Mülteci ve göçmen işçilerin kayıtlısı da kayıtsızı da katmerli sömürü girdabında
Göçmen ve mülteci emeğinin kullanımında ‘kullan- at’ modeli dikkat çekiyor. Kayıtsız çalışan mültecilerin gündüz evde kaldığı, geceleri çalıştığı adeta “yarasa”vari bir yaşam biçimi ortaya çıkıyor.
Fotoğraf: Evrensel
Laçin BARIŞ
İstanbul
Türkiye’de yıllardır göçmen ve mülteci emeği, özellikle kayıt dışı ekonomide yoğunlaşıyor. Özellikle son 10 yıldır inşaat ve tekstil sektörlerinde yoğunlaşan göçmen ve mülteci emeğinin kullanılmasında ‘kullan- at’ biçimi dikkat çekiyor.
Dünyadaki ekonomik sıkışmışlık, savaş, şiddet ve benzeri nedenlerle göç dalgalarının durmadan devam etmesi yeni göçmen ve mülteci sirkülasyonuna neden oluyor. Bu nedenle ortaya iki yönlü bir tablo çıkıyor: Türkiye’de yaşayan ve emek sürecinin bir parçası olan ‘kalifiye’ mülteci ve göçmen işçiler, ‘toy’ ve yeni mülteci ve göçmen iş gücü.
AB’nin uzun süredir üzerinde çalıştığı göçmen emeği kullanımına ilişkin en son birtakım yasalar ve protokoller yapıldı. Protokoller ne diyordu? Ucuz ve kalifiye iş gücü olamayan mültecileri Estonya, Polonya gibi ülkelerde en ucuza çalıştırıp kalifiye hale getirmek, kalifiye olan mülteci ve göçmenleri ise Almanya gibi ülkelerde ‘kayıtlı’ ve çalışma izniyle çalıştırmak. Ancak bu modelde de yine mülteci ve göçmen işçi kalifiye iş gücüne dönüşse bile daha ucuza çalışmak zorunda. Almanya bir yandan kalifiye iş gücü olan mülteci ve göçmenlerin daha kolay vatandaşlık alacağına dair düzenlemeler gerçekleştiriyor...
Gelelim Türkiye’deki tabloya... 9 Kasım 2023 tarihinde İçişleri Bakanı tarafından yapılan açıklamada düzenli göçmen sayısının 4 milyon 643 bin 986 olduğu açıklanmıştı. Öte yandan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 2021 yılında yayımlanan bir rapora göre Türkiye’de çalışma izni verilen Suriyeli sayısı 91 bin 500’dü. Çalışma izni verilen yabancıların sayısı ise Suriyelilerle birlikte 168 bin 103.
Bu tablo kayıtlı çalışan işçilerin oldukça az olduğunu göstermeye yetiyor. Hükümetin orta vadeli programda göçmenlerle ilgili açıkladığı iki maddeden biri, “Geçici ve/veya uluslararası koruma statüsündekilerin, kayıtlı olduğu ilde ikamet başta olmak üzere Türkiye’de bulunma şartlarına riayet etmeleri gözetilerek, iş gücü temininde güçlük çekilen alanlar öncelikli olmak üzere kayıtlı bir biçimde çalışmaları tesis edilecektir” şeklinde. Bir yandan bu program hükümetin kalifiye mülteci ve göçmen işçi emeğine ihtiyaç duyduğunu da gösteriyor.
PATRON ÖDEDİĞİ SİGORTAYI İŞÇİDEN KESİYOR
Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan, alanında ‘kalifiye’ olan Suriyeli işçilerden biri Mecit. 24 yaşındaki Mecit, 12 yıl önce Suriye’de savaşın başlamasıyla ailesiyle Türkiye’ye gelmiş. Küçük yaşlardan itibaren tekstilde çalışmış. Şu an çalıştığı atölyede Türkiyeliler ve Suriyeliler birlikte çalışıyor. Çalışan Suriyelilerin çoğu genç ve çocuk. Mecit atölyede çalışma izni olan tek Suriyeli: “İki yıl önce denetime geldiklerinde çalışma iznimiz olmadığı için kişi başı 3 bin lira patrona ceza yazdılar. Ben küçüklüğümden bu yana hep bu atölyede çalıştım, makinelerin hepsini kullanırım. Patron bu yüzden tek bana çalışma izni çıkardı. Atölyede kalmamı istiyor. Ama diğerlerine maalesef çıkaramıyor çünkü çok fazla sigorta ödemek zorunda veya çalışanların çoğu zaten çocuk ve çalışması yasak ama mecbur çalışıyorlar...”
Mecit bir yandan atölyede kimsenin birbirinin maaşından haberdar olmadığını söylüyor. “Kimse kimsenin maaşını bilmez, sadece aile olarak çalışanlar dışında. Türkiyeliler ve bizlerin arasında ücret farkı olduğunu biliyorum ama ne kadar bilmem” diyor.
Patronun sigortası için ödediği kısmını kendisinden kestiğini ifade ediyor Mecit: “Ne yapsın, mülteci işçiler için ödenen sigorta yüksek, o yüzden güvenceli çalışma karşılığında sigortamın bir kısmını benden kesiyor...”
Mecit’in aktardığı güvenceli çalışma, geri gönderme merkezi (GGM) tehlikesi olmadan daha ucuza çalışmak: “Her gün göç araçları gezip arkadaşlarımızı, özellikle erkekleri toplayıp götürüyor. Çalışma izni olmayan, ikameti başka ilde olan herkesi araca alıp GGM’ye gönderiyorlar.”
Güvencesiz, kayıtsız çalışan mültecilerin gündüz evde kaldığı, geceleri çalıştığı adeta “yarasa”vari bir yaşam biçimi ortaya çıkıyor.
Mecit’e 1 Mayıs’ı soruyoruz. Gülümseyerek, “Bizde de 1 Mayıs vardı. Resmi tatil oluyordu o gün. Eylemler olmazdı ama tatildi. Şimdi Suriye’de iş güç yok, hiçbir şey yok. İnsanların dönebileceği ev yok. Hâlâ her yer viran. Sadece başkentin bazı bölgelerinden gösterilen videolara kanmayın” diyor.
“VATANDAŞ OLSAK BİLE HAKSIZLIĞA UĞRUYORUZ”
Kalabalık bir ailenin evine misafir oluyoruz. 10 yıldır Türkiye’deler. Baba ayakkabı ustası. Sayada çalışıyor yıllardır. Çocuklardan biri fabrikada diğeri sayada babasının yanında çalışıyor. Kardeşler, kuzenler, kalabalık bir ortam. Çalışanlar ya ayakkabıda ya tekstilde.
Ümit usta ve eşi yeni vatandaşlık almış. Büyük bir atölyede parça başı ayakkabı işi yapıyor. Ayakkabı başına 13 lira alıyor. Çocuğuna da işi öğretiyor. Diğer çocuğu fabrikada işe girmiş ama çıkmak istiyor: “Türkiye vatandaşı olmamıza rağmen iş yerinde sigortası yapılmayan tek kişi benim. Haksızlığa uğradığım için ses çıkardığımda ‘kapı orada’ diyorlar. Diğer işçiler de yanımda olmuyor. Ayrışma çok var. Burada büyüdüm ama hâlâ ‘Ne işin var burada?’ diyorlar.”
Yaşadıkları ayrımcılığın iş sahalarına yansımasından dertleniyorlar: “Bırakın birlikte mücadele etme, haklarımız üzerine bile konuşamıyoruz. Siyasi meseleler zaten asla konuşabileceğimiz şeyler değil.”
“Neden?” sorumuza, “Siyasetle ilgili daha önce konuşsak direkt Suriye’ye geri gönderirlerdi. Biz bu sene oy kullandık. İlk kez siyasetle ilgili bir şey yapmış olduk.”
‘Kime oy verdiniz?’ diye soruyoruz. Çekinerek, “CHP’ye” diyor, devam ediyor: “Şimdi AKP, ikiyüzlülük yapıyor. Mültecileri, göçmenleri araç araç geri gönderiyorlar ama sesleri çıkmıyor. Geri göndermeleri gerekenler burada ama diğerleri gönderiliyor. Ekonomik koşullar zaten ortada. Biz hiçbir zaman Tayyip’çi olmadık zaten. Herkes sanki öyleyiz zannediyor.”
“Peki hiç seçimlere dair iş yerinde konuştunuz mu?” diye soruyoruz. “Yok” diyor: “Siyasi meseleleri hiç konuşmuyoruz. Hak talepleri için bile yan yana gelmek çok zor. Saya işçilerinin eylemlerini hatırlıyorum ama sadece o kadarda kaldı. Eylem sonrası o birlik ve beraberlik sürmedi. Vatandaş da olsan, kayıtlı da olsan hak talep etmek, sendikaya üye olmak çok mümkün değil. Hep sana karşı bir kışkırtma var. Bu ayrışma her yönüyle hayatımıza yansıyor. Çocuklarımızla artık Arapça konuşmuyoruz, yeni doğanlara öğretmiyoruz” diyor.
“SENDİKA BİZİ KABUL EDER Mİ?”
Çağlayan’da tekstilde çalışan bir işçinin evindeyiz. Birçok mülteci gibi savaşın ilk yıllarından itibaren Türkiye’ye gelmiş. Yeni vatandaş olmuşlar. Vatandaş olduktan sonra en azından diken üzerinde yaşamadıklarını ifade ediyor. Evin salonunda Suriye bayrağı asılı; “Memleketimizi çok özlüyoruz ama gidemiyoruz. Biz Esat muhalifleriydik. Savaş bitmedi, savaş orada farklı biçimleriyle devam ediyor. Ben Suriye’ye dönsem kesin idam edilirim. Zaten iş yok, güç yok, evlerimiz yıkıldı” diyor.
İlk geldikleri zaman ırkçılığın yüzlerine tokat gibi çarptığını anlatıyor: “Oğlum 16 yaşındaydı. ‘Suriyeli burada ne işin var?’ diyerek iki yıl önce saldırdılar. 1 yıl yatalak kaldı. Dava açtık, avukat tuttuk. Kameraların olduğu bir yerde nasıl olduysa görüntü çıkmadı. Adalet işlemedi. Çocuğum bir daha toparlanmadı. Okula gitmedi ve depresyona girdi.”
Irkçılığın sonuçlarını en çok yaşayan ailelerden biri. Ümit Usta, “İlk yıllarda bu kadar ırkçılık yoktu, hatta çok iyiydi her şey. Sonra biz tüm sorunların sorumlusu olduk. İş yerinde sessizleşmeye başladık. Ama bir yandan da özellikle tekstilde ustalaştık. Şimdi Suriyeliler olmasa Türkiye’nin tekstili çöker. Ben artık usta olduğum için istediğim maaşı talep edebiliyorum ama birçok kişi böyle değil. İhbar korkusuyla, aç kalma korkusuyla yaşıyor. Biz bu alanda ustalaştık, çok çalışıyoruz. Bugüne kadar devletten tek kuruş bile almadık” diyor.
Ona işçilerin arasındaki dayanışma ve örgütlenmeyi soruyoruz: “Suriye’de çok zordu. Eylem yasak, sendika yasak, mücadele yasak. Direkt ya öldürülürsün ya hapse atılırsın. Sözde 1 Mayıs’ımız vardı. Eylem yoktu sadece tatildi. Ama Türkiye’de en azından işçilerin haklarını savunan sendikalar var, işçiler eylem yapabiliyor.”
“Sendikaya üye misin?” diye soruyoruz. “Yok iş yerimizde sendika yok. Sendikanın bizi kabul edip etmeyeceğini bilmiyorum. İş yerinde ırkçılığa uğramıyorum. Bizim iş yerindekiler beni seviyor ama genele baktığında böyle bir şey yok. Ama patronlar bu ırkçılığı bize karşı kullanıyor. Baskı kurabiliyor” diyor.
Ona bu koşulların nasıl değişeceğini soruyoruz, cevabı şu oluyor: “Bence gerçekten birlik olmadan hiçbir sorun çözülmeyecek. Bizler 10 yıldır buradayız. Çocuklarımız burada doğdu, büyüdü. Savaşın sonuçları bizi yıktı ama hâlâ bedel ödüyoruz. Biz ayrımcılık olmadan birlikte yaşamak istiyoruz. Sorunlara karşı da birlikte olursak çözüm bulacağız...”