Taksim tartışması, güçsüzlüğü örtmenin perdesi haline nasıl geldi?
“Lenin’in ifadesiyle ‘Kurtarıcılardan kurtulmak’ gerekir. İddia sahibi sosyalistlerin, komünistlerin görevi; emekçilere kurtuluşlarının yalnızca kendi kollarının eseri olabileceğini göstermektir."
Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel
İsmet DURSUN
Emek Partisi MYK Üyesi
1 Mayıs Taksim tartışmaları, işçi sınıfının devrimci proleter tutumuyla, sendikal bürokrasinin sınıf iş birlikçisi, küçük burjuva sol-sosyalist örgütlerin ise sınıf dışı tutumları arasındaki farkı görüp, kavramalarının bütün pratik unsurlarını bir kez daha gösterdi. 1 Mayıs ileri işçinin, sorunlarını kendi usulüyle çözmesinin ve hareketin gelişmesini engelleyen burjuva iş birlikçisi sendikal-politik anlayışlarla mücadele etmenin yollarını göstermesi bakımından da öğretici olmuştur.
Kendi deneyiminden öğrenerek ilerleyen sınıfın yerine üstten bir yaklaşımla “Ben yaparım olur, en doğrusu da budur” diyerek işçi sınıfının edilgen, pasif konumda kalmasına neden olmanın tartışılması bu açıdan bir kat daha önemlidir.
TAKSİM KONUSUNDA İKİ ÇİZGİ
İşçi hareketinin gelişiminde, özellikle belirli dönemeçlerde esas olarak iki çizginin belirginleştiğini, hatta çatıştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bunlardan birisi, özellikle “Devrimci Sol Güçler” diye bilinen eğilimin savunduğu, görünüşte keskin solcu ama özünde küçük-burjuva sağcı çizgi ve tutumdur. Bu eğilim; ufku birkaç yüz, belki birkaç bin devrimcinin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamasıyla sınırlı olan ve Taksim ve 1 Mayıs’ı özünden kopararak ileri devrimci çevrelerin bayramı olma derecesine indirgeyen anlayışı temsil ediyor. Diğer çizgi ve taktik ise, işçi sınıfının devrimci partisinin savunduğu çizgi ve taktiktir. 1 Mayıs; üretimin (Resmi tatil olmasına rağmen sendikasız iş yeri ve fabrikalarda fazla mesai adı altında işçilerin çok önemli bir bölümünün, sendikalı iş yerlerinin de bir kısmının çalıştığı biliniyor) durdurulmasını, her fabrikanın, her işletmenin, her hastanenin, her okulun, her sokağın 1 Mayıs alanı haline getirilmesini hedefleyip, sınıfa üretimi durdurma ve sokak gösterisine kitlesel katılma çağrısı içerir.
Bu koşullarda iki çizgi sadece tek bir noktada birleşiyor: Bu da, Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına yasaklanmasına karşı çıkmaktır.
İşçi sınıfının devrimci partisi, hareketin gelişmesi ve ilerlemesi için işçilerin gücüne dayanarak ve günler öncesinden fabrika ve iş yerlerinden başlayarak, üretim durdurmayı da içeren bir hazırlık sürecinin örgütlenmesini gündeme getirmiştir. Taksim yasağını aşmanın ancak böyle mümkün olabileceğini savunmuştur. Ancak bu sendika yönetimlerinde büyük oranda karşılık bulmamıştır.
Peki böyle bir hazırlık yapmayan güçler Taksim’e girebileceklerini nasıl düşündü? Öyle görünüyor ki; halkın hoşnutsuzluğunu maddi bir güce dönüştürmek için radikal çağrıların düzeyi ve dozajını artırmanın yeterli olacağı zannına kapılmışlardır! Kaldı ki devrimci önderlik bu günler için gerekli değil midir? Böyle düşünen sendika yöneticileri ve sol grupların önemli bir bölümü “devrimci” bir yarışa giriştiler. Tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakının yerel seçimlerde yenilmesi, CHP’nin birinci parti olması ve Taksimcilik yarışına katılıp en önde olacağını söylemesini de dikkate alarak her şeyin hazır ve kendiliğinden olacağını sandılar.
Bu siyasetin altında yatan birden çok nedenden söz etmek mümkün. Bunların başına işçi sınıfının mücadele ve bilinç düzeyinin geriliğinden kalkarak kendini onun yerine koyma ve onun adına karar vermeyi marifet sayan küçük burjuva radikalizmi vardır.
Ancak bir bütün olarak İstanbul 1 Mayıs’ının örgütlenme süreci gösterdi ki bu tutum ve anlayışla birlikte yol alınması zor görünüyor. Bu durumdan çıkmak için Lenin’in ifadesiyle “Kurtarıcılardan kurtulmak” gerekir. Çünkü iddia sahibi sosyalistlerin, komünistlerin görevi; işçi ve emekçilere iyi kurtarıcılarla kötü kurtarıcılar arasındaki farkı anlatmak değil, kurtuluşlarının yalnızca kendi kollarının eseri olabileceğini göstermektir: “Komünistler, kendilerinin kitlelerin bir ihtiyacı haline gelmesine çalışmazlar; kitlelerin temel ihtiyaçlarının bizzat kendilerinin mücadeleye girişmesi olduğunu göstermeye çalışırlar.”
1 MAYIS’IN TARİHSEL ÖNEMİ VE BUGÜNKÜ DURUM
1 Mayıs ortaya çıkışı da dahil bütün tarihi boyunca işçi sınıfı ve burjuvazinin güçlerini birbirine karşı sınadıkları bir gün olageldi. Burjuvazinin işçi ve emekçilere yönelik saldırı programını hayat geçirip geçiremeyeceği açısından 1 Mayıs’ın yaygın, kitlesel ve birleşik bir mücadele günü olarak gerçekleşmesi büyük öneme sahiptir.
Bu açıdan İstanbul 1 Mayıs’ı ve sendikal bürokrasinin genel tutumu işçi sınıfının gücünü daha etkili bir şekilde ortaya koymasını olumsuz etkilemiştir. Özellikle Türk-İş ve Hak-İş eliyle tek bir kentte kutlama çağrıları ve bu kutlamaları resmi geçit törenlerine indirgeme tutumu devam etmiştir.
Diğer yandan kendini işçi sınıfının yerine koyan “sol” siyasetin yaratığı etki, geniş işçi ve emekçiler bakımından 1 Mayıs’ı solcuların bayramı olarak görme tutumunu kıramamıştır. Bu yaklaşım “sol” etkisindeki sendika yönetimleri bakımından, işçi sınıfının Birlik, Dayanışma, Mücadele Günü’nü birbiriyle devrimcilik ve radikallik yarışına dönüştürmenin (DİSK-KESK) malzemesi haline getirmeye kadar varmıştır.
Tek adam yönetimi, Cumhur İttifakı, sermayedarlar ve sendikal bürokrasi, işçi sınıfının ve emekçi halkın 1 Mayıs’ta yasak ve tehditlere boyun eğmesini ve belli merkezlerde sınırlı kutlamalarla geçiştirilmesini hedefledi.
Tek adam yönetimi ve ittifakı gerici-faşist bir düzen inşası için yerel seçimde aldığı yenilgiye rağmen yeni bir ekonomik ve siyasal saldırı dalgası başlatmaya hazırlanmaktadır. Orta vadeli programı (OVP) ve 12. kalkınma planının uygulayabilmesi için baskı ve saldırganlığı artıracağının mesajını Taksim yasağındaki ısrarıyla da göstermiştir.
Son 2-3 yıldır hükümetin sömürü politikalarına ve bu saldırı programlarına karşı fabrika-iş yerleri temelinde gelişen ve henüz birleşik bir karakter kazanmasa da yer yer iş kolu düzeyinde ortaya çıkan mevzii mücadeleler, İstanbul’da yaşanan zayıflıklara rağmen bu 1 Mayıs’ın birçok il-ilçe merkezinde yaygın ve kitlesel olarak kutlanmasının yarattığı enerjiyle de harmanlanmalıdır.
1 MAYIS GÖSTERİLERİ VE ÇIKARILACAK DERSLER
Hükümetin yasakçı tutumuna ve sendikal bürokrasinin yasak savma ve bölme çabalarına rağmen 1 Mayıs ülke genelinde yüzü aşkın nokta da yüz binlerce işçinin katıldığı yaygın ve kitlesel gösterilerle kutlandı. Belli sanayi merkezlerinde işçilerin talepleriyle ve coşkulu katılımın yanı sıra, yıllar sonra ilk defa 1 Mayıs gösterilerinin yapıldığı merkezlerin sayısının artması bu 1 Mayıs’ta hafızalarda kalanlardı.
Aynı zamanda 1 Mayıs eylem ve gösterileri işçi hareketin bölünmüşlüğünün yanı sıra sendikal bürokrasinin işçi hareketi üzerindeki güven bunalımı düzeyini de görmek bakımından önemli oldu. İşçilerin sendika merkezlerinin kürsülerdeki yakınmalarına itibar etmemesi ve 1 Mayıs gösterilerine katılanların konuşmalar başlar başlamaz alanı terk etmesi, konfederasyon yönetimlerine güvensizliğin ve tepkinin boyutunu göstermiştir.
Mitinglerde başlıca iki talep (1- vergide adalet, 2- ek zam) öne çıkmıştır. Vergide adalet talebini mitinglerinde sınırlı da olsa dillendiren sendikal bürokrasi, ek zam talebini yükseltmekten özel olarak kaçınmıştır. Çünkü ek zam talebinin mücadele konusu haline gelmesi demek bugün sözleşmelerin çıtasını yukarı çekmek anlamına gelmektedir. Dahası bunun için başlayan bir mücadelenin birleşik ve kitlesel bir mücadeleye dönüşmesi ihtimali vardı ki sendikal bürokrasinin en çok korktuğu şeydir. Onun için de vergide adalet talebine sarılmak onu öne çıkarmak; “Bu talep için hükümetle müzakere ediyoruz, bugün değilse de yarın gerçekleşecek” diye işçileri beklentiye sokarak öfkeyi yatıştırmak son yıllarda da etkili olan ve önümüzdeki dönem karşısında uyanık olunması gereken bir durumdur.
***
Evet, işçi hareketinin mücadele dinamiğindeki canlılığa rağmen, mücadeleci sendika merkezlerinin ve yanı sıra sınıf sendikacılığı mevzilerinin zayıflığı devam etmektedir. Ancak sorunun çözümü de bu çelişkili durumun işçilerin mücadelesinden yana çözülmesiyle çıkacaktır.
Eğer, devrime ve sosyalizme uyanan öncü, ileri işçi ve mücadeleci sendikacı kendi sorumluluğunun önemini anlamışsa, yapacağı ilk şey; bütün öncü işçilerle birleşeceği yer olan kendi sınıf partisine katılmasıdır. Sendikaları işçi örgütlerine dönüştürmenin ve sendikaları devrimci bir çizgide toplamanın bundan başka bir yolu yoktur.
Hemen hemen bütün çevreler farklı farklı olgulara dayandırarak yeni bir döneme girildiğini ifade etmektedirler. Resmi tarihçiler de bu yeni dönemi yerel seçimleri başlangıç noktası kabulünden hareketle tanımlayacaklardır.
Oysa sermayenin tek adam iktidarı bütün güçleriyle yerli yerinde durduğunun, sömürü ve baskı politikalarını kararlılıkla sürdüreceğinin mesajını vermektedir. Alt edilmesinin anahtarı da işçi sınıfının özellikle son üç yıldır ek zam talebi, asgari ücretin yükseltilmesi ve işçilerin, emekçilerin çalışma ve yaşam koşularının iyileştirilmesi için giriştikleri mücadelenin düzeyinin gittikçe yükseliyor olması ve diğer toplumsal kesimler üzerinde etki gücünün artmasında aranmalıdır.