Sınıf savaşının en önemli cephelerinden biri olarak merkez bankaları
Merkez bankaları, ekonomide işler iyi gittiğinde aslan payının sermayeye gittiğine, kötü gittiğinde ise faturanın işçi sınıfına çıkarıldığına emin olmak ister ve buna göre politika dizayn eder.

Fotoğraf: Freepik
Ali Alper ALEMDAR
Engels, Paris Komünü’nün 20. yılında kaleme aldığı yazıda, komünün yaptığı en büyük stratejik hatalarından birini, Fransa Merkez Bankasının önemsiz bir hedef sayılıp, ele geçirilmemesi olarak göstermişti. Komünün elindeki Merkez Bankasının 10 bin rehineden daha değerli olduğunu ifade ederek, Fransa Merkez Bankasının kontrolünün önemini vurgulamıştı. Paris Komünü’nün üzerinden 153 yıl geçti. Engels’in eleştirisi ise 153 yıl öncesinden daha canlı ve anlamlı olarak önümüzde durmaktadır. Keza, merkez bankaları, 153 yıldır kapitalist sistemi, sermayedarlar lehine ayakta tutuyor, yeri geliyor en kritik dönemlerde can simidi oluyor. Çoğu zaman bu gerçeği unutarak ya da burjuva iktisatçıları tarafından unutturularak, merkez bankalarını bağımsız ve kamu yararını gözeten kurumlar olarak görüyoruz. Halbuki, merkez bankaları hem teorik hem de tarihsel işleyişleri bakımından finans kapitalin hayatta kalması ve büyümesinde önemli rol oynar. Bunun yanı sıra, ortodoks politikalar şemsiyesi altında işsizlik ile enflasyon arasında ters orantılı bir ilişki olduğunu varsayıp, enflasyon kontrolü için işsizliğin dayatılmasını meşrulaştırırlar.
Merkez bankaları, ekonomide işler iyi gittiğinde aslan payının sermayeye gittiğine, kötü gittiğinde ise faturanın işçi sınıfına çıkarıldığına emin olmak ister ve buna göre politika dizayn eder. Sanırım, buna en iyi örneklerden biri hem 2008 krizi hem de pandemi döneminde Amerikan Merkez Bankasının (Fed), başlattığı varlık alımları süreçleridir. Sadece pandemi döneminde Fed, bir ayda bankalardan toksik 120 milyar dolarlık alım yaparak, bankaların toplam nakit rezervlerini 9 trilyona çıkarmıştı.1 Bankalar ve finans sermayesi kurtarılırken, emekçi kesimler içinse durum tam tersiydi. Fed’in faiz ile enflasyonu kontrol altına alma politikası (Sözde aşırı ısınan talebi soğutup, fiyat artışlarını dizginleme) ise sadece faizden gelir kazanan sınıfların lehine tezahür etmiştir. Birinci grafik Fed’in rezervlerine ödediği faiz oranını gösterirken, ikinci grafik kamunun bütçeden yaptığı cari harcamaları göstermektedir.
Kaynak: Fed
Temelinde kemer sıkarak enflasyonu kontrol altına almaya çalışan Fed, faiz politikası ile bütçeden faiz ödemelerine yapılan harcamaları ciddi bir şekilde arttırmıştır. Bir politika tercihi olarak, bütçe harcamalarını finans kapital lehine doğru çevirmiştir.
Kaynak: Fed
Zamanında Fed Eski Başkanı Bernanke’nin bir röportajda belirttiği üzere, Merkez Bankasının başlattığı varlık alımları ve yaptıkları harcamalar tek bir tuşla, herhangi bir finansal kısıt gözetilmeden yapılmaktadır. Velhasıl, merkez bankaları ve hükümetler, kemer sıkarak belli gruplar için gelir yaratırken paranın nereden geldiği ve kaynak sorunu, burjuva iktisatçıları tarafından problem edilmez. Fakat, ne zaman emeklilerin maaşları, asgari ücretler ve kamu yararı güden kamu yatırımları gündeme geldiğinde devletin kasasının boş olduğu, kefen parasının dahi harcandığı söylenir. Halbuki, ortodoks politikalar, Merkez Bankaları ve hükümetlerin el ele işçilere kefen diktiği politikalardır. Aşırı talep bahane edilerek (Bahane edilerek diyorum çünkü iddialarını destekleyeceği ampirik bir çalışma da ortaya koyamıyorlar) yürütülen yüksek faiz, kamu harcamalarının kısılması gibi politikalar, çalışanların borçluluğunu ve işsizliği arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Ortodoks politika dizaynı, emekçi sınıflar, emekliler ve öğrenciler aleyhine inşa edilirken, bu sırada fiyatları sürekli yükselterek hem enflasyonu arttıran hem de kârlarına kâr katan sermayedarların elini daha da güçlendirmektedir. Buna ABD üzerinden örnek verebiliriz. Üçüncü grafik bize ABD’de ekonomik genişleme sürecinde gelirdeki artışın dağılımını göstermektedir. 1970’lerde başlayan ortodoks (neoklasik) kemer sıkma politikaları ve faiz arttırımları gelir dağılımını, elit yüzde 10’luk gelir grubunun lehine çevirmiştir.
Mavi çubuk, gelir dağılımında en düşük yüzde 90’luk nüfusu temsil ederken, gri çubuk ise gelir düzeyi en yüksek yüzde 10’luk kısmı temsil etmektedir. Kaynakça: Mitchell, W., Wray, L. R., & Watts, M. J. (2019). Macroeconomics. Macmillan International Higher Education.
Tam da 1 Mayıs gelmişken, Paris Komününü ve merkez bankalarının önemini tekrardan hatırlamamız gerekiyor. Merkez bankaları, mücadeleden bağımsız ve ‘ekonomi’ biliminin kendi rasyonalitesi içinde işleyen kurumlar değildir. Tam aksine, tarihin kritik dönemeçlerinde sermaye sınıfının çıkarlarını koruyan, bunun için gerekli şartları oluşturan ve bu şartları fonlayan kurumlardır. Keza, özerkliği çokça dile getirilen merkez bankaları (Dünyanın merkez bankası olarak kabul edilen Fed, tam anlamıyla kamu kuruluşu değildir. Fed yarı özeldir ve finans kapitalin temsilcileri kararlarda rol oynarlar) ve hükümetler harcamalarını vergiler üzerinden yapmazlar. Doğal olarak vergi kısıtı içinde değildirler. Konu, sermayeyi ve finans sermayesini kurtarmaksa, para muslukları sonuna kadar açılırken, sermaye birikimi süreçlerinde yaşanan sorunların bedeli ise emekçilerin ödeyeceği acı reçetelere dönüşür. Buradan da anlıyoruz ki, kamu parasının (vergi değil) nasıl, nerelere ve hangi sınıfların lehine/aleyhine harcanması sınıfın savaşının en önemli cephelerinden birini oluşturuyor. Nasıl Taksim Meydanı, fabrikalar, doğamız ve kamu alanlarımız sınıf mücadelesinin bir parçasıysa, Merkez Bankası da bu mücadelenin bir parçası, hatta Engels’in deyimi ile en önemli parçasıdır.
Evrensel'i Takip Et