Eurovision: İki yüzlü mü yoksa sadece Batı’nın bir yansıması mı?
Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta liberal politikalarının müzikal sahnesi Eurovision, İsrail destekçiliğinin İngiltere seçimlerindeki yansımaları ve Alman ordusunun Çin'e karşı tatbikat hazırlığı var.
Fotoğraf: Mohamed El-Shemy/AA
Avrupa’nın önemli bir bölümünde bu hafta sonunun gündemi Eurovision şarkı yarışması. Ev sahibi İsveç’te, İsrail’in katılımı ve Filistin bayrağına yasak nedeniyle yarışmayı boykot ve Filistin’le dayanışma eylemleri yapılıyor. Fransa’da yayımlanan Humanite gazetesi soruyor: “Eurovision ikiyüzlü mü yoksa sadece Batı dünyasının bir yansıması mı?”
Almanya’da militaristleşme her gün yeni bir büyük adım atıyor. Şimdi de Alman fırkateynleri Adları “Pasifik Dalgaları” ve “Pasifik Gökleri” olan askeri tatbikatlar için Pasifik’e doğru yola çıktı. Uzak Asya’da ABD’nin başını çektiği NATO takımının bir parçası olarak bir yandan Çin’e gözdağı verilecek diğer yandan Almanya’nın gücü gösterilecek.
İngiltere’den seçtiğimiz makalede, Filistin’e yönelik ablukanın artması ile İngiltere’deki yerel seçim sonuçları yorumlanıyor ve emperyalizmin siyasetin her alanına nüfus ettiğinin altı çiziliyor.
EUROVISION: İSRAİL’İN KATILIMI JEOPOLİTİK BİR MESELE Mİ?
Pablo PATARIN
Humanite
… Yarışma 1956’daki başlangıcından bu yana tartışmalardan payını almış olsa da, 2024 organizasyonu en tartışmalı olanlardan biri. Malmö’de ağır silahlarla donatılmış polis takviyesi Danimarka ve Norveç’ten geldi. Bu olağandışı durum, binlerce Ortadoğulu İsveçlinin yaşadığı kozmopolit bir şehirde, Gazze’deki savaşa rağmen İsrail’in yarışmaya katılmasıyla açıklanabilir.
BİNLERCE GÖSTERİCİ
Malmö’de İbrani Devleti genç şarkıcı Eden Golan tarafından temsil edildi. Hamas tarafından gerçekleştirilen 7 Ekim katliamına atıfta bulunan şarkısı, etkinliği düzenleyen Avrupa Yayın Birliği (EBU) tarafından iki kez “fazla siyasi” olduğu gerekçesiyle reddedildi. Şarkının “Hurricane” (Kasırga) adını taşıyan ve yumuşatılmış güncel versiyonu, dünyanın dört bir yanından gelen protestolara rağmen sonunda kabul edildi. Binlerce kişi 9 Mayıs Perşembe günü İsveç kentinde Filistin bayrakları ve “Özgür Filistin”, “EBU soykırımı meşrulaştırıyor” ve “Sömürgecilik pembeyle yıkanamaz” yazılı pankartlarla İsrailli adayın kazandığı yarı finale karşı yürüdü.
Belçika’da yarışmanın VRT kanalındaki yayını kesildi. “Bu bir sendika eylemidir. İsrail Devleti tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlallerini kınıyoruz. Dahası, İsrail Devleti basın özgürlüğünü yok etmektedir. Bu nedenle görüntüyü kısa süreliğine kesiyoruz. #DerhalAteşkes SoykırımıDerhalDurdur” yazılı bir mesaj yayımlandı.
Geçtiğimiz aylarda binlerce İskandinav ve İrlandalı sanatçı, etkinliğin boykot edilmesi ya da İsrail'in dışarıda bırakılması talebiyle imza kampanyaları başlatmış, 2022’de Ukrayna’yı işgal etmekten suçlu bulunan Rusya’nın ya da 2021’de basın özgürlüğü ihlalleri nedeniyle Belarus’un yarışmadan dışlanmasındaki değişken geometrili öfkeyi kınamışlardı. O zamandan beri hareket yayıldı. İngiltere’yi temsil eden Olly Alexander, diğer yedi adayla birlikte “acil ve kalıcı bir ateşkes” çağrısında bulunan bir mektubu imzaladı. Fransa’da ise nisan ayı başında Barış için Fransız Yahudi Birliği ve BDS Fransa tarafından France Télévisions ve EBU başkanı Delphine Ernotte’a hitaben bir dilekçe yazıldı. Ancak tüm bu tartışmaların ortasında EBU uzlaşmaz olduğunu kanıtladı. Eurovision’un “apolitik” olduğunu ve öyle kalması gerektiğini defalarca tekrarladı.
BİR İMAJ SORUNU
Eurovision 2023 finalini takip eden günlerde, resmi Eurovision çalma listesi Spotify’da dünya çapında en çok dinlenen liste olurken, #Eurovision2023 etiketi TikTok’ta 4.8 milyar kez görüntülendi. Bu devasa rakamlar Eurovision’u Avrupa sınırlarının çok ötesine uzanan uluslararası bir etkinlik haline getiriyor. Ve parıltının altında iyi kamufle edilmiş ulusal hırslar için önemli bir gelişim aracı. Çünkü eksantrik kostümlerin ve abartılı gösterilerin ardında Eurovision, imajını parlatmak ya da mesajlarını iletmek için bir araç olmaya devam ediyor. Tel Aviv’deki 2019 Eurovision finalinde İzlandalı grup Hatari, sunucu tarafından kesilmeden önce yuhalamalar eşliğinde Filistin renklerinde bayraklar salladı. Aynı yıl konuk sanatçı olan Madonna’nın performansı da çatışmayı çağrıştırdığı gerekçesiyle eleştirilmişti.
AYNI TEMA ÜZERİNE
İsrail’in ilk katılımı 1973 yılına dayanıyor. Katılmak için coğrafi ya da diplomatik olarak Avrupa’nın bir parçası olmanız gerekmiyor. Fas 1980’de davet edildi ve Avustralya 2015’ten beri katılımcı. Ülkelerin EBU’nun aktif bir üyesi olan bir kamu yayıncısına sahip olmaları yeterli. İsrail de diğerleri gibi uluslar konserine katılarak bunu siyasi bir meseleye dönüştürdü. İlk katılımından bu yana İsrail, hem göçmen kökenli hem de LGBT+ topluluğundan, toplumunun “ilericiliğini” temsil eden adaylar göndermekten asla vazgeçmedi. 1998’de transseksüel şarkıcı Dana International kazandı. Yirmi yıl sonra İsrail, #MeToo hareketinin zirve yaptığı dönemde cinsel tacize karşı feminist bir şarkıyla sansasyon yarattı. Malmö’de kurulan İsrail’i Durdur-Filistin’de Barış ve Özgürlük kolektifinin sözcüsü Yomn Kadoura’ya göre İsrail, Eurovision’un sunduğu medya sıçrama tahtasını “kültür yıkaması” yapmak için kullanıyor.
Cevipof/Sciences-Po Genel Sekreteri ve HEC Jeopolitik Merkezi’nde yardımcı araştırmacı olan Florent Parmentier’e göre Eurovision, ülkelerin kendilerini nasıl temsil etmek istediklerinin bir yansıması. “Yarışma, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ‘bir daha asla’ bağlamında oluşturuldu. İnsanları popüler kültür aracılığıyla bir araya getirebilecek büyük bir etkinlik istedik. Festival boyutu var ama bunun arkasında açıkça bir imaj meselesi var ve pazarlama uzmanları bu konu üzerinde çalışıyor.”
LİBERALİZM, BAYRAKLAR VE UZLAŞMA
1970’lerden bu yana Eurovision bir tür ahlaki liberalleşmeyi ve kültürel liberalizmi sembolize ediyor. Bu da İsrail ve diğer pek çok ülkenin neden ilerici bir yaklaşımı desteklediğini açıklıyor: “Tel Aviv Eurovision ile çok uyumlu. Yarışma İsrail toplumunun özellikle parçalanmış bir kesimine hitap ediyor ki bu kesim hiç kuşkusuz en az savaş yanlısı olan kesim. Bu gerçeklik, İbrani Devlet Başkanı Isaac Herzog’un yarışma hakkında şunları söylemesini engellemedi: ‘Düşmanlarımızın ülkeyi her sahnede bastırmaya ve boykot etmeye çalıştığı bir zamanda (...) İsrail, bayrağını her dünya forumunda dalgalandırarak sesini duyurmalıdır’”
Buna karşılık Macaristan gibi ülkeler Eurovision’un değerlerine karşı çıkıyor. Viktor Orban liderliğindeki ülke, 2020 yılında, eşcinselliğin teşvik edilmesini önlemeyi amaçlayan bir yasanın oylanmasından bir yıl önce, ‘fazla eşcinsel’ olduğu gerekçesiyle yarışmaya katılmama kararı almıştı.
Eurovision Şarkı Yarışması’nın cazibesi tamamen siyaset ve onunla birlikte gelen politika ile ilgili olsa da Florent Parmentier, Eurovision’un her şeyden önce “her türlü siyasi içeriğin yasaklandığı” jeopolitik bir etkinlik olduğunu açıklıyor. Halkın oylarından önce gelen ülkelerin final oyları bu mantığı yansıtıyor: “Ukrayna 2022’de kazandığında, bu jeopolitiktir (...). Latin ülkeleri bir grup olarak harekete geçmiyor ama örneğin eski Yugoslavlar birbirlerine oy veren bilinçli bir grubu temsil ediyor.”
Eğer ulusların karşılıklı etkileşimini anlıyorsanız, Rusya’nın dışlanmasının ve İsrail’in yarışmada tutulmasının nedenlerini tahmin edebilirsiniz: “Eurovision ve Rusya arasındaki gergin ilişkilerin yanı sıra, Avrupa toplumları arasında bu ülkenin saldırgan olarak kınanması konusunda bir fikir birliği var. Filistin’e gelince, bazı ülkeler iki devletin tanınmasını isterken, Çek Cumhuriyeti gibi diğerleri İsrail’in müttefiki olduklarını iddia ediyor.”
Eurovision ikiyüzlü mü yoksa sadece Batı dünyasının bir yansıması mı?
Çeviren: Dış Haberler Servisi
SOYKIRIMDA OY YOKTUR
Lindsey GERMAN
Counterfire
Benyamin Netanyahu savaş suçlarını Refah’ı işgal ederek ve haber kanalı El Cezire’nin İsrail’de yasaklanmasıyla (Yeni bir soykırım saldırısı başlatmadan önce kameraları aradan çıkarmak her zaman iyidir) pekiştirmeye hazırlanırken, Filistinlilere karşı yürütülen savaşın siyasi sonuçları Avrupa ve ABD’de hissediliyor.
ABD emperyalizmi ve müttefiklerinin İsrail’i desteklemekteki kasıtlı suç ortaklığı herkesin görebileceği kadar açık ve dünya çapında protestoları tetikliyor. Barış görüşmelerinin bir kez daha başarısızlığa uğraması, bunların esasen performatif hale geldiğini göstermektedir. Bu görüşmeler ABD hükümetine ve rehinelerin serbest bırakılmasını talep eden İsrail’in kendi iç muhalefetine yönelik bir kandırmaca. Ancak Netanyahu’nun ve hükümetteki daha da sağcı müttefiklerinin savaşı durdurmak gibi bir niyetleri olmadığı açık çünkü bu onlara siyasi olarak pahalıya mal olacak.
Aylardır Gazze’nin güneyinde güvende oldukları söylendiği halde Refah’ın işgal edilmesi ve halkın zorla dışarı çıkarılması özellikle iğrenç. Netanyahu’yu durdurmanın tek bir yolu var, o da ona silah göndermeyi durdurmak ve İsrail’e yaptırım uygulamak. Bunların hiçbirinin gerçekleşeceğine dair bir işaret yok. Hükümetlerimiz üzerinde daha da fazla baskı kurarak, İsrail’i desteklemeye devam etmeleri halinde çok ağır bir siyasi bedel ödeyeceklerini açıkça ortaya koymalıyız.
Britanya’da siyasi sistemdeki kargaşa geçen hafta yapılan yerel seçimlerde açıkça görüldü... Ancak Muhafazakar Partinin oy kaybı, seçmenlerin Ruanda’ya yeterince insanın sınır dışı edilmediğini düşünmesinden kaynaklanmıyordu. Bu, hayat pahalılığı krizine, azalan reel ücretlere, milyonlarca aileyi etkileyen konut krizine, NHS’nin çöküşüne, özelleştirmenin korkunç sonuçlarına karşı bir haykırıştı.
Muhafazakarların İsrail’in Gazze’deki soykırımına verdiği destek oy pusulasında açıkça yer almamış olabilir ancak çoğunluğu ateşkes ve İsrail’in silahlandırılmasının durdurulmasından yana olan kamuoyu ile uyuşmuyor. (İşçi Partisi Lideri) Keir Starmer için büyük bir sorun da burada yatıyor. Çünkü İşçi Partisi için Filistin oy pusulasındaydı ve bu İşçi Partisine bazı belediye meclisi koltuklarına ve bir zamanlar güvenebileceği birçok kişinin oyuna mal oldu...
Starmer şimdiye kadar Gazze’deki savaşın bitmiş olacağını ummuş olmalı; genel seçimlere kadar bunun böyle bir sorun olmayacağını da umuyor olmalı. Bu, öfkenin derinliğini ve hareketin boyutunu tamamen yanlış anladığını gösteriyor. Irak’ta olduğu gibi, İşçi Partisinin politikalarına karşı çıkanlar ne affedecek ne de unutacaktır. Respect’in İşçi Partisine karşı en büyük dört oy farkını elde ettiği ve George Galloway’in milletvekili seçildiği büyük seçim başarısının, (Eski Başbakan) Tony Blair’in Irak’ı yasa dışı işgalinden iki yıldan fazla bir süre sonra geldiğini unutmamalıyız.
Dolayısıyla İşçi Partisi, muhtemelen sonbaharda yapılacak genel seçimlerde Filistin konusunda daha fazla zorlukla karşılaşacak ve daha fazla oy kaybı yaşayacak. Starmer’ın Muhafazakarların gündemine meydan okuyan iç meseleler konusunda sunabileceği çok az şey olması, partiden soğumayı daha da arttırıyor.
Uluslararası Filistin dayanışma hareketinin gücü ve direnci, siyonistlerin ve müttefiklerinin tartışmayı kaybettiği ve İsrail’in daha fazla parya devlet haline geldiği anlamına geliyor. Hükümetlerin buna yanıtı daha fazla devlet baskısı, protestocuların daha fazla antisemitizm iddiası ve sağdan daha fazla şiddet oldu. Bunun en dramatik örneği, Filistin’le dayanışma amacıyla 100’den fazla üniversite kampının polis ve bazı durumlarda İsrail yanlısı sağcı çeteler tarafından acımasızca saldırıya uğradığı ABD’de yaşandı.
Binlerce öğrenci ve onları destekleyen bazı personel tutuklandı, dövüldü ve üniversite yetkilileri tarafından disiplin cezalarıyla tehdit edildi. Biden ve yetkililer tarafından antisemitizm ve şiddetle suçlandılar, ancak şiddetin devletten ve karşı protestoculardan geldiği ve İsrail’e yönelik her türlü eleştirinin antisemitizmle eş değer tutulduğu açıktır.
Biden aynı zamanda İsrail’e verdiği ‘kesin’ destek nedeniyle siyasi olarak da zarar görmekte ve pek çok Yahudi de dahil olmak üzere gençler arasındaki desteğini kaybetmektedir. Biden’ın tepkisi, İsrail’i durdurmak için sözde hizmet etmek ama Gazze ve Lübnan’daki ölümlerden doğrudan sorumlu olan silahları teslim etmeye devam etmektir.
AB de İsrail yanlısı rengini gösteriyor. Dr. Ghassan Ebu Sittah’ın durumunu ele alalım. Birkaç hafta önce Filistin konulu bir konferansta konuşma yapmasını engellemek için Almanya’dan sınır dışı edilen Dr. Ghassan Ebu Sittah, Fransız Senatosunda konuşma yapmak üzere Paris’e girişine de izin verilmeyince kendisini tüm Schengen ülkelerinden men edilmiş olarak buldu.
Kısa bir süre önce Glasgow Üniversitesi Rektörlüğüne demokratik yollarla seçilmiş bir kişinin sivil özgürlüklerine yönelik bu inanılmaz saldırı, yetkililerin gözünde Filistinlilerle dayanışma kampanyası yürütmenin gerçek bir suç olduğunu göstermektedir.
Ancak baskı ne gerçeği yeniden yazabilir ne de hareketi durdurabilir. Bu mesele artık emperyalist ülkelerde siyasetin bir parçasıdır ve hem Muhafazakaârlara hem de İşçi Partisine karşı sol bir muhalefeti nasıl inşa ettiğimizin kalbine gitmektedir.
Çeviren: Sarya Tunç
PASİFİK ÇİN'E KARŞI DALGALANIYOR*
Jörg KRANAUER
Junge Welt
Adları “Pasifik Dalgaları” ve “Pasifik Gökleri”: Alman ordusu, bu yıl Asya-Pasifik bölgesindeki savaş tatbikatlarını önemli ölçüde genişletiyor. Geçtiğimiz üç yıl içinde silahlı kuvvetlerin yalnızca bir kolu buradaki manevralara katılmıştı: 2021’de donanma “Bayern” firkateynini Hint ve Pasifik Okyanuslarına gönderdi. 2022’de hava kuvvetleri ve 2023’te ordu, Avustralya’daki büyük ölçekli uluslararası manevralara birimler gönderdi. Bu yıl, silahlı kuvvetlerin iki kolu, öncekine göre çok daha büyük birliklerle bölgeye doğru yola çıkacak ve burada öncelikle Çin’e yönelik askeri tatbikatlara katılacak. Her iki tatbikat da birkaç ay sürecek. Manevralar, çok çeşitli iklim bölgelerinden geçen ve çok çeşitli dış koşullar altındaki operasyonlar için asker ve malzeme hazırlayan dünyanın etrafını dolaşmak olarak tasarlandı. Almanya böylece kendisini gerçek anlamda küresel çapta faaliyet gösteren bir askeri güç olarak tanıtıyor.
“Pasifik Dalgaları”nın başlangıç sinyali salı günü iki farklı limanda verildi. Savunma Bakanı Boris Pistorius, Wilhelmshaven’da yaklaşık 200 asker ve iki yerleşik “Sea Lynx” MK 88A helikopteriyle operasyonel tedarikçi firkateyn “Frankfurt am Main”e veda edecek. Alman ordusu, görev gücü tedarikçilerinin “Denizdeki görev güçlerine gerekli tüm kaynakları sağladığını” açıklıyor. “Deniz birimlerini limanlardan bağımsız” hale getirerek dünyanın uzak bölgelerinde uzun süre görev yapabilmelerini sağlıyor. “Baden-Württemberg” firkateyninin, “Frankfurt am Main” ile aynı anda Cádiz yakınlarındaki Rota Deniz Üssünden kalkması planlanıyor.
“Baden-Württemberg”, Alman donanmasının en modern F125 sınıfı fırkateyni. 2000’li yıllardan itibaren yapılan planlamanın bir sonucu olarak, kaçakçı ve korsanlarla mücadele konusunda uzmanlaşmış durumda. Silahlı kuvvetlere karşı savaşmak veya hava saldırılarına karşı savunma yapmak için yeterli donanıma sahip değil. Örneğin Kızıldeniz’de kullanılmak üzere eski F124 sınıfı bir gemi olan “Hessen” firkateyni, uçaksavar savunmasının daha iyi olması nedeniyle seçildi. “Baden-Württemberg”de 180 asker bulunuyor.
Wilhelmshaven ve Rota’dan yola çıkacak iki geminin Atlantik’te buluşup birlikte Kanada’daki Halifax’a gitmesi ve ardından Panama Kanalı üzerinden Pasifik’e girmesi bekleniyor. Büyük manevra “Rimpac 2024”e katılmak için Hawaii yakınlarında Pasifik’teki yolculuklarına ara verecekler. Daha sonra Japonya’ya doğru devam ediyorlar. BM’nin Kuzey Kore’ye yönelik yaptırımlarının izlenmesine katılım planlanıyor. Henüz tüm istasyonlar resmi olarak duyurulmadı. Filipinler’in başkenti Manila’da bir liman durağı olması gerektiği bilgisi doğrulanmadığı gibi, 2021’de “Bayern” firkateyninin yaptığı gibi iki savaş gemisinin Palau ve Guam’daki ABD üslerine yanaşıp yanaşmayacağı da belli değil. Güney Çin Denizi üzerinden Singapur’a doğru yolculuğa devam etmenin güvenli olduğu düşünülüyor. Bunu, gemiler aralık ayında Almanya’ya dönmeden önce, Alman-Fransız Deniz Kuvvetleri Birliğinin (Defram) bir parçası olarak Hint Okyanusu’nun kuzeybatısındaki tatbikatlar izleyecek.
“Pasifik Dalgaları” kapsamında yalnızca Alman savaş gemileri gönderilirken, “Pasifik Gökleri”ne Almanya, Fransa, İspanya ve İngiltere’den askeri uçaklar katılıyor. Alman hava kuvvetleri, 48 uçağın 28’iyle en büyük birliği sağlıyor... Fransa, diğer şeylerin yanı sıra dört adet “Rafale” jeti gönderiyor. Alman ordusuna göre büyük ölçekli tatbikata toplamda yaklaşık 1800 asker katılacak.
İlk olarak “Pasifik Gökleri” kapsamında haziran ortasında Alaska’ya gidilecek. Burada alçak irtifa uçuşları ve “Arktik’in savunulması” sloganıyla müşterek operasyonların provaları yapılacak. NATO’nun Rusya’ya karşı açık bir savaş başlatması durumunda Kuzey Kutbu’nda çatışma olası bir senaryo olarak görülüyor...
“Pasifik Dalgaları” ve “Pasifik Gökleri” zaten Çin’e yönelik açık bir provokasyon. Sonuçta öncelikle Halk Cumhuriyeti’ne karşı olası bir savaşa yönelik eğitim için kullanılıyor. Tayvan Boğazı’nda yapılan bir tatbikat, 21. yüzyıldaki savaş teknesi siyasetinin zirvesine ulaştı. Süddeutsche Zeitung gazetesine göre, Çin’in Berlin’deki büyükelçiliği, Çin’in Asya-Pasifik bölgesinin büyük güçlerin oyuncağı haline gelmesine karşı olduğu konusunda uyardı. Özellikle Tayvan söz konusu olduğunda, her türlü dış müdahaleyi “yasaklıyorlar”. Tayvan’ı ayırmaya yönelik herhangi bir girişim Pekin için kırmızı çizgi. Kırmızı çizgileri aşmanın sonuçları en azından Ukrayna savaşının başlangıcından beri biliniyor. Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock hafta sonu Berlin’in hâlâ uyarı çekmediğini duyurdu. Ancak kendisi kişisel olarak Tayvan Boğazı’ndan geçişi göz ardı etmiyor.
NATO’nun Eski Avrupa Yüksek Komutanı (2009-2013) ABD’li Amiral James Stavridis, geçen hafta ABD donanmasının Çin deniz kuvvetlerinin ciddi şekilde gerisinde kaldığı konusunda uyardı. Çin donanmasının halihazırda yaklaşık 350 savaş gemisi var. Bu, ABD’nin sahip olduğu 290 savaş gemisinden çok daha fazla. ABD donanması, Çin donanmasının sahip olmadığı kapsamlı pratik deneyime sahip. Ancak bu kadar büyük farklılıklarla nicelik “kendine ait bir nitelik” kazanır. Ne yapalım? Elbette ABD’nin silahlanması gerekecek. Ancak Çin’in savaş gemisi inşa etme kapasitesi çok daha fazla. Pentagon’un 2022 tahminlerine göre, Halk Cumhuriyeti’nin gelecek yıla kadar 400, 2030’a kadar ise 440 savaş gemisine sahip olması bekleniyor. Uzmanlar oy birliğiyle bunun ABD için başarılamayacağını öngörüyor.
Ne yapmalı? Stavridis, ABD’nin Çin’e karşı bir deniz koalisyonu kurması gerektiğini önerdi. İkili anlaşmaları olan ülkeleri (Japonya ve Güney Kore, Filipinler, Avustralya ve Yeni Zelanda) harekete geçirmekle başlayabilirler. İşte Washington’un halihazırda yaptığı da tam olarak bu: Özellikle Japonya, Avustralya ve Filipinler ile ortak deniz manevralarını genişletiyor. Nisan ayında, Filipinler kıyılarında ilk dört kişilik savaş tatbikatı yapıldı. Eski NATO Başkomutanı, buna ek olarak, Hindistan’ın yanı sıra Singapur ve Vietnam gibi daha geniş bölgeden diğer devletlerin de getirilmesinin önemli olduğunu tavsiye etti. ABD şu anda bunun üzerinde çalışıyor. Stavridis’in bahsetmediği şey, Avrupa devletlerinin Federal Cumhuriyet de dahil olmak üzere Çin’e karşı deniz savaşı hazırlıklarına dahil olduğu “Rimpac 2024” gibi büyük ölçekli manevralardı. İki Alman savaş gemisinin salı günü başlayacak Asya-Pasifik yolculuğu olan “Pasifik Dalgaları” da bunlardan biri. Stavridis, Halk Cumhuriyeti’ne karşı harekete geçmenin “bir takım sporu” olduğunu açıkladı. Berlin de orada, takımın bir parçası...
(*)Yazının orijinal başlığı “Gambot Politikası 2.0”. Gambot genellikle kıyı korumasında ve gezici karakol görevinde kullanılan, birkaç topu olan küçük savaş gemisi.
Çeviren: Semra Çelik