İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler…
1 Mayıs marşının hikâyesi: Gorki’nin satırlarına omuz veren Brecht’in sahnesinden miting alanlarına...
Fotoğraf: AA
Aleksey Maksimoviç Peşkov altı patların çelik namlusunu sol memesinin altına dayamıştı. Henüz 19 yaşındaydı. Namlu Rusya coğrafyasının kışları gibi, on dokuz yıllık yaşamındaki her gece ve her gündüz gibi soğuktu. Peşkov’un parmağı tetiği çekerken titremiş midir bilmiyorum ancak gencecik yaşamına sığdırdığı acılar eminin bir bir gözlerinin önünde arzı endam etmiştir.
Beş yaşında babasını kaybeden Peşkov, annesi yeniden evlenince üvey baba şiddeti ile tanıştı. Annesi de çareyi oğlunu doğduğu topraklara, Novgrod’a kendi annesinin ve babasının yanına göndermekte buldu. Belki de Peşkov’un yaşamında tutunabildiği tek sıcaklık anneannesinin sesinde canlanan masallardı. Sadece birkaç ay okul yüzü gören Peşkov 8 yaşında ekmeğini kazanmaya başladı. 12 yaşında evden kaçan Peşkov her anlamıyla yaşam kavgasının içinde yoğruldu. Eskicilik, ayakkabıcı çıraklığı, aşçı yamaklığı, gemi hamallığı, duvarcılık, gece bekçiliği, demiryolu işçiliği yaşama tutunmaya çalıştığı işlerden bazılarıydı.
Silahın patlama sesiyle Peşkov’un zihnine sökün eden imgeler dondu ve yerini kulağında metalik bir çınlamaya bıraktı. Kurşun kalbini teğet geçmişti ancak sol akciğerini dağlamıştı. Peşkov ölmemişti ama ciğerindeki kurşun yarası ömrünün kalan kısmında her an saldırmaya hazır kuduz bir köpek gibi peşini bırakmadı.
Yaşamla ölümle arasındaki ince çizgide tökezleyerek toparlanan Peşkov beş yıl boyunca yaz demeden, kış demeden bozkırları geçerek, nehirleri aşarak karış karış Rusya’yı gezdi. Gezerken bir yandan gördüklerini, yaşadıklarını, tanıştıklarını biriktirdi bir yandan da ciğeri yettiğince çalıştı.
Peşkov’un yolu 1892 yılında Tiflis’e düştü. Kafkasya gazetesinde kendine bir iş buldu. Bu iş yaşamının dönüm noktası oldu. Hepi topu 24 yaşındaydı ancak kısa ömrüne sığdırdıkları boyunu aşıyordu. Çareyi yazmakta buldu. Eline kalemi aldı ve şu cümle kâğıda suyun akışı gibi döküldü: “Kıyıya çarpan dalgaların şıpırtısından ve kıyı çalılarının hışırtısından doğan düşündürücü ezgiyi bozkıra yayarak, nemli soğuk bir rüzgâr esiyordu denizden.” Peşkov yaşlı, bilge bir çingenenin ağzından sıra dışı bir aşk hikâyesini anlattığı bu öyküsüne Makar Çudra adını verdi. Sıra öykünün altına imzasını atmaya geldiğinde durakladı. Peşkov öyküsünü kendi adıyla imzalamak yerine 24 yıllık yaşamında belki de en iyi tanıdığı sözcüğü yani acıyı kendine isim olarak seçti ve öyküsünü o isimle imzaladı. Maksim Gorki…
Gorki çocukluğundan itibaren biriktirdiklerini yazıp, yazdıklarını biriktirerek kendine yeni bir yol çizdi. Sekiz yaşından itibaren çalışarak hayatını kazanan Gorki’nin yolu işçi sınıfının yolu oldu. İşçilerin neler yaşadığının bizzat tanığıydı. Uzun çalışma saatleri ve karınlarını doyurmaya bile yetmeyen ücretler artık işçilerin canına tak etmişti. 1905 yılına gelindiğinde Çarlık Rusya’sının her köşesinden homurtular duyulmaya başlamış, homurtular yerini grevlere, grevler de yerini ayaklanmalara bırakmaya başlamıştı. Takvimler 22 Ocak 1905 Pazar gününü (eski Rus takvimine göre 9 Ocak) gösterdiğinde yüz bin işçi Petersburg sokaklarından Kışlık Saray’a doğru yürüyüşe geçmişti. Amaçları Çar II. Nikolay’a taleplerini yazılı olarak iletmekti.
Silahsız ve barışçıl başlayan bu yürüyüş Çar’ın askerlerinin toplu, tüfekli saldırısı ile son buldu. Bu saldırı binin üzerinde silahsız insanın ölümüyle, bir o kadarının da yaralanmasıyla sonuçlandı. Kanlı Pazar olarak tarihe geçen bu olay 1905 devriminin de kıvılcımı oldu.
1905 yılı Rusya’nın her köşesinde ayaklanmalara, çatışmalara ve genel grevlere sahne oldu. Bu süreçte Sosyal Demokrat İşçi Partisi üyesi olan Gorki yoldaşı Lenin’le birlikte bir yandan kurduğu yayıneviyle işçilere kalemiyle destek veriyor diğer yandan da işçilerin gereksinimi olan erzakı, malzemeleri, hatta askeri teçhizatı sağlamaya yardımcı oluyordu.
1905 yılı boyunca yaşananlar sonucunda Çarlık Rusya anayasal monarşiye geçti, 1917 devrimine kadar yasama görevi yapacak Çarlık Duma kuruldu ve yeni bir anayasa yürürlüğe girdi girmesine; ancak Çar’ı devirmeyi hedefleyen 1905 devrim girişimi başarısız oldu. Evet, mücadele edenler 1905 yılında kazanamadı ancak 1917 Ekim devrimini gerçekleştirenler mücadeleyi sürdürenler oldu.
1905 devrim girişiminin başarısız olmasının ardından Gorki başına gelecekleri öngörerek Amerika Birleşik Devletlerine (ABD) zorunlu bir “geziye” çıktı. Yaşadıklarının sıcaklığı ile masasının başına oturdu ve şu cümleyi yazdı: “Fabrikanın iş başı sireni her sabah öttüğünde, asık suratlı ve mutsuz adamlar çok kötü durumda görünen gecekondularından çıkar koşar adım bu devasa binaya doğru yönelirlerdi.” Bu cümle Gorki’ye dünya çapında ün getirerek ölümsüzlüğe ulaştıracak olan Ana romanının ilk cümlesiydi. Ana o kadar hızlı elden ele yayıldı ki kitabın Osmanlıca çevirisinin 1911 yılında basılması bu hız hakkında fikir verebilir.
Gorki ABD’de Ana’yı tamamladıktan sonra İtalya’nın Capri adasına geçti. Yedi yıl Capri Adasında yaşayan Gorki 1913 yılında Rusya’ya döndü. Ekim devrimine kadar yoldaşı ve yakın dostu Lenin’le birlikte yol yürüdü. Ancak Ekim devrimi sonrası Gorki’nin sadece sosyal devrimden yana olması, Rusya'da halkın daha henüz devrim yapacak olgunluğa erişmediğini düşünmesi, önce halkın bilinçlenmesi gerektiğinde ısrar etmesi Lenin’le yollarının ayrılmasına neden oldu. Bu tartışmaya Nazım Hikmet de dahil oldu ve tavrının Lenin’den yana olduğunu belirten Maksim Gorki’ye Açık Mektup başlıklı şiirini yazdı.
Bir yandan ideolojik ayrılık diğer yandan tüberküloz Gorki’nin yeniden zorunlu bir “geziye” çıkmasına vesile oldu. Bu defaki adres İtalya’yanın Sorrento kasabasıydı. Sorrento’da kaldığı yıllarda ara sıra Rusya’ya gidiş gelişleri olsa da Rusya’ya temelli dönüşü Stalin’in daveti ile 1932 yılında oldu. Gorki ülkesine döndükten 4 yıl sonra zatürreden öldü. Zehirlendiği yönünde bir iddia olsa da tevatürden öteye gitmemiştir.
Her ne kadar Gorki 1932 yılında bu dünyadan ayrılmış olsa da yazdıkları ile aramızda yaşamaya devam ediyor. Yazdığı öyküler, romanlar, oyunlar, anı ve otobiyografi kitapları elden ele, dilden dile dolaşmaya devam ediyor. Tüm yazdıkları arasında ona en fazla yaşam gücü veren eseri Ana’dır desem sanırım abartmış olmam. Ana sadece kitap olarak kalmaz, neredeyse sanatın her dalında filizlenir. Örneğin Vsevolod Pudovkin 1926 yılında romanı sinemaya, Bertolt Brecht de 1930 yılında tiyatroya uyarladı.
Ana’nın Brecht uyarlamasının ülkemiz tiyatro sahnelerinde boy göstermeye başladığı yıl 1974’tür. Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) tarafından seyirci ile buluşturulan oyunun yönetmenliğini Rutkay Aziz yaptı. Palegeya rolünü yani anayı Meral Niron, Pavel rolünü yani oğulu da Erkan Yücel oynadı. Oyunun müzikleri için de Sarper Özsan görev aldı. Özsan oyunun müziklerini yapma sürecini şöyle anlatır: “Oyunun birçok yerinde müzik vardı ve bunların sözleri Brecht tarafından yazılmıştı. Ancak sadece bir sahne, 1 Mayıs 1905 sahnesi, için hiç söz yazılmamıştı. O sahneyle ilgili Brecht şu notu düşmüştü; 'İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler.' Bu sahne için bir marş kullanmak gerekiyordu.”
Sarper önce bu sahnede kullanmak için uygun bir marş arayışına girmiş ancak bulamamış. Sonrasında iş başa düştü diyerek sözü ve müziği kendisine ait olacak bir marşı bestelemeye karar vermiş. Notalar sözleri, sözler ezgileri kovalarken marşın ilk cümleleri ortaya çıkmaya başlamış: “Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır/Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez/Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde”
Sarper Özsan; Gorki’nin satırlarına omuz veren Brecht’in sahnesinden yaratır 1 Mayıs marşını. Özsan 1 Mayıs marşının sahnenin dışına taşacağını pek düşünmemiş, ta ki 1977 1 Mayıs’ında 500 bin işçinin bir ağızdan marşı söylediğini duyana kadar. Sonrası malum hepimizin diline pelesenk oldu.
Bugün 1 Mayıs, bugün işçinin emekçinin bayramı. Haydi alanlara 1 Mayıs marşını söylemeye…
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20