Türkiye’de ’68 hareketinin basamakları
Dile getirilen “tam bağımsızlık”, “gerçek demokrasi” kavramları, süreç içesinde sosyalizmle kaynaştı. Bu da anti-emperyalist hareketin tutarlı bir karakter kazanmasına sebep oldu.
Rıza MUTLU
Boğaziçi Üniversitesi
Büyük Buhran’la kapitalizmin o güne kadar tarihindeki en büyük çıkmaza girdiği koşulların ardından çıkan İkinci Dünya Savaşı, dünya kapitalizminin iç çelişkilerini, savaş sonrasında gerçekleşen yeniden paylaşımla çözdü. Özellikle Avrupa’da, Nazi işgaline karşı kendi ülkelerini silahlı mücadeleleriyle özgürleştirme çabasında olan ve bu sebeple saygınlığı artan komünist partiler bu savaştan güçlenerek, halk kitlelerini saflarında birleştirerek çıktılar. Ancak hem kapitalizmin savaş öncesinde büyük oranda hissedilen çelişkilerinin görünürlüğünün azalması hem de bu komünist partilerin kimi yerlerde ülkelerinin yeniden inşası ve faşizm tehdidinin insanların zihninden bertaraf edilmesi için burjuva partileriyle ortak iktidarlar kurması, ya da devrim tehlikesini hisseden kapitalistlerin bu komünist partileri şiddetle engelleme çabası sonucunda, savaş sonrasında halk hareketleri uzun bir süre için duraksadı.
Savaşsın bitişinin ardından geçen 20 yıldaki birtakım gelişmeler sonucunda, özellikle öğrenci kitleleri ve az bir vakit beraberlerinde sürükledikleri halk kitleleri, tekrardan harekete geçtiler. Bu hareketin beslendiği gelişmeler Küba Devrimi, Vietnam Savaşı, Cezayir’in bağımsızlığını kazanması ve Filistin’de başlamış gerilla hareketi gibi birtakım hareketlerdi. Bahsi geçen her gelişme sosyalist bir karakter taşımamasına karşın, her biri anti-emperyalistti.
Avrupa’da ve Amerika’da öğrenci hareketleri, anti-emperyalist karakterle başlayan mücadelelerini, işçi sınıfıyla ve onun mücadelesiyle birleştirme çabasına girdiler. Ancak öğrenci hareketlerin küçük burjuva karakterleri ve o dönemde devrimci nitelikleri törpülenmiş, uzlaşmacı komünist partilerin ortaya çıkması sebebiyle bu hareketler reformlar ve kapitalist devletlerin yoğun baskıları sonucu sönümlenmiş, halkla bağı azalan, daralan mücadeleci kesimler de silahlı eylemcilik yönünde tutumlar almaya başlamışlardır.
TÜRKİYE’NİN ’68’İ
Türkiye’de ‘68 hareketi, genel olarak dünyanın geçirdiği ’68’ döneminin bir uzantısı veya bir kopyası olarak görünür. Sanılanın aksine Türkiye ’68’i, dünyadaki ’68’le ortak özellikler paylaşsa da, kendine özgü koşullarla yükselmiş bir harekettir. ’68 veya herhangi bir hareketin başlangıcını belirlemek zordur. Ancak öğrenci hareketinin Türkiye’nin gündemine oturduğu vakit, Demokrat Parti iktidarının sonlarına denk gelir. DP’nin özellikle son döneminde arttırdığı baskı politikalarına karşı ayaklanan gençler, ’60 İhtilali’nin sosyal altyapısını oluşturmuşlardır.
’60 İhtilali sonrasında sendikaların öncülüğünde kurulan ve Türkiye’de hatırı sayılır bir kitleye ulaşmayı başarmış Türkiye İşçi Partisi’nin söylemleri, daha önce yaygın bir biçimde tartışılmayan anti-emperyalizm gibi meselelerin tartışılmasına aracı oldu. Bu nedenle ’68 önderlerinin önemli bir kısmının ilk siyasi örgütlenme deneyimlerinin TİP’te olduğunu görebiliriz.
’68 HAREKETİNİN İLK EĞİLİMLERİ
Dönemin bakanlarının uluslararası sermayeye teslim olmalarını protesto eden gençlik hareketi gazetelerin öncelikli gündemleri arasındaydı. Bu tür hareketlerin uzun bir süre hâkim ideolojik anlatıyı aşamamaları ise görülen ana eğilimdir. Örneğin, uluslararası sermayenin Türkiye üzerindeki müdahaleleri, hâkim bir anlatı olan “Türklük”, “Türklüğün yüceliği”, “Türk ulusuna saldırılar” gibi temalar üzerinden değerlendiriliyor, Kıbrıs sorunu sebebiyle başlayan eylemler genelde milliyetçi-şoven söylemlerden şekilleniyordu. Protesto edilen bakanlar Anıtkabir’de Atatürk’e şikâyet ediliyor, ’60 darbesinin yıldönümü kutlanıyor, eylemlerde Bursa Nutku okunuyordu.
Nitekim zamanla öğrenci hareketi bu tür eğilimlerden sıyrılmaya başladı. Bu ortamda ortaya çıkan anti-Amerikancılık, döneme damgasını vurmuştu. Sisteme olan başkaldırı, zamanla gençlik hareketi de zamanla kabuklarını kırmasına sebep olacak tartışmalara yol açtı. Dile getirilen “tam bağımsızlık”, “gerçek demokrasi” gibi kavramlar, süreç içesinde sosyalizmle kaynaşmaya başladı. Bu da mevcut anti-emperyalist hareketin tutarlı ve mücadeleci bir karakter kazanmasına sebep oldu.
Ancak bu yönelmenin gençlik mücadelesini tamamen etkisi altına aldığını söyleyemeyiz. Gençlik kesimi içerisindeki bu eğilimler, zamanla ve parçalı şekilde kendilerini gösterdiler. Örnek vermek gerekirse, TİP’in düzenlediği Doğu Mitingleri ile üniversite temsilcilerinin Anıtkabir’i hükümeti şikâyet etme amaçlı ziyaret etmesinin aralarında 1 ay bile yoktur.
DENİZ’İN KİTLE ÖNDERİ OLARAK ÖNE ÇIKIŞI
Bu koşullar içinde, Deniz Gezmiş’in Türkiye genelinde tanındığı AIESEC eylemi gerçekleşir. 7 Mart’ta, dönemin öğrenci liderlerinden Bozkurt Nuhoğlu’na göre, ’68’in başlangıcını temsil eden bir olay yaşanır. “Süleyman Demirel’in uluslararası AIESEC konferansını açmak için bir konuşma yapacağı öğrenilmişti. Arkadaşlarımla şöyle bir plan yaptık: Demirel, konferansı açarken, ben Demirel’in elinden mikrofonu alıp Demirel’in ne menem bir insan olduğunu sergileyen bir konuşma yapacaktım. Demirel, gelmedi o toplantıya. Seyfi Öztürk gönderildi. Bu adam böyle bir eyleme değmez dedik. Onun için, yalnızca konuşturmamakla yetinelim, onu konuşturmayalım. Ve kürsüye davet edildiğinde, bizler gösteriye başladık. Onu konuşturmadık. Bunun üzerine, yedi öğrenci hakkında tutuklama kararı çıktı. Deniz Gezmiş, on beş gün sonra tutuklandı. Biz üç kişi, yargıcın ısrarlı tutumu karşısında altı ay tutuklu kaldık. İşte bu, bence, ‘68’in başlama işareti oldu bir bakıma. Çünkü hem protesto gösterimiz çok kitlesel bir eylemdi, hem de, mahkemelerimiz. Her duruşma, büyük bir kitlesel eyleme dönüştü. Zannediyorum her duruşmada üç bin, beş bin öğrenci geliyordu adliyeye. Ve böyle, dalga dalga yayılıyordu. O mahkemeler, kitleselliğin bence ilk başlangıcı oldu. Ve Deniz’in o tutuklamalardan sonra kitle çizgisini yakaladığını zannediyorum. Bir kitle önderi olarak doğuşunun başlangıcı diyebiliriz bu olaya.”
Aydın Çubukçu bu olayı şöyle değerlendiriyor: “Eğer Deniz’in bir gençlik önderi olarak ortaya çıkış sürecini izlersek, bir anlamda, ’68’in oluş ve gelişim süreçlerinin başlıca kilometre taşlarını da görebiliriz. AIESEC olayı, Deniz’in öğrenci gençlik kitlesi içinde tanınıp sevilmesinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Daha sonraki bütün gelişmelerde, Deniz’in adı, Türkiye’nin ‘68’i ile özdeşleşecek ve dönemin simgesi haline gelecektir. Deniz, milliyetçi, sistem içi yönleri ağır basan bütün gösterileri, bu özelliklerinin aşılması yönünde zorlayan, hareketi düzen sınırları dışına çekmeye çalışan bir gençlik lideri olarak sivrilmektedir.”
Bu eylemin ardından, Paris’te öğrenci-polis çatışmalarının şiddetlendiği bir dönemde bir “NATO’ya hayır” kampanyası düzenlenmeye başlanır. Bu kampanya ve sürecinde gerçekleşen faşist saldırılar, öncesinde gençlik kitlelerinin önderlerinin hedef haline getirilmeleri, genel anlatıdaki “sağ-sol” kavgasının şiddetlendiği ve norm haline geldiği bir dönemi de başlatmış olur. Bu faşist saldırılar ise dönemin öğrenci hareketinden ürkmeye başlayan hükümetin yaygın şiddeti bir araç haline getirme çabası sonucu doğmuştur.
ANTİ-EMPERYALİST EYLEMLER SİLSİLESİ
Öğrenci hareketinin aldığı anti-emperyalist ve mücadeleci karakter, bir yandan da akademik talepler doğrultusunda gerçekleşen eylemleri beslemiştir. Bu eylemler sonucunda büyük bir kitleselleşmeye varacak işgaller silsilesi başlamıştır. Önce Ankara DTCF’de sonrasında da İstanbul Üniversitesi’nde ve daha sonrasında tüm Türkiye’de gerçekleşecek bu işgaller, akademik talepleri de geliştirip zamanla üniversitelerde söz hakkına evrilmiştir. Bu işgallerin hemen sonrasında da elde edilen kitlesellik Deniz Gezmiş önderliğinde 6. Filo Eylemi’ne taşınacaktır.
6. Filo Eylemleri aslında, Deniz Gezmiş’in hareketin öncülüğünü üstlenmesinin öncesinde, ilk olarak ’67 yılında gerçekleşmiştir. Ancak hareketin kitlesel olmaması ve ideolojik zayıflığı bir süre kazanım elde edilmesinin önüne geçmiştir. ’68 yazında Dolmabahçe’ye 8 günlük bir ziyaret planlayan 6. Filo, İstanbul’a demir atar. Protesto gösterileri, filonun limana girişinden beş saat sonra başlar. Gece, Beyoğlu’na eğlenmeye çıkan Amerikan denizcilerini, naylon torbalara doldurulmuş mürekkep bombaları beklemektedir. 17 Temmuz gecesi, protestocu öğrencilerin kaldığı Teknik Üniversite Yurdu’nu polis basar. Çıkan çatışmada, biri yurt penceresinden polis tarafından atılan Vedat Demircioğlu olmak üzere, üç öğrenci yaralanır.
6. Filo’nun denize dökülmesi, Deniz Gezmiş’in “akın var akın, güneşin zaptı yakın” haykırışıyla başlayan, önü polisten önce TİP’liler ve FKF’liler tarafından kesilmeye çalışılan öğrencilerin tüm engelleri aşan akınıyla gerçekleşir. 6. Filo 5 gün önce kaçar. Ardından da Vedat Demircioğlu’nun ölüm haberi alınır. Vedat’ın ölümü kitlede büyük öfke uyandırır. İstanbul adeta savaş alanına döner.
Bu olaylardan sonra “Mustafa Kemal yürüyüşü” tertiplenir. Yürüyüş Samsun’dan başlar, faşist saldırılarla ve tutuklamalarla yıldırılmaya çalışılan kitle, bu engelleri aşar ancak yürüyüşün katılımcısı gruplarda iki farklı nitelik vardır. Deniz Gezmiş ve Devrimci Öğrenci Birliği’nin (DÖB) yürüyüşteki niteliği anti-emperyalizmdir; sosyal demokrat katılımcıların yürüyüşteki niteliği ise Atatürkçülük gösterisinden ileri gitmemektedir.
Sonrasında ise “Vietnam kasabı” olarak bilinen Kommer’in ABD büyükelçisi olarak atanacağı belli olur. Yeşilköy’de büyük bir tepkiyle karşılanır. Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a “CIA’da çalışan bir kişinin Türkiye’ye atanması ve üstelik bu kişinin Vietnam’da görev yapmış olması, Türkiye ile Vietnam’ı bir görmenin ifadesidir” yazılı bir telgraf gönderilir. Tam bu dönemde Kommer ODTÜ’yü ziyaret etmeye karar verir. Zırhlı aracını Rektörlük önüne parkeden Kommer’in girişinin ardından protestolar başlar. Sloganların yerini taşlar alır, sonrasında da araba ters- düz edilir. Sinan Cemgil atkıyı verir, Hüseyin İnan kibriti çakar. Ve araba yakılır.
’68 öğrenci hareketinin lideri Deniz Gezmiş, Süleyman Demirel’in Rektör Ekrem Şerif Egeli’ye verdiği talimatla İstanbul Üniversitesinden ihraç edilir. Anti-emperyalist mücadeleyle yoğrulan Deniz ve “tam bağımsız, gerçekten demokratik ve sosyalist Türkiye” ısrarında olan yoldaşları öğrencilik hayatları boyunca dayanıştıkları Filistin’de aldıkları eğitim sonrasında emperyalizme karşı mücadeleyi silahlı bir boyutta sürdürmeye başlarlar.
TEKRARDAN ANTİ-EMPERYALİST GENÇLİK İÇİN
Türkiye’nin ’68 kuşağı, ortaya çıktığı koşullar bakımından dünyada yaşanan gelişmelerin etkisinde, ancak Türkiye’ye özgü bir biçimle ortaya çıkan özel bir deneyimdir. Gençliğin hâkim ideolojinin kabuğu içinde başlattığı anti-emperyalist mücadelenin üstüne eklenen “tam bağımsız” ve “gerçekten demokratik” Türkiye talebinin süreç içerisinde sosyalizmle iç içe geçmesi ile kırdığı kabuk ve kazandığı tutarlı karakter, bugünkü anti-emperyalist ve sosyalist mücadelemiz için de ışık tutmaya devam ediyor. NATO’nun ülkemiz üzerindeki tahakkümünü kırmak, “tam bağımsız ve gerçekten demokratik” bir Türkiye’yi inşa etmek için tekrardan anti-emperyalist bir gençlik hareketi için her birimiz “akın var akın, güneşin zaptı yakın” diye haykıran Deniz, kibriti çakan Hüseyin olabilmeliyiz.
Aydın Çubukçu’nun “Bizim ’68” kitabı referans alarak yazılmıştır.