01 Mayıs 2024 10:10

İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler…

1 Mayıs marşının hikâyesi: Gorki’nin satırlarına omuz veren Brecht’in sahnesinden miting alanlarına...

Fotoğraf: AA

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Aleksey Maksimoviç Peşkov altı patların çelik namlusunu sol memesinin altına dayamıştı. Henüz 19 yaşındaydı. Namlu Rusya coğrafyasının kışları gibi, on dokuz yıllık yaşamındaki her gece ve her gündüz gibi soğuktu. Peşkov’un parmağı tetiği çekerken titremiş midir bilmiyorum ancak gencecik yaşamına sığdırdığı acılar eminin bir bir gözlerinin önünde arzı endam etmiştir.   

Beş yaşında babasını kaybeden Peşkov, annesi yeniden evlenince üvey baba şiddeti ile tanıştı. Annesi de çareyi oğlunu doğduğu topraklara, Novgrod’a kendi annesinin ve babasının yanına göndermekte buldu. Belki de Peşkov’un yaşamında tutunabildiği tek sıcaklık anneannesinin sesinde canlanan masallardı. Sadece birkaç ay okul yüzü gören Peşkov 8 yaşında ekmeğini kazanmaya başladı. 12 yaşında evden kaçan Peşkov her anlamıyla yaşam kavgasının içinde yoğruldu. Eskicilik, ayakkabıcı çıraklığı, aşçı yamaklığı, gemi hamallığı, duvarcılık, gece bekçiliği, demiryolu işçiliği yaşama tutunmaya çalıştığı işlerden bazılarıydı.

Silahın patlama sesiyle Peşkov’un zihnine sökün eden imgeler dondu ve yerini kulağında metalik bir çınlamaya bıraktı. Kurşun kalbini teğet geçmişti ancak sol akciğerini dağlamıştı. Peşkov ölmemişti ama ciğerindeki kurşun yarası ömrünün kalan kısmında her an saldırmaya hazır kuduz bir köpek gibi peşini bırakmadı.

Yaşamla ölümle arasındaki ince çizgide tökezleyerek toparlanan Peşkov beş yıl boyunca yaz demeden, kış demeden bozkırları geçerek, nehirleri aşarak karış karış Rusya’yı gezdi. Gezerken bir yandan gördüklerini, yaşadıklarını, tanıştıklarını biriktirdi bir yandan da ciğeri yettiğince çalıştı.

Peşkov’un yolu 1892 yılında Tiflis’e düştü. Kafkasya gazetesinde kendine bir iş buldu. Bu iş yaşamının dönüm noktası oldu. Hepi topu 24 yaşındaydı ancak kısa ömrüne sığdırdıkları boyunu aşıyordu. Çareyi yazmakta buldu. Eline kalemi aldı ve şu cümle kâğıda suyun akışı gibi döküldü: “Kıyıya çarpan dalgaların şıpırtısından ve kıyı çalılarının hışırtısından doğan düşündürücü ezgiyi bozkıra yayarak, nemli soğuk bir rüzgâr esiyordu denizden.” Peşkov yaşlı, bilge bir çingenenin ağzından sıra dışı bir aşk hikâyesini anlattığı bu öyküsüne Makar Çudra adını verdi. Sıra öykünün altına imzasını atmaya geldiğinde durakladı. Peşkov öyküsünü kendi adıyla imzalamak yerine 24 yıllık yaşamında belki de en iyi tanıdığı sözcüğü yani acıyı kendine isim olarak seçti ve öyküsünü o isimle imzaladı. Maksim Gorki…

Gorki çocukluğundan itibaren biriktirdiklerini yazıp, yazdıklarını biriktirerek kendine yeni bir yol çizdi. Sekiz yaşından itibaren çalışarak hayatını kazanan Gorki’nin yolu işçi sınıfının yolu oldu. İşçilerin neler yaşadığının bizzat tanığıydı. Uzun çalışma saatleri ve karınlarını doyurmaya bile yetmeyen ücretler artık işçilerin canına tak etmişti. 1905 yılına gelindiğinde Çarlık Rusya’sının her köşesinden homurtular duyulmaya başlamış, homurtular yerini grevlere, grevler de yerini ayaklanmalara bırakmaya başlamıştı. Takvimler 22 Ocak 1905 Pazar gününü (eski Rus takvimine göre 9 Ocak) gösterdiğinde yüz bin işçi Petersburg sokaklarından Kışlık Saray’a doğru yürüyüşe geçmişti. Amaçları Çar II. Nikolay’a taleplerini yazılı olarak iletmekti.

Silahsız ve barışçıl başlayan bu yürüyüş Çar’ın askerlerinin toplu, tüfekli saldırısı ile son buldu. Bu saldırı binin üzerinde silahsız insanın ölümüyle, bir o kadarının da yaralanmasıyla sonuçlandı. Kanlı Pazar olarak tarihe geçen bu olay 1905 devriminin de kıvılcımı oldu.   

1905 yılı Rusya’nın her köşesinde ayaklanmalara, çatışmalara ve genel grevlere sahne oldu. Bu süreçte Sosyal Demokrat İşçi Partisi üyesi olan Gorki yoldaşı Lenin’le birlikte bir yandan kurduğu yayıneviyle işçilere kalemiyle destek veriyor diğer yandan da işçilerin gereksinimi olan erzakı, malzemeleri, hatta askeri teçhizatı sağlamaya yardımcı oluyordu. 

1905 yılı boyunca yaşananlar sonucunda Çarlık Rusya anayasal monarşiye geçti, 1917 devrimine kadar yasama görevi yapacak Çarlık Duma kuruldu ve yeni bir anayasa yürürlüğe girdi girmesine; ancak Çar’ı devirmeyi hedefleyen 1905 devrim girişimi başarısız oldu. Evet, mücadele edenler 1905 yılında kazanamadı ancak 1917 Ekim devrimini gerçekleştirenler mücadeleyi sürdürenler oldu.

1905 devrim girişiminin başarısız olmasının ardından Gorki başına gelecekleri öngörerek Amerika Birleşik Devletlerine (ABD) zorunlu bir “geziye” çıktı. Yaşadıklarının sıcaklığı ile masasının başına oturdu ve şu cümleyi yazdı: “Fabrikanın iş başı sireni her sabah öttüğünde, asık suratlı ve mutsuz adamlar çok kötü durumda görünen gecekondularından çıkar koşar adım bu devasa binaya doğru yönelirlerdi.” Bu cümle Gorki’ye dünya çapında ün getirerek ölümsüzlüğe ulaştıracak olan Ana romanının ilk cümlesiydi. Ana o kadar hızlı elden ele yayıldı ki kitabın Osmanlıca çevirisinin 1911 yılında basılması bu hız hakkında fikir verebilir.

Gorki ABD’de Ana’yı tamamladıktan sonra İtalya’nın Capri adasına geçti. Yedi yıl Capri Adasında yaşayan Gorki 1913 yılında Rusya’ya döndü. Ekim devrimine kadar yoldaşı ve yakın dostu Lenin’le birlikte yol yürüdü. Ancak Ekim devrimi sonrası Gorki’nin sadece sosyal devrimden yana olması, Rusya'da halkın daha henüz devrim yapacak olgunluğa erişmediğini düşünmesi, önce halkın bilinçlenmesi gerektiğinde ısrar etmesi Lenin’le yollarının ayrılmasına neden oldu. Bu tartışmaya Nazım Hikmet de dahil oldu ve tavrının Lenin’den yana olduğunu belirten Maksim Gorki’ye Açık Mektup başlıklı şiirini yazdı.

Bir yandan ideolojik ayrılık diğer yandan tüberküloz Gorki’nin yeniden zorunlu bir “geziye” çıkmasına vesile oldu. Bu defaki adres İtalya’yanın Sorrento kasabasıydı. Sorrento’da kaldığı yıllarda ara sıra Rusya’ya gidiş gelişleri olsa da Rusya’ya temelli dönüşü Stalin’in daveti ile 1932 yılında oldu. Gorki ülkesine döndükten 4 yıl sonra zatürreden öldü. Zehirlendiği yönünde bir iddia olsa da tevatürden öteye gitmemiştir.

Her ne kadar Gorki 1932 yılında bu dünyadan ayrılmış olsa da yazdıkları ile aramızda yaşamaya devam ediyor. Yazdığı öyküler, romanlar, oyunlar, anı ve otobiyografi kitapları elden ele, dilden dile dolaşmaya devam ediyor. Tüm yazdıkları arasında ona en fazla yaşam gücü veren eseri Ana’dır desem sanırım abartmış olmam.  Ana sadece kitap olarak kalmaz, neredeyse sanatın her dalında filizlenir. Örneğin Vsevolod Pudovkin 1926 yılında romanı sinemaya, Bertolt Brecht de 1930 yılında tiyatroya uyarladı.

Ana’nın Brecht uyarlamasının ülkemiz tiyatro sahnelerinde boy göstermeye başladığı yıl 1974’tür. Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) tarafından seyirci ile buluşturulan oyunun yönetmenliğini Rutkay Aziz yaptı. Palegeya rolünü yani anayı Meral Niron, Pavel rolünü yani oğulu da Erkan Yücel oynadı. Oyunun müzikleri için de Sarper Özsan görev aldı. Özsan oyunun müziklerini yapma sürecini şöyle anlatır: “Oyunun birçok yerinde müzik vardı ve bunların sözleri Brecht tarafından yazılmıştı. Ancak sadece bir sahne, 1 Mayıs 1905 sahnesi, için hiç söz yazılmamıştı. O sahneyle ilgili Brecht şu notu düşmüştü; 'İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler.' Bu sahne için bir marş kullanmak gerekiyordu.

Sarper önce bu sahnede kullanmak için uygun bir marş arayışına girmiş ancak bulamamış. Sonrasında iş başa düştü diyerek sözü ve müziği kendisine ait olacak bir marşı bestelemeye karar vermiş. Notalar sözleri, sözler ezgileri kovalarken marşın ilk cümleleri ortaya çıkmaya başlamış: Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır/Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez/Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde” 

Sarper Özsan; Gorki’nin satırlarına omuz veren Brecht’in sahnesinden yaratır 1 Mayıs marşını. Özsan 1 Mayıs marşının sahnenin dışına taşacağını pek düşünmemiş, ta ki 1977 1 Mayıs’ında 500 bin işçinin bir ağızdan marşı söylediğini duyana kadar. Sonrası malum hepimizin diline pelesenk oldu. 

Bugün 1 Mayıs, bugün işçinin emekçinin bayramı. Haydi alanlara 1 Mayıs marşını söylemeye…

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI