28 Nisan 2024 05:00

Sermayenin saldırısı altında emek

Ücretlerin baskılandığı, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin sermayenin sınırsız kullanımına sunulduğu, buna karşın çalışanların güçlü bir mücadele sergileyemediği şartlarda durum daha kötüleşecek.

Fotoğraf: Hasret Gültekin Kozan/Evrensel

Paylaş

Özgür ORHANGAZİ
ozgurorhangazi@gmail.com

2021’de uygulanmaya başlanan ekonomi politikaları, faizleri düşürüp döviz kurlarının yükselmesine izin vererek enflasyonu hızla artırdı. Emekçilerin genel olarak örgütsüz, güçsüz ve dağınık olması fırsat bilinip TÜİK’in enflasyon istatistiklerini maniple etmesinin de yardımıyla çalışanların reel ücretleri düşürüldü, kıdem tazminatı ve emekli aylıkları gibi kazanımları eritildi. Ürün ve hizmetlerinin fiyatlarını serbestçe artırabilen şirketler ise yüksek kâr marjlarıyla kârlılık rekorları kırdı. Yüksek enflasyon geçmiş borçlarını reel olarak düşürürken, negatif reel faizle borçlanabilmeleri de bilançolarını düzeltmelerine yardımcı oldu. Düşük faizli kredilere erişimi olan varlıklı kesimler de bu kredilerle döviz, emlak, otomobil veya finansal varlıklar üzerinden yüksek spekülatif kazançlar elde etti. Türkiye tarihinde benzeri pek olmayan sert bir bölüşüm şoku yaşandı, üretilen toplam gelirden emeğin aldığı pay sert bir biçimde düştü.

Bu politikalar, genellikle “irrasyonel” olarak nitelendirildi ya da iktidar ve sermaye çevrelerinin kendi iç gerilim ve rekabetleri bağlamında değerlendirildi. Ancak bu politikaların esas amacının Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarının bedelini çalışanlara ödetmek, emeğe karşı topyekün bir saldırıyla sermayenin kârlılığını artırmak ve varlıklı kesimlere servet transferi sağlamak olduğu yeterince anlaşılmadı ve tartışılmadı. Mayıs 2023 seçimlerine giden süreçte muhalefetin iktidara geleceği, “liyakatli” kadrolar ve “rasyonel” politikalarla durumu düzelteceği vaadiyle emekçiler pasifize edildi, sokağa çıkmamaları salık verildi. İktidar ise çeşitli sosyal yardımlar, EYT düzenlemeleri ve hızla enflasyona yenilecek olsa da asgari ücret artışlarıyla tabanının desteğini korumaya çalıştı.

Ancak düşük faiz ve reel ücretlerin düşürülmesi ile desteklenen ekonomik büyüme, üretimin ithalata bağımlı yapısı nedeniyle dış ticaret açığını genişletip döviz açığı sorununu ağırlaştırmaktaydı. Bu açık, yurt içinde döviz tutanların dövizlerinin bir kısmının kur korumalı mevduat (KKM) yoluyla TL’ye çevrilmesi, Merkez Bankasının bazı ülkelerden döviz borçlanması, yabancılara vatandaşlık satılması ve uluslararası mafyanın Türkiye’deki faaliyetlerine göz yumulması gibi yöntemlerle kapatılmaya çalışıldı.

Mayıs 2023 seçimlerinden sonra göreve getirilen “liyakat sahibi” ekonomi yönetimi ise “rasyonel” politikalara dönüş adı altında bir yandan bu döviz açığını kapatmak için kolları sıvarken bir yandan da çalışanların son dönemde yaşadıkları kayıpları kalıcılaştırmaya ve hatta artırmaya yönelik politikaları devreye soktu. Uluslararası finansal sermayeye faiz artışları yoluyla yüksek getiri vadedilirken onlar için “güvenilir” isimler ülkeye para çekmek için kapı kapı dolaşmaya başladı.

Enflasyonla mücadele adı altında ücret artışlarını sınırlamaya çalışan, geniş kesimler üzerindeki vergi yükünü artıran, sermayeye çeşitli teşvikler sunmaya devam ederken kamuda tasarruf söylemiyle sosyal harcamaları azaltmayı hedefleyen bir “kemer sıkma” programı da adım adım uygulamaya konulmakta. Asgari ücretin artırılmasının enflasyona yol açacağı iddiasının dolaşıma sokulması bunun bir parçası. Zaten halihazırda kamunun doğru düzgün sağlamadığı eğitim ve sağlık hizmetlerinin daha da aşınması, daha fazla piyasaya bırakılması söz konusu olacaktır. Muhalefetin elindeki belediyelere genel bütçeden ayrılan payın kamuda tasarruf adı altında kesilmesi dahi beklenebilir. Elde kalan kamu varlıklarının, yer altı ve yer üstü zenginliklerin yerli ve uluslararası sermayeye satılması gündeme gelecektir. Çalışanların gelir ve harcamalarını daha da kısıp işsizliği artırmayı hedefleyen bu program küçük ve fazla kârlı olmayan bazı işletmelerin finansman yükünün artmasından ötürü tasfiyesine de yol açacaktır.

Dış sermaye girişleri sağlanabilirse TL’nin değer kaybı yavaşlatılabilecek, bu da enflasyonun düşmesine katkı sunacaktır. Ancak bu sefer de verimsiz ihracatçı şirketler zarar görürken ithalat artacak ve kronik döviz açığı sorunu devam edecektir. Bu açık, kısa vadede dış sermaye girişleriyle karşılansa bile orta vadede uluslararası finansal sermayeye yapılacak faiz ve kâr payı ödemelerini artırıp yeni yapısal sorun ve kırılganlıkların oluşmasına yol açacaktır.

Dış sermaye girişlerinin sağlanıp sağlanamayacağı ise daha ziyade uluslararası finansal koşullara bağlı olacaktır. ABD Merkez Bankası Fed’in bu yıl içerisinde ABD’de faizleri indirmeye başlaması, bunun da dünyada yeniden bir likidite artışına ve Türkiye ve benzer ekonomilere dış sermaye girişlerinde yükselişe yol açması, Şimşek’in en büyük beklentisi. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini göreceğiz. Ancak program yeterince dış sermaye çekmekte başarısız kalır ise ekonomiyi yeni bir çalkantılı dönemin beklediği açıktır.

Açık olan diğer şey ise iktidarın ve sermayenin tercihinin, içeride sermayenin yüksek kârlılığını devam ettirip varlıklı kesimlere servet aktarırken uluslararası iş bölümüne güvencesiz göçmen emeğiyle desteklenmiş ucuz emek üzerinden eklemlenen ve uluslararası finansal sermayeye ayrıcalıklar tanıyan bir ekonomik sistemden yana olduğudur.

Emeğe yönelik süregiden kapsamlı saldırı, maalesef, ana muhalefet partisi tarafından “rasyonel” politikalar olarak sahiplenilmekte. Öte yandan, ne onlarca parçaya bölünmüş ve birbiriyle yarışan sosyalist sol ne de iyiden iyiye işçilerin çıkarlarından uzaklaşmış bürokratik sendikalar bir direniş hattı örmeyi gündemlerine almış durumda. Ücretlerin baskılanmaya devam ettiği, işsizliğin arttığı, tüm yer altı ve yer üstü zenginliklerinin yerli ve uluslararası sermayenin sınırsız kullanımına sunulduğu, buna karşın çalışanların güçlü bir örgütlenme ve mücadele sergileyemediği şartlarda geniş kesimlerin durumu kötüleşmeye devam edecek, boş bırakılan siyasi alan göçmen karşıtı retorikle aşırı sağ unsurlar tarafından doldurulacak, iktidar ve sermayenin sınır tanımaz saldırısı ağırlaşacaktır.

Bu 1 Mayıs’ın, sermayenin süregiden saldırısına karşı çalışanların karşı koyuşunun önünü açacak gelişmelere vesile olması, sermaye sınıfının bu saldırısına karşı işçi sınıfının politik ekonomik hattının örülmesi, bugünün en yakıcı ihtiyacı olarak karşımızda durmaktadır.

ÖNCEKİ HABER

ABD istihbaratı "Navalni'yi öldüren emri Putin vermedi" sonucuna vardı

SONRAKİ HABER

DFG: Kürt sorunu ve tecrit haberi yapmak suç değil

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa