Sungurlar'da direniş önderlerinden Vahit Tulis: Bir bayramım var benim. 1 Mayıs
"15-16 Haziran’da Türk-İş’e bağlı sendikalara üye işçileri de yürüttük. Kemal Türkler, 'DİSK’i kapatmak isteyen yasayı kaldıracaklar' dedi. Direnmeye devam eden tek fabrika bizim Sungurlardı"
Fotoğraf: : Fatih Polat çekti
Fatih Polat
‘Her İnsan Bir Hikaye’ dizisinin bu bölümünde, Türkiye işçi sınıfı tarihinin unutulmaz direnişlerinden Sungurlar Kazan Fabrikası işçilerinden Vahit Tulis’in evine konuk oluyoruz.
Anlatmaya Bulgaristan’dan göç ile başlıyor: “Annem, babam Bulgaristanlı. Azınlık olmanın sıkıntılarından dolayı 1936 yılında Türkiye’ye gelmek istiyorlar. Geceleri yürüyüş yapıyorlar, gündüzleri saklanıyorlar. Öyle geliyorlar Edirne’ye.”Devlet, onları Diyarbakır’ın Ergani ilçesinin Herbotu köyüne yerleştiriyor. Vahit Tulis, 1942 yılında o köyde dünyaya geliyor. Annesi hafız, babası da yine dindar biri.Sonra diğer akrabaları Bulgaristan’dan geliyor ve Bursa’ya yerleşiyorlar: “Halalarım ve amcalarım diyor ki ‘Bütün akrabalar burada, sizin Diyarbakır’da ne işiniz var?’ Biz de Bursa’ya geliyoruz. İnşaatta çalışıyor babam, annem hafızlık yapıyor. Son derece yoksul bir yaşam. Kira veriyoruz, beş çocuk.”
Ortaokul ve lise döneminde sabahları simit satarak, kitap, defter ihtiyacını karşıladığını anlatarak devam ediyor: “Bursa’da yetiştim. Bursa Halkevi, Oda Tiyatrosu. Halil Ergün orada yetişti. Alpay İzer vardı tiyatro oyuncusu, Gökhan Mete vardı, Abdullah Şahin. Çok güzel insanlar vardı. Biz de sınıfsal kimliğimizi orada kazandık. Birtakım insanlar memur çocuğu, ekonomik durumları iyi. Biz birkaç arkadaş orada tiyatro yapma imkanı bulamadık. Daha sonra kendi aramızda bir tiyatro grubu kurduk, Görkem Oyuncuları diye.”
KÖYLERE TİYATRO GÖTÜRÜYORLAR
Cahit Atay’ın, 1961 yılında yazdığı komedi tarzındaki tek perdelik oyunu ‘Pusuda’yı sahneliyorlar ve 1960’lı yılların başlarında köylere götürüyorlar.
“Köylülerin bir toprak ağasına karşı mücadelesini anlatan bir oyun. Köyde, gece lambası ışığında oynadık. Köylüler ilk defa tiyatroyu gördüler orada. Yüzlerce insan geldi, seyretti bizi. Daha sonra kahveye aldılar bizi, yemek verecekler. Çay içerken bir baktık, kahve jandarma tarafından basıldı.”
Dönemin popüler suçlaması olan komünizm propagandasıyla suçlanarak, ellerine kelepçe takılıp gözaltına alınırlar. Karakola götürülüp, nezarete atılırlar.Buradan da mahkemeye çıkarılmak için Yenişehir’e götürülürler.
Kaymakam, bir arkadaşlarının akrabasıymış ve askerlere ‘Bırakın, ben kefilim’ diyerek bırakılmalarını sağlamış. O akşam da orada oyunlarını oynamışlar.“Ertesi gün gazetelerde, Aziz Nesin, Oktay Akbal, İlhan Selçuk, ‘İdealist gençlerin başına gelenler’ diye yazılar yazdılar.”
"CAN YÜCEL İLE GENELEVDE BİLDİRİ DAĞITTIK"
Ardından öğretmenlik yapmış. “Öğretmenlikte de biz köy enstitülerinden çok etkilendik. Köy enstitüleri çok güzel bir şeydi. Hasan Ali Yücel’in etkisi var o işte. Can Yücel onun oğlu. Can Yücel ile Türkiye İşçi Partisinde tanıştık. Çok severim Can Yücel’i. Biz Can Yücel ile 6. Filo’ya karşı mücadele yaparken, genelevde bildiri dağıttık. O zaman belediye başkanı, Amerikan askerleri geneleve gelecekler diye boya badana yaptırıyor, biz bunlara tepki gösteriyorduk.”Karacabey’in Yenice köyündeki öğretmenlik yıllarında da köy enstitüsü anlayışını uyguladığını, bu nedenle öğretmenlikten de atıldığını anlatıyor.
SADUN AREN İLE MEYHANE "POLEMİĞİ"
Daha sonra Gemlik’te orman işletmesi personel sınavına girerek 30 kişi arasında 96 puan ile en fazla puanı alıp memur olmuş. Ertesi gün genel müdür onları bir meyhaneye götürmüş.
O sırada, Türkiye İşçi Partisi Eminönü İlçe Başkanı olduğu döneme dair bir anısı aklına geliyor ve gülerek anlatmaya başlıyor: “Sadun Aren bizi bir kere eleştirmişti; ‘Yahu hep görüyorum, duyuyorum, siz hep meyhanelerdesiniz’ falan, ben de çıktım Sadun Aren’e cevap verdim: ‘İnsanlar meyhaneye kapitalist sistemin zulmünden kurtulmak için giderler. Sistem bizi perişan ediyor, biz de iki duble rakı içip rahatlamak için gidiyoruz’ falan. Böyle aptalca bir cevap verdiğimi hatırlıyorum. Sadun Aren de gülmüştü.
1968 yılında Fatma Hanım ile evlenir, aynı yıl Alibeyköy’deki Sungurlar Kazan Fabrikasında işe girer, eşi Fatma Hanım da Hasköy’de bir iplik fabrikasında işe başlar.
SUNGURLAR’DA İKİ YIL SÜREN ÖRGÜTLENME VE İLK DİRENİŞ
Sungurlar yıllarını şöyle anlatıyor: “1000 kişi var Sungurlar’da. Sarı sendika var orada. Patronun yalakası. Ben DİSK’e bağlı Maden İş’i örgütlemeye çalışıyorum. Alibeyköy, Hasköy, Halıcıoğlu, Taşlıtarla’da oturan işçilerin evlerine, kahvelerine gidiyorum. Onları devamlı bilinçlendirmeye çalışıyorum. İki sene sonra çoğunluğu sağladık ve üye listesini götürdük hem sendikaya hem de Sebahattin Sunguroğlu’na. Sunguroğlu dedi ki ‘Bu listeyi sendikanın onaylaması lazım.’ Ve beni de fabrikadan kovdular.”Vahit Tulis fabrikadan kovulunca işçiler şalteri indirip direnişe geçer. Sungurlar direnişi böyle başlar. Jandarma ve polis, işçileri fabrikadan çıkarınca onlar da fabrikanın hemen karşısında çadır kurarak direnişlerine devam eder. O yıllar, Vahit Tulis’in, bir yandan da Türkiye İşçi Partisinin Eminönü İlçe Başkanlığı görevini sürdürdüğü yıllardır. “Sonuç olarak Türkiye İşçi Partisi bizi çok şekillendirdi. İşten çıkardık, Aksaray’a kadar servis getirirdi bizi. Yukarıya Beyazıt’a yürürüm. Partide saat 23.00-24.00’a kadar, diyalektik materyalizmi, tarihsel materyalizmi üyelerimize anlatırdık. Üniversite gibiydi. Saat 24.00’a doğru eve giderdim. 24.00’dan sonra yatakta kitap açıp okurdum, saat 02.00’a doğru uyurdum ve saat 06.00’da kalkıp işe giderdim. Bir din adamının ibadete ne kadar saygısı varsa, biz de kitap okumak konusunda öyleydik.”TİP Eminönü İlçe Başkanı olarak kurduğu ilişkiler, Sungurlar direnişi sırasında gördükleri desteği güçlendiren bir etki yapar.“Bütün Dev Gençliler bizi destekliyor. Alibeyköy’den, diğer civarlardaki işçilerin eşleri, çoluk çocuğu hepsi geliyor, destekliyor. Çevredeki kasaplardan bütün koyun geliyordu bize, kazanlarda pişirip direnen işçilere öğle yemeği veriyorduk. 45 gün sürdü direniş. Sonra 6. bölge temsilcisi koşarak geldi, ‘Vahitçiğim, tamam patron kabul ediyor sendikamızı. Direniş bitecek. Ama patron bir tek seni almıyor işe’ dedi. İş benlik olunca bir şey diyemedim. Fakat işçiler kesinlikle, ‘Vahit Tulis fabrikaya girmezse direnişe devam ederiz’ dediler. Bir hafta daha direndik, bir hafta sonra yine sendikanın 6. bölge temsilcisi geldi, ‘Tamam Vahit’i de alıyor patron’ dedi. Biz de girdik fabrikaya.”
"KEMAL TÜRKLER KARŞIMA ADAY ÇIKARDI"
Fabrikaya döndükten sonra sıra sendika baştemsilci seçimine gelir.
“İşin ilginç yanı Kemal Türkler benim karşıma aday çıkardı. Onun adayı 38 oy aldı, ben galiba 860 oy aldım. DİSK’in yöneticileri benim etkin olmamı istemediler. Kendilerine biat etmeyecek kişilerin fabrikalarda temsilci olmasını istemiyorlar. O sırada 15-16 Haziran patladı. DİSK’i kapatmak istiyorlar. 1970 yılı ve direniş başlayacak tüm fabrikalarda.”1970 yılında, çalışma yaşamını ve sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklik yapan tasarı, önce Millet Meclisi ardından Senatodan geçirilir. İşçilerin sendika seçme özgürlüğünü kısıtlarken, esas olarak, Türk-İş’ten DİSK’e işçi akışını önlemeyi amaçlayan yasa, 11 Haziran 1970’te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın onaylamasıyla yürürlüğe girer.
"DİRENEN SADECE SUNGURLAR KALDI"
Vahit Tulis, anlatmaya devam ediyor:“(DİSK’in yönetim kurulu üyelerinden) Hilmi Güner, bana telefon etti; ‘Vahitçiğim senin baştemsilciliğini Kemal’e (Türkler) kabul ettirdim’. Baştemciliğimi böylece kabul etmiş oldular çünkü bana ihtiyaçları var. Bizim Alibeyköy’deki bütün fabrikalarda işçilere sözümüz geçiyor. Türk-İş’in üyesi olsalar da bizim mücadelemizi destekliyorlar. Mesela 15-16 Haziran’da Türk-İş’e bağlı sendikalara üye fabrika işçilerini de bizimle beraber yürüttük. Sanıyorum 10 gün falan sürdü. Fakat Kemal Türkler televizyonda üç gün sonra, ‘Tamam, hükümetle anlaştık’ dedi. ‘DİSK’i kapatmak isteyen yasayı kaldıracaklar. Süleyman Demirel söz verdi bize’ dedi. Diğer iş yerleri direnişten vazgeçtiler. Direnmeye devam eden tek fabrika bizim Sungurlar Kazan Fabrikasıydı. Ne zaman 15-16 Haziran’ın oluş sebebini oluşturan o yasa kalkacak, biz o zaman işbaşı yapacağız. Tabii fabrika kuşatılmış vaziyette, biz Haliç’ten teknelerle geliyoruz, oradan fabrikaya giriyoruz. Fakat öğrenmişler bunu. Tam tekneden indik, orada yakaladılar bizi. Oradan doğru Sansaryan Han’a, Selimiye’ye…”Mahkemeye çıkarılıp bırakıldıktan sonra, daha önce çalıştıkları fabrikaya girememişler.MİT tarafından hazırlanan listede adı olduğu için iş bulamaz.
“O zaman çocuklarım yeni doğmuş, kiradayız. Son derece kötü durumlar. Hilmi Güner, ‘Vahit’i sendika bünyesine alalım, onu nereye göndersek etkin hale gelir’ dedi. Bir yığın insanı işe aldılar, beni DİSK de bünyesine almadı. Bunlar yaşandı. Velhasıl DİSK de bana sahip çıkmadı.”
Çareyi, terlikçi olan ağabeyinin atölyesinde çalışmakta bulur.
CEZAEVİ ARKADAŞI CİHAN ALPTEKİN’E VERİLEN SÖZ
Vahit Tulis ile Fatma Hanım’ın iki kızları var. Biri Ayşegül, diğeri Cihangül. Çocuklarından konuşurken, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusunun (THKO) önder kadrolarından Cihan Alptekin ile ilgili bir anısını paylaşıyor. Maltepe Askeri Cezaevinde Cihan Alptekin ve Harun Karadeniz ile birlikte aynı dönem kalmışlar.“Cihan beni çok severdi, sabahları beraber volta atardık. Bir gün dedi ki ‘Vahit yoldaş, siz çıkarsınız ama biz çıkamayız. Buradan çıkınca bir çocuk yapacaksın, ona benim adımı vereceksin, böylelikle Cihansız kalmayacak cihan’ dedi.Benim birinci çocuğum kız olunca ikincisi erkek olur diye düşünüyordum. Cihan ismini koyacaktım, o da kız oldu. Düşündüm, ‘Cihangül’ olsun dedim. Bir de şiir yazdım, ‘İstediğin buydu Cihan/İşte oldu/Gül Cihan/Cihangül, Cihangül.”
Yazıyı bağlamadan önce, Türkiye işçi sınıfı tarihine ilişkin kıymetli çalışmalara imza atan Yazar Zafer Aydın’ın, 2021 yılında Ayrıntı Yayınlarından çıkan ‘68’in İşçileri’ adlı kitabında, daha uzun bir Vahit Tulis portresi bulunduğunu henüz okumayanlara hatırlatalım.
“Şu anda 82 yaşındayım, dünya görüşüme uygun yaşadım hep” diyen Vahit Tulis, işçi hareketinin önünün açılması için sendikal bürokrasinin ortadan kaldırılması gerektiğini belirterek ekliyor: “Sendikacılık diye bir meslek yok. Olmaması lazım.”
1 Mayıs’a ilişkin de şunları söylüyor:
“Bir tek bayramım var benim, o da 1 Mayıs. Dünyada alın teriyle yaşayan dürüst insanların bayramıdır 1 Mayıs. 1 Mayıs bütün dünyada bir isyan günüdür. İnsanların birbirini eğittiği, değiştirdiği, sınıfsız, sömürüsüz, özgür, bilimin hakim olduğu bir dünyayı kurmak için birlikte söz verdiği gündür.”