"Kalaycı geldi hanım"
Bu hafta Her İnsan Bir Hikaye'nin konusu Balat'ta kalaycılık yapan Fatma Tokgöz. Çocuk yaşta başladığını söyleyen Fatma Tokgöz, “Severek yapıyorum. Yoksa bir kadın olarak, bir fabrikaya da girerdim.”

Fotoğraf: Fatih Polat
Fatih Polat
İstanbul
“Kalay, periyodik cetvelde atom numarası 50 olan elementtir. Simgesi Sn olup Latince stannum dan gelir. Gümüşümsü gri renktedir. Havada kolaylıkla okside olmaz, korozyona karşı dirençlidir. Bu özelliğinden ötürü diğer metallerin (korozyondan korumak amacıyla) kaplanmasında kullanılır. Tarihçesi MÖ 3000 yıllarına dayanır. Antik Mısır'da ve Mezopotamya'da bronz alaşımında kalay kullanılmıştır.”
Vikipedi, ‘kalay’ başlığı altında bize bunları söylüyor.
TUNÇ ÇAĞI VE KALAY
Başka bir dizi kaynak gibi Vikipedi de, kalayın tarihsel köklerine dair olarak Tunç Çağı’na işaret ediyor. Tunç Çağı, eski toplumları ve tarihi sınıflandırmak ve incelemek için Christian Jürgensen Thomsen tarafından 1836'da önerilen üç-çağ sisteminin ikinci ana dönemini oluşturuyor.
Tunç Çağı veya Bronz Çağı, bölgeden bölgeye fark etmekle birlikte yaklaşık olarak MÖ 3300'den MÖ 1200'e kadar süren, bronz kullanımı, bazı bölgelerde yazının varlığı ve diğer erken kentsel uygarlığın özellikleriyle tanımlanan tarihi bir dönemi kapsıyor.
Eski bir uygarlığın Tunç Çağı’na ait olduğunun kabul edilmesi için ya kendi bakırını ergitip kalay, arsenik veya diğer metallerle alaşım yapıp bronz üretmesi ya da başka yerlerdeki üretim alanlarından bronz için gereken diğer ögeleri takas etmesi gerekir.
Kalay ve bakırın karışımından oluşan tunç Anadolu'da Kalkolitik sonunda görülür. Ancak tunç madeninin alet ve kap yapılmasında kullanılması MÖ 3. binyıl başlarına rastlar.
MAHALLE VE KALAYCI
Türkiye’nin köyden kente göç ve şehirleşme süreçleri bakımından gerçek anlamda ‘mahalle’ olgusunu yaşadığımız dönemlerin bir ritüeli, genelde kış aylarında, akşam saatlerinde sokağımızdan geçerken seslerini duyduğumuz bozacılarsa, bir diğeri de kalaycılardı.
Sokağın bir köşesine yerleşip, küçük ocaklarını yakıp, tezgahını hazırlamaya başlayan kalaycı bir yandan da bağırırdı: “Kalaycı geldi hanım”, “Haydiiii… Kalaycı geldi! tencereni, tavanı kalaylar, pırıl pırıl yaparııım…”
‘Kalaycı geldi hanım’ sözü, kalaycı açısından doğal bir sesleniş gibi yansısa da, kuşkusuz ev işlerini kadın üzerinden tanımlanan erkek egemen ilişkiler bütünü içinde duran, orada anlam kazanan bir öze sahip.‘Düriye’min güğümleri kalaylı’ diye başlayan, Karabük’ün Safranbolu yöresine ait türkü de kalayın Anadolu insanının geleneksel kültürü içindeki yerini gösteren örneklerden biridir.
Kapı önü sohbetlerin yapıldığı, balkondan karşı balkondaki komşuya seslenilen mahalle düzeninin yerini, son 40 yıl içinde, yan yana ve üst üste konulmuş kutular toplamından oluşan çok katlı apartman ve site düzeni alırken, eski mahalle olgusu da dönüşüme uğradı. Böylelikle kalaycıların yaşam alanları da daralmaya başladı.
Kuşkusuz tek nedeni bu değil. Gündelik hayattaki ev düzeni içinde kalaylanması gereken bakır kap kaçak devrinin eskiye göre azalması, teknolojik gelişmelere bağlı olarak, çelik tencere ve çaydanlıkların mutfakların vazgeçilmezleri haline gelmesi de bir başka etken.
Ancak mahalle olgusunun yaşamaya devam ettiği yerlerde, kaybolmaya yüz tutmuş bir meslek olarak hâlâ kalaycılara rastlayabiliyoruz.
Öte yandan, bakırdan yapılan dekoratif amaçlı eşyalar dışında, günlük kullanımda bakır malzemeler yer tuttukça kalaycılık da peşi sıra gelecektir. Bu nedenle kalaycılık, bakırcılıkla kardeş bir meslek olarak kabul edilir.
BALAT’TA BİR KALAYCI
‘Her İnsan Bir Hikaye”nin bu bölümünde, İstanbul’un tarihi yerleşim yerlerinden Balat’ın Fener’e bağlandığı yol üstünde bir sokağın köşesinde denk geldiğimiz Fatma Tokgöz de onlardan biri.
Yanında ona yardımcı olan kızı, önünde küçük bir ateş ve bir kısmını kalayladığı belli olan tavalar.. Diğerleri de kalaylanmayı bekliyor. O, elindeki işleri kalaylarken, kızı da, sönmesin diye ocaktaki ateşi körüklüyor.
Yanaşıp, kendimizi tanıtıyoruz. Söyleşi teklifimizi geri çevirmiyor.
Ne kadar zamandır bu işi yapıyorsunuz?
Biz bu işi 14-15 yaşından beri yapıyoruz. Ata dede Kırklareli’den gelmiş. Ben İstanbul’da doğdum, Gaziosmanpaşa’da. Bütün ailem bu meslekten. Şimdi kimileri servisçi oldu, kimileri kalaycı halen.
Nerelerde kalay yapıyorsun daha çok?
Buralarda. Balat’ta, Taksim’in yakınlarında.
Biraz yaptığın işin inceliklerinden bahseder misin?
Kalay ısıtılarak yapılıyor. Kalay madendir, ısıtmadan yapılmaz. Nişadır atıyorsun, ısınıyor. Isındıktan sonra kalayı sürüyorsun, yürüyor.
Nereden alıyorsunuz ham maddeyi?
Eminönü’den.
Çocukluğumda Eyüp’te, hemen Gaziosmanpaşa’nın, Taşlıtarla’nın altındaki mahallemize kalaycılar gelirdi. Ama sanki sayıları azaldı.
Sayılı bir şekilde var. Her zaman rastlamazsın. Sizin dediğiniz o mahalleye de yaşlı bir amca gelirdi, o vefat etti.
Peki, ekmeğini kalaycılıkla çıkarabiliyor musun, yetiyor mu?
Allah’a şükür. Yetmiyor ama ne yapacan, başka yapacağım bir iş yok. Elimden bu geliyor.
Her gün çıkıyor musun kalaya?
Her gün çıkamıyorum ama, üç günde bir, dört günde bir çıkıyorum.
Neleri kalaylıyorsun genelde?
Tencere, çaydanlık, tabak, tava…
Kaça yapıyorsun?
Tane hesabı. Tanesi 100’e çıkıyor, 50’ye çıkıyor, 70’e çıkıyor.
Kalaylanmış bir malzemenin ömrü ne kadar oluyor?
Kullanılışına bağlı. Alıp bir kenara koyarsan, beş sene de gider. Her gün kullanırsan bir ay da gider.
Bu işi yapmadan önce okula gittin herhalde?
Gitmedim, kalaya çıktım.
Biraz tane tane anlatır mısın kalay yapmanın aşamalarını?
Önce nişadırı ateşte eritiyorsun, kalayı yaptıktan sonra da suya sokuyorsun. Soğutmak için.
Kalaycımız pek konuşkan olmadığı ve biz bu söyleşiyi yaparken çevremize 72 milletten turistler de doluşmaya başladığı için, temposu biraz düşüyor. Biz bir yandan sohbet edip, bir yandan da fotoğrafını çekerken, etrafta birikmiş olan turistler de ikimizi birden çekiyor. Pek alışık olduğumuz bir tarz değil ama yapacak bir şey de yok(!)Araya yeni sorular girerek devam ediyoruz:
Bu işin inceliklerini de biraz anlatır mısın?
İnceliği, temizliğini yapıyorsun baştan. Yıkıyorsun, telliyorsun, cifliyorsun, kalaya girmeden önce. Ondan sonra kalaya sokuyorsun. Başta türlü kalaya sokamazsın.
Bayağı süren, zahmetli bir iş yani?
Sürüyor. -Önünde duran, kalayladığı şeyleri göstererek- Üç saat oluyor ben bunları alalı. Şu an saat kaç?
15.07
Ben bu işi saat 12.00’de aldım.Biz konuşurken bir turist, herhalde, devam ettirilen bir Orta Çağ zanaatine saygının bir ifadesi olarak, kalaycıya yardımcı olan kızına 200 TL uzatıyor. O, ‘Biz dilenci değiliz’ edasıyla eliyle itiyor parayı. Çevrede toplanan insanlarla biraz tadımız kaçsa da sohbete devam ediyoruz.
İyi kalayı bakınca anlarsın değil mi?
Ben iyi yaptığım için bilmiyorum, başkasının kalayını alıp temizleyemiyorsun bile.
Peki böyle dolaşmak dışında da, müşterileriniz sizi tanıdığı için de arayıp buluyor mu?
Tabi canım. 10-15 senedir geliyoruz. Gören kişi tanıyor zaten.
Arayıp da iş veren oluyor mu?
Tabi tabi. Arıyorlar. Vakti geldi, diyorlar, gel yap, diyorlar. Gelip yapıyoruz.
Peki bir malzemenin kalayı geldiğini nereden anlarsın?
Kızarıklık olur, kalayı çıkar. Bir zaman sonra zehirlenme yapar. Kırmızısı çıktımı kalaylatacaksın.
Genelde bakır malzemeleri mi yapıyorsunuz?
Bakır, çelik.
Sağlık açısından da sanırım gerekli. Yani yeniliyorsunuz yaptığın şeyi.
Tabi tabi. Sağlık açısından bu Osmanlı’dan kalma.
Çocuk var mı peki?
Dört tane kızım var. Bununla birlikte beş.
Okula gidiyorlar mı?
Üçü gidiyor.
Ateşle çalışıyorsunuz, iş kazası olmaması için de dikkat etmek lazım herhalde?
Tabi, tabi.
Günde ne kadar çalışıyorsun?
İş ne kadarsa o kadar. Beş saat, altı saat. Bazen akşam sekize, dokuza kadar. Karanlık çökene kadar.
Hep böyle sokakta mı çalışıyorsun?
Evet.
Fotoğraf: Fatih Polat
‘YIKARKEN TEL SÜRMEYECEKSİN’
Bu kadar emek veriyorsunuz. İnsanların kalaylattığı malzemenin çabuk bozulmaması için nelere dikkat etmesi lazım?
Yakmaması lazım. Yakarsa bozulur. Fazla ateşte tutmayacaksın. Yıkarken tel sürmeyeceksin.
Bulaşık makinesine atıyor muyuz?
Atarsın, bir şey olmaz
Kalaycılık artık biraz azaldı galiba.
Evet. Bırakanlar çok ama, geri dönen de çok.
Terk eden neden ediyor?
Çok para arıyor. Bulamayınca da geri dönüyor. Herkes kendi bildiği işi yapacak.
Peki sen bu işi severek mi yapıyorsun, yoksa ekmek parası olduğu için mi?
Severek yapıyorum. Yoksa bir kadın olarak, bir fabrikaya da girerdim.
Arada daha büyük işler de geliyor mu?
Tabi, dondurma kazanları.
Aklında bir anı var mı? Bir gün şöyle oldu, şöyle bir iş yaptık diye..
Valla yerine düştün mü, bir hafta, on gün iş yapıyorsun. Benim evim yoktu, arabam yoktu. Allah’a şükür, ben bu işten aldım.
Biz konuşurken, bir anda kızının yanındaki poşetten duman çıkıyor. Oraya konulmuş olan kirli pamuklardan bazıları yanmış. Fatma Tokgöz, gülerek bize dönüyor
İşte bak, bu da güzel bir anı sana.
Kusura bakma ya, seni lafa tuttuk böyle oldu.
Teşekkür edip, uzaklaşıyoruz. O önünde duran son birkaç küçük tavayı daha kalaylamaya devam ediyor.
Fotoğraf: Fatih Polat


Evrensel'i Takip Et