuvvetli olmasına rağmen kentte yaşayanların arasındaki bağın görünmez olduğunu düşünüyorum. İzole hayatlar yaşıyormuş gibi hissetsek de aramızda bir adımlık bir mesafe var. İkinci olarak kentin belleğinin görünmez kılınmaya çalışıldığını fakat her aralıktan, her fırsatta kendini gösterdiğini düşünüyorum.
İSTANBUL’DA YAŞARKEN ATILAN ADIMLARIN HIZLANMASI…
Emre Zeytinoğlu, sergi metninde şöyle belirtiyor: “Şu kesindir: Kentlilerin kendi zihinlerinde ve özel mekanlarında gerçekleştirdiği üretim ne kadar gözden uzak kalırsa kalsın, kente dahildir ve önünde sonunda onun karakterine yansır.” Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ç.M: Katılıyorum ve hatta yalnızca üretim değil kentlilerin bireysel hisleri de kentlerin atmosferini belirleyen ana unsurlardan bence... İstanbul’un tek bir gününü bile sakin, telaşsız, dingin düşünebilir misiniz? Peki İstanbulluları? Düşünüyorum da İstanbul’da birkaç ay yaşadıktan sonra adımları hızlanmayan biriyle henüz karşılaşmadım. Kentliler ve kent sonsuz bir döngü içinde birbirlerini var ediyor.
D.Ü: Bu soru aklıma şu sahneyi getiriyor: Bir yazar, metni bitirir ve sayfanın altına kendi ismini, o günün tarihini ve bulunduğu şehri not düşer. Odasında olmasına rağmen o şehirde olduğunu duyumsar. Şehrin atmosferi yazıya geçer. Burada (uzun süredir özellikle feministlerce sorgulanan) kamusal alan-özel alan ayrımı veya iç-dış mekan ayrımının muğlaklaştığı bir noktaya da geliyoruz. İster içeriden bakalım ister sokaklarda olalım yaşanan mekanın kimliklerin üzerindeki etkisi güçlüdür. Nerede olduğumuz, kim olduğumuzu tanımlar. Aynı zamanda sanatçının üretimleri de mekanı ve dönemiyle anılır.
‘KIBRIS 74’ GEMİSİ DENİZ DOLDURUYOR
Sergideki çalışmanızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Ç.M: İstanbul’un dev bir şantiyeye dönüştüğü 2017 yazında vapura binmek üzere Kadıköy rıhtımında beklerken, deniz doldurma işleminde kullanılan inşaat gemisi dikkatimi çekti. Üzerinde Kıbrıs 74 yazan paslı, eski, ‘emektar’, ‘karaya vurmuş’ bir savaş gemisi... ‘Çıkarma yapmıyordu’ -belki de bir anlamda yapıyordu- kentsel dönüşümün en çılgın döneminde, şantiyeye dönüşmüş İstanbul’da bir iş makinesi olarak kullanılıyordu. ‘Bu gerçek mi? Benim gördüğümü kimse görmüyor mu?’ diye düşündüğümü hatırlıyorum -sanırım fotoğraf çekme isteği de en çok bu düşüncenin geldiği anlarda kendini gösteriyor-. Beklediğim vapuru, o gün için planladığım tüm işlerimi unutup inşaat alanına girdim. Yanımda fotoğraf makinem vardı. Mümkün olduğunca çok ve farklı açılardan videolar, fotoğraflar çektim. ‘Kıbrıs 74’ gemisi deniz dolduruyor, fonda müşteri çekmeye çalışan vapur çalışanları, satıcılar bağırıyor, inşaat makinelerinin sesleri şehrin kaotik gürültüsüne karışırken konumlar ve tarihler birbirine giriyordu. Tamamen gerçek fakat bir o kadar da sürreal bir kayıt. Bana göre adeta bir ‘metafor yağmuru’... O gün bana şu şiiri yazdırdı ‘belki burada/ denizi doldura doldura / yeni kara’ ... AYŞE adını verdiğim bu iş, o günden yedi yıl sonra Kıbrıs harekatının ellinci yıl dönümünde izleyiciyle buluşuyor.
D.Ü: “Habitat” adlı resimde (2024, tuval üzerine akrilik boya, 100 x 70 cm.) kenti örten bir insan selini resmettim. Adım atılabilir ve görülebilir tüm boşlukları (meydanları, yapıları, sokakları…) kaplayan kalabalık kenti nasıl dönüştürür, onu nasıl yeniden üretir ve tüketir, bunu görselleştirmeye çalıştım. Kentte gündelik yaşamı kurgulayan, kültürel pratikler sergileyen kalabalık imgenin portresini yapmayı amaçladım. Kenti dönüştüren, onu bir heterotopya haline getiren bu kalabalıklardır; öte yandan kent de kalabalıkların habitatı olarak varlık kazanır. Bu karşılıklı varoluş ilişkisini göstererek kente canlılık veren insan dokusunu ön plana çıkardım.
“Habitat/ Görünmeyen Kent” (2024, 100 x 300 cm) adlı duvar üzerine kolajda ise tek tek kesilmiş figürlerden oluşan bir kalabalık var. Kesme ve çıkarma yoluyla, figürleri birbirine bağlayan mekanı açtım ve yeniden kurguladım. Bu süreçte desenlerimden, çektiğim fotoğraflardan, kentte karşıma çıkan silüetlerden yararlandım. Aklımda kalan gündelik sahneler parça parça bir araya geldi bu kolajda.
‘KALABALIK KENTİ BİR AKIŞ HALİNDE ÖRTÜYOR’
Çalışmanız “Görünmeyen Kent” başlığıyla nasıl bir diyalog kuruyor?
Ç.M: ‘AYŞE’, Italo Calvino’nun her bir bölümüne farklı bir kadın adı verdiği eseri ‘Görünmez Kentler’e adlandırılışıyla selam veren bir iş, çağrışımlara açık bir belge.
D.Ü: “Habitat” adlı resimdeki kalabalık, kenti bir akış halinde örtüyor ve görünmez kılıyor. 8 Mart gece yürüyüşlerinden, trafiğin yoğun olduğu saatlerden ve toplumsal olaylardan hatırlayabileceğimiz gibi kalabalık, kentin unsurlarını görünmez hale getirirken her yere kendi resmini dokuyor. Bu görünüme belli duygular eşlik ediyor: Kalabalık kendi büyüklüğüne ve hareket olanaklarına şaşırıyor, kendi varlığını kutluyor gibi hissediyorum.
“Habitat/ Görünmeyen Kent” kolajında kent yerine YUNT’un iç duvarını ve figürleri görüyoruz. Mekana dair tek ipucu iki boyutlu bir pencere. Kesilmiş siyah silüetlerde de görmekle görememek arasında bir gerilim var. İnsanların ve hayvanların yüzlerini göremiyoruz. Ancak konumları ve eylemleri bize kimlikleri hakkında bir fikir veriyor.
‘YUNT’TA UYUM İÇİNDE ÇALIŞTIK’
Sultanbeyli’de YUNT’ta sergi açmak sizin için nasıl bir deneyimdi?
Ç.M: Sanatın merkezden çıkması yıllardır konuşulan bir konu, YUNT bunu mümkün kılıyor. Her aşamasıyla heyecan verici, değerli bir deneyim.
D.Ü: YUNT’u ilk sergisi ve düzenli etkinlikleri ile tanımış ve takip etmeye başlamıştım. İkinci serginin hazırlık sürecinde birlikte uyum içinde çalıştık. Kurulum aşaması, yürütülen iletişim, sergileme olanakları ve desteğiyle serginin her adımı planlı ve özenliydi. Galeri mekanı uzak ile yakını bir araya getirme ve etrafıyla ilişkilenme misyonunu yerine getiriyor. Sergi süresince devam eden eğitim ve basın toplantıları, Küratör Emre Zeytinoğlu Hoca’mızın hazırladığı kavramsal çerçeve, işleri ve sanatçıları bir araya getirme biçimi, toplantılarla derinleşen kavramlar sayesinde çok güzel bir deneyim yaşadık.
Gelecek projeleriniz neler?
Ç.M: Luxembourg-Türkiye arasında sürdürdüğüm iki ülkeli, iki dilli yeni hayatımda bir tür inziva molası verdim, portfolyoma ve yeni kitabıma odaklandığım bir dönemdeyim. Şiir performanslarım ise çeşitli festival ve etkinliklerde önümüzdeki süreçte de devam edecek.
D.Ü: Öncelikle resim üzerine düşünmekle ilgili bir sergide yer almak üzere, atölyeyi dışarı taşıyacağım, anlık gözlem ve çizimlerle çalışacağım bir proje hazırlıyorum. Önceden buna benzer bir çalışmayı Karşı Sanat’ta Fermantasyon sergisinde DemoLab inisiyatifiyle gerçekleştirmiştik. Odaklanma isteyen bu sergi için yoğun çalışmaya başladım.
Bir süredir bekleyen bir sergi projemiz var, düşünsel alt yapısı MSGSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileri ile ortak bir çalışma grubunda oluştu. Ev ve toplumsal cinsiyet meselesine eğilirken birlikte üretmeye ilişkin bir metod önerisi de getiren heyecan verici bir sergi olacak. Mekan arayışındayız. Kişisel sergi açmak üzere süregiden bir çalışmanın daha içindeyim. Bir de yazılar var tabii ki… Görünmeyen Kent sergisi sırasında ve sizinle birlikte düşündüklerimle yeni çalışmalar yapacağıma eminim.
Evrensel'i Takip Et