43’üncü İstanbul Film Festivali’nden | Sevgilerle: Biraz hüsran biraz heyecan
Bana zamanın kıymetini öğreten bir festival süreci geçirdiğim muhakkak. Hayal kırıklıkları içinde pırlanta gibi parlayan filmleri de unutmamak gerek.
![43’üncü İstanbul Film Festivali’nden | Sevgilerle: Biraz hüsran biraz heyecan](https://www.evrensel.net/upload/dosya/260799.jpg)
'Sevgiler, Hilde' filminden bir sahne.
Menekşe Ece DENİZ
43’üncü İstanbul Film Festivali olağan hızıyla devam ediyor. Zaman zaman basın gösterimleri ara ara da kendi imkanlarımızla dahil olduğumuz gösterimlerde ortak çıkan sonuç hüsran oldu demek abartı olmayacaktır. Bilet bulamadığım için üzüldüğüm, basın gösterim daveti gelince koşarak gittiğim filmlerden ne yazık ki umduğumu bulamadım. Yıllar geçtikçe şunu iyi anlıyorum ki sinefillerin daha önce seyrettiği ve çok iyi olmasa da bir anlamda başarılı olduğuna kefil olduğu filmleri izlemek gerek. Bana zamanın kıymetini öğreten bir festival süreci geçirdiğim muhakkak. Hayal kırıklıkları içinde pırlanta gibi parlayan filmleri de unutmamak gerek. Bu listede bana “Bu film çekiyorsa ben de çekerim” dedirten yönetmenlerden “Bir filmin anlatı imkanları ancak bu kadar iyi kullanılabilir” dediğim filmlere dair küçük küçük izlenimler var, hazırsanız başlayalım.
LITTLE GIRL BLUE
Little Girl Blue yönetmenliğini Mona Achache’ın yaptığı bir dokü-drama film. Yönetmen Achache filmiyle 2016’da intihar eden annesi Yazar-Fotoğrafçı Carole Achache’ın hayatına odaklanıyor. Belgesel ve belgeselin imkanlarına dair birçok unsuru zorlayan yönetmen, annesini Oyuncu Marion Cotillard’a canlandırtarak belgeselin anlatısını kurmaca bir evrene taşıyor. Yer yer filme müdahil olan Mona Achache filmde yönetmen olarak tercihlerini ve yönlendirmelerini de seyirciye aktarıyor. Böylece izleyici hem kurmaca ve belgeselin ortaklaşmasına hem de bir filmin yapım sürecine dair birçok ayrıntıya şahit olma fırsatı yakalıyor. Achache filmde ananesinin, annesinin ve kendisinin yaşadığı istismarları, üç kadının anne kız ilişkisini ve yazar olarak ananesinin ve annesinin yaşadığı entelektüel krizleri filme alıyor. Film, ebeveynle yüzleşmeye, anne-kız olmaya ilişkin ne kadar bastırılmış duygu varsa ortaya seriyor.
HAYALLERİM, AŞKIM VE SEN
Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı senaryosunu Ümit Ünal’ın yazdığı başrolünde Türkan Şoray’ın yer aldığı 1987 yapımı Hayallerim, Aşkım ve Sen bu yıl festival kapsamında restore edildi. Beyoğlu’nun yeniden gündeme geldiği şu günlerde başrol oyuncularından birinin de Beyoğlu olduğu bir film izlemek, seyirciye nostaljik duygular yaşatmıştır kesin. Sinematek gösteriminde filmin oyuncularından Müşfik Kenter’in “Beyoğlu çok bozuldu” repliğini duyar duymaz seyirci arasında gülüşmeler başladı. 1987’de zaten çok bozulmuş olan Beyoğlu’nun 2024 yılında en azından 2000’lerin başındaki haline dönmesini arzulayan bir nesil için bu replik oldukça çarpıcıydı. Türkan Şoray’ın beş ayrı karaktere hayat verdiği ve kendisine Antalya Altın Portakal’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü getiren film bugün hâlâ seyircisinden övgü topluyor. Filmde kullanılan ve bir bölüme adını veren Demir Özlü’ye ait bir “Bir Beyoğlu Düşü”nü de elbette unutmamak gerek.
GEÇİŞ
Ve Sonra Dans Ettik filmiyle adını duyuran Levan Akın 5 yıl sonra Geçiş filmiyle İstanbul Film Festivali’nin konuğu. Akın, Ve Sonra Dans Ettik filminde olduğu gibi Geçiş’de de LGBTİ+’ların aileleriyle ilişkilerine, toplumsal baskıya ve kimliğini saklamadan yaşayan bir lubunya olmanın zorluğuna değiniyor. Ve Sonra Dans Ettik’in aksine hikaye Gürcistan’da başlamasına rağmen orada devam etmiyor. Bu kez hikaye İstanbul’a taşınıyor. İstanbul’un gece hayatı, Türkçe şarkılar, türküler, seks işçileri, translar İstanbul’un görünmeyen ve görünülmesi kimi kesimlerce istenmeyen yüzü Akın’ın filminde bütün çıplaklığıyla ortada. Film trans kadın Tekla’nın peşine düşen teyzesi Lia ve komşusu Achi’nin hikayesini anlatıyor. Başta Tekla’yı kolayca bulacağını sanan ikili gitgide şehrin içinde kaybolmaya başlıyor. Filmde İstanbul’daki LGBTİ+’ların örgütlü sivil toplum mücadelesine ve dayanışmasına da adeta selam veriliyor. Akın şimdilik İstanbul’un büyüsüne kapılmış oryantalist batılıların aksine İstanbul’a tutkuyla bağlanmış bir doğulu gibi görünüyor. Ama bu durum filmin anlatısını Ve Sonra Dans Ettik’in seviyesine ne yazık ki çekemiyor.
YABANCI MESELESİ
Mülteci meselesi sadece bizim değil malum dünyanın gündemi. Berlinale’de gösterilen ve festivalde Uluslararası Af Örgütü Film Ödülü’nü kazanan filmin yönetmen koltuğunda Brandt Andersen var. Suriye, Türkiye, Yunanistan ve Amerika’da geçen ve epizodik bir anlatıma sahip filmde bir doktor annenin ve kızının savaş koşullarında değişen hayatı anlatılıyor. Filmde her bölüm bir karakterin hikayesi olarak aktarılıyor. Yasmine Al Massri, Yahya Mahayni, Omar Sy, filmin öne çıkan oyuncularından. Film mültecilerin yaşadığı zorlukları ajite etmeden ve profesyonel bir biçimde de anlatsa da seyircinin filmle derin bir bağ kurmasını sağlayamıyor.
SEVGİLER, HİLDE
Rabiye Kurnaz George W. Bush'a Karşı filmiyle kendinden çokça söz ettiren Andreas Dresen iki yıl aradan sonra Sevgiler, Hilde filmiyle seyircinin karşısında. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi sevgilisi Franz Danimarka’ya kaçtıktan sonra onun komünist arkadaşlarına yardım etmeye devam eden Hilde’ın hikayesi. Hilde zaman geçtikçe telsiz kullanmayı öğrenmek isteyen ve o araçla Moskova’ya mesaj göndermeye çalışan komünist Hans’a aşık olur. Hans ile evlenen Hilde savaşın bütün hızıyla devam ettiği 1942’de hamileyken vatana ihanetten tutuklanır. Filmlerinin sonunda “Gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır” ibaresi kullanmayı seven Dresen, bu filmi de seyirciye gerçek bir hikayeden uyarladığını hatırlatıyor. Dönem hikayesi olmasına rağmen zaman geçişlerindeki gitgeller filmin anlatısında duraksamalara yol açıyor. Ayrıca Nazilerin at koşturduğu bir dönemde komünist faaliyetlerde bulunan gençleri biraz romantik bir tondan aktarmış sevgili yönetmen. Ama Dresen’in tarzı da böyle, önceki filmi Rabia Kurnaz’da da İslami örgüte katılmış oğlunu kurtarmaya çalışan bir annenin hikayesini en komik haliyle anlatmıştı.
SAÝARA
Can Evrenol’un son filmini biraz tesadüfi ve zorunluluktan izledim festivalde. Diyaloglar, şiddetin ve cinselliğin sunuluş biçimi o kadar sorunlu ki nasıl olması gerektiğine dair bir fikir vermek veya yorumda bulunmak bile nefes tüketmek olacak. Film, kadın cinayetleri hakkında bir film nasıl çekilmezin yanıtı olmuş. Ne yapmamalıyız aşamasında bu filmi izlemeye bence gerek yok. Örneğin ben bir buçuk saatimi geri istiyorum.
Evrensel'i Takip Et