16 Mayıs 2024 04:43

Göçmen karşıtlığı sömürü düzenini besliyor

Prof. Dr. Cenk Saraçoğlu, göçmen karşıtlığı ve emek sömürüsünün birbirini besleyen ilişkisine dikkat çekiyor.

Arşiv | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Mahsun KILIÇ
Mersin

Türkiye ve dünyada göçmen karşıtlığı ve buna bağlı sağ hareketlerdeki yükseliş üzerine tartışmalar sürüyor. Ekonomik sorunların nedeninin göçmenler olduğuna dönük propaganda yürüten hareketlerin etkisinin yalnızca siyasi-ideolojik alanla sınırlı kalmadığını ifade eden Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Sosyolog Prof. Dr. Cenk Saraçoğlu, ‘yükselen’ bir akımdan ziyade yerleşik siyasal bir platform değerlendirmesinde bulunuyor.

Göçmen düşmanı propagandanın göçmen emeği üzerinden kurulan sömürü sistemini; bu sömürü sisteminin ise göçmen düşmanlığını beslediğini ifade eden Saraçoğlu, sol-sosyalist hareketlerin rolüne işaret ederek “Halkın talep ve rahatsızlıklarını temsil edebilir özne” olmanın önemini vurguluyor. Prof. Dr. Saraçoğlu ile göçmen karşıtlığı ve yükselen sağ hareketlere dair gazetemize değerlendirmelerde bulundu.

‘TOPLUMUN BIKKINLIĞINDAN BESLENİYORLAR’

Dünyada ırkçı-milliyetçi siyasal akımların göçmen karşıtlığına dayalı propaganda ile yükselişe geçtiğini ve hatta bazı ülkelerde iktidarı ele geçirebilecek kadar güçlendiğini görüyoruz…

Aslında köklü bir olgudan bahsediyoruz. 1990’larda, 2000’lerde Avusturya Özgürlük Partisinin, Fransa’da Ulusal Cephenin, Belçika’da Vlaams Blokunun ve İtalya’da Kuzey Liginin yükselişine bakılarak neofaşizmin tehlikeli yükselişine dair analizler yapılıyordu. Bu hareketler bugünkü ırkçı-faşist eğilimli partiler ne söylüyorsa aşağı yukarı aynısını söylüyorlardı: “Göçmenler halkın yaşadığı ekonomik sorunların esas sorumlusudur ve kültürel/ulusal birlik için tehdittir.”

Bugün aynı söylem etrafında örgütlenen hareketler dünyanın farklı coğrafyalarına yayılmış ve yalnızca genel siyasi-ideolojik haritayı etkilemekle kalmıyor, iktidara gelebiliyorlar. Artık “yükselen” bir akımdan değil, yerleşik bir siyasal platformdan bahsediyoruz.

Ortak noktaları toplumun “merkezdeki” düzen partilerine ve yerleşik liberal demokratik kurumlara yönelik bıkkınlığından beslenmeleri. Örgütlü solun ve işçi sınıfı hareketinin etkisizliği karşısında sahte düzen karşıtı görüntüyle büyüyorlar.

‘TÜRKİYE’NİN ÖZGÜN YANLARI VAR’

Türkiye’de yükselen göçmen karşıtlığı dünyadaki durumun uzantısı olarak görülebilir mi?

Mültecilerin ekonomik bir yük, kültürel/ulusal bir tehdit olduğuna dair çekirdekteki söylem burada da geçerli. Diğer ülkelerde olduğu gibi göçmen karşıtlığı burada da bir depolitizasyon makinesi gibi işliyor. Yani sermaye düzeni ile ilişkili gerçek rahatsızlıklar göçmenlere yükleniyor ve böylelikle sorunların esas kaynağı ile politik mücadele potansiyeli baltalanıyor.

Türkiye’deki göçmen karşıtlığı Batı Avrupa ile kıyaslandığında nispeten yeni bir olgu.  Türkiye’ye yönelen göçün hacmi, karakteri ve dinamikleri dışında göç alan bir ülke olarak Türkiye’nin uluslararası kapitalist sistem içerisindeki yeri de farklı. Bu yüzden farklı özellikler de içeriyor. Türkiye’de yaşananı küresel eğilimin bir uzantısı olarak görmekle yetinmek kendine özgü boyutları gözden kaçırmamıza yol açabilir.

Türkiye’ye özgü yanlar neler peki?

Öncelikle göç dalgasının ve göçmen karşıtlığının AKP iktidarı döneminde yaşandığını göz önüne almak gerekir. AKP, sıradan bir siyasal parti değil; siyasal ve ideolojik dönüşüm temelinde yeni bir rejim inşa etmek istiyor.

Örneğin Osmanlı geçmişini ve Sünni kimliği merkeze alan yeni bir millet anlayışını egemen kılmak istiyor. Ülkemize özgü siyasal ve ideolojik zemini göz önüne almamız lazım. Bir de bu göçmen karşıtlığının Türkiye’de nasıl özel sonuçlar doğurduğunu daha iyi anlamak için özellikle Suriyelilerin çok hızlı bir şekilde işçileşerek özel bir paralel emek rejimine tabi olduklarını da göz önüne almak gerekiyor.

Göçmen karşıtlığı genel siyasal atmosferi etkiliyor, fakat en temelde paralel emek rejiminin devamı ve yeniden üretimi için önemli bir rol oynuyor.

‘ENGELLER GÖÇMEN EMEĞİ SÖMÜRÜSÜYLE AŞILIYOR’

"Türkiye sermayesi, bu ülke vatandaşı olan işçilerin tabi olduğu sömürü ve tahakkümün artırılmasının önündeki engelleri başka bir ülkeden buraya sığınanları emek süreçlerine eklemleyerek aşma imkanına kavuştu."

Türkiye’de göçmenlere/mültecilere uygulanan özel emek rejiminin sürdürülebilmesi ile bu bahsettiğiniz göçmen düşmanlığının nasıl bir ilgisi var?

Suriye’deki savaşın ilk evrelerinde geniş bir mülteci nüfus geçici koruma statüsü ile Türkiye’nin farklı şehirlerinde iş-ekmek peşine düştü. Sigortalı çalışmalarının önüne pek çok yapısal engel konulduğundan çeşitli emek-yoğun sektörlerde kayıt dışı istihdama dahil olarak hızlı şekilde işçileştiler. Rakamlar muhtelif ancak çeşitli raporlardan yola çıkarsak neredeyse 1 milyon Suriyeli işçi bu durumda. Afganistanlı, Iraklı, İranlı göçmenler de benzer bir işçileşme süreci yaşadı.

Mülteci işçiler en zorlayıcı işlerde düşük ücretlere, daha uzun çalışma saatlerine tabi olarak çalıştırıldılar. Ücret hırsızlığı gibi istismarlara ve iş yerinde şiddete daha açık maruz kaldılar. Bu durum en temelde “sığınmacı”ların emek gücüne buranın vatandaşlarına göre daha az değer biçilmiş olmasından kaynaklanıyor. Mültecilerin Türkiye’de yaşayabiliyor olmaları bile bir lütuf olarak görülüyor. Bu egemen mantığın temelinde mülteci işçilerin emek güçlerinin yeniden üretimi için asgari ihtiyaç ve maliyetlerin bir Türkiyeli işçiye göre daha düşük bir düzeyden belirlenmesi anlayışı yatıyor.

Paralel emek rejiminin kurucu unsuru bu; Türkiye sermayesi bu ülke vatandaşı olan işçilerin tabi olduğu sömürü ve tahakkümün daha da artırılmasının önündeki engelleri başka bir ülkeden buraya sığınanları emek süreçlerine eklemleyerek aşma imkanına kavuştu. Bahsettiğimiz bu yaygın göçmen düşmanlığı işte bu emek rejiminin yeniden üretimi için de hayati bir rol oynuyor.

ŞİDDET İHTİMALİ MÜLTECİLERİ SAVUNMASIZ KILIYOR

“Türkiye’ye övgüler sıralayan uluslararası kuruluşlar yaptıkları anlaşmalarla, güya sundukları finansal yardımlarla paralel emek rejiminin yeniden üretimine katkıda bulunuyorlar.”

Göçmen düşmanlığı mültecinin emek gücünü daha değersiz gören anlayışın doğallaşmasına katkıda bulunuyor. İş yerinde mülteci işçilere yönelik ağır hak ihlalleri, istismar ve hatta cinayetler söz konusu oluğunda toplum içerisinde bir duyarlılığın ortaya çıkmasını engelliyor. Göçmen düşmanlığının Türkiyeli işçilere de nüfuz etmesi göçmenlerle Türkiyeli işçiler arasındaki dayanışma ilişkilerinin gelişmesini engelliyor. Mülteciler ağır çalışma koşulları karşısında seslerini çıkardıklarında yalnız kalacaklarını bilerek hareketsiz kalıyorlar.

Göçmenler kamu otoritelerine de yaşadıkları istismar ve şiddeti taşıyamıyorlar çünkü geçici korumanın iptali, geri gönderme gibi tehditler başlarında Demokles’in Kılıcı gibi sallanıyor. Bir de yaşadığı mahallede, izlediği televizyonda, baktığı telefonunda göçmen düşmanlığının filtresiz, en kaba haliyle dışa vurulduğunu gören mültecilerin yaşadıkları sömürü koşullarını seslendirmeye cesaret bulamayacaklarını tahmin etmek zor değil.

Pogroma varan girişimler ortaya çıktı biliyorsunuz. Altındağ örneğini hatırlayalım. Her an, her yerden gelebilecek şiddet ihtimali, mülteci işçileri toplumsal hayatın tamamında ve iş yerlerinde savunmasız kılıyor; onlar üzerinde bir disiplin mekanizması olarak işliyor.

“Türkiye’ye övgüler sıralayan uluslararası kuruluşlar yaptıkları anlaşmalarla, güya sundukları finansal yardımlarla paralel emek rejiminin yeniden üretimine katkıda bulunuyorlar.”

HASSASİYET İNSANİ KOŞULLARA DEĞİL SÖMÜRÜ SİSTEMİNE

Göçmen düşmanlığının son görünümü Dünya Bankasının şartlı kredisi üzerinden oldu. Sermayenin ucuz iş gücü ihtiyacı gözetildiğinde karar ve tartışmalar ne anlama geliyor?

2013’te AB’nin Türkiye ile imzaladığı geri kabul anlaşmasından muradı göçmenleri Türkiye’nin kendi sınırları içerisinde tutmasıydı. Uluslararası kurumların raporlarında, Batı ülkelerinin resmi temsilcilerinin açıklamalarında övgüyle bahsedildiği gibi AKP iktidarı bu görevi büyük bir başarıyla yerine getiriyor!

İktidar bu boyuttaki mülteci nüfusu insanlık dışı çalışma koşullarında işçileştirerek; toplumdaki yaygın göçmen düşmanlığı üzerinden de kontrol ve disiplin altında tutarak yönetiyor.

Türkiye’ye övgüler sıralayan uluslararası kuruluşlar yaptıkları anlaşmalarla, güya sundukları finansal yardımlarla bu bahsettiğimiz paralel emek rejiminin yeniden üretimine katkıda bulunuyorlar. Dünya Bankasının onayladığı 18 milyar dolarlık ek kredinin mültecilere istihdam sağlanması koşuluna bağlanması da bu bağlamda düşünülmeli. Bahsedilen kredinin temellendirildiği metne bakıldığında Türkiye’nin Suriyeliler için yaptığı ev sahipliği övülüyor. Aynı belgede verilen kaynakla yaratılacak formel istihdamın yarısının mültecilere sağlanması hedef olarak konulmuş.

Bu sözüm ona hassasiyetin mültecilerin insani koşullara kavuşması kaygısı tarafından belirlendiğini düşünmek saflık olur. Bu aslında merkezdeki kapitalist devletlerin göçü kendi ihtiyaçlarına göre filtreleme; yani gerektiğinde ihtiyacı olan profilde göçmeni alıp gerisine sınırları kapatma anlayışıyla uyumlu. Metin neredeyse Türkiye’nin mültecileri kendi topraklarında idare merkezi rolünü sürdürmesi durumunda uluslararası fonlardan, kredilerden istifade edebileceğini ima ediyor.

‘SOSYALİSTLER BİRLİKTE MÜCADELE VURGUSUNDA DOĞRU POZİSYON ALDI’

Sosyalist güçlerin göçmen sorunu konusundaki rolüne dair neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de sol açısından göçmen ve mülteci meselesi oldukça zorlayıcı bir konu. Çünkü göçmen karşıtlığı düzen siyasetinden rahatsız, arayış içerisindeki emekçileri tesiri altına almış durumda. Bu yalnızca Türkiye’ye has bir sorun değil; tabanlarını hızlı şekilde göçmen karşıtı, popülist sağa kaptırabilen Avrupa ülkelerindeki sol partiler için de geçerli bir durum.

Türkiyeli sosyalistler siyasal iktidarın göçmen emeği sömürüsüne nasıl göz yumduğunu göstermek, geri kabul anlaşmasını mahkum etmek, göçmen düşmanlığının karşısında bu ülkede yaşayan her kökenden emekçinin birlikte mücadele etmesi gerektiğini vurgulamak konusunda bence ortak ve doğru bir pozisyon oluşturdular.

İLKESEL DOĞRULAR YETERSİZ KALDI

Fakat ilkesel olarak doğru pozisyonda olmak tek başına yeterli olmayabiliyor. İstediğiniz kadar göçmen karşıtlığının neye hizmet ettiğini anlatın birilerinin “Geri gönderelim, bu iş bitsin” diye kestirip attığı bir yerde insanlar günün sonunda size şu soruyu soracaktır: “Bu kadar göçmenin durumu ne olacak, siz ne yapacaksınız?​”

Bu soru karşısında sol hem toplumdaki haklı kaygılara seslenebilir hem de insan onuruna uygun bir genel program sunabilir. Fakat bunun etkili olması için öncelikle sosyalistlerin bugün halkın karşı karşıya kaldığı sermaye düzeninden kaynaklı genel talep ve rahatsızlıklarını temsil edebilir bir özne haline gelmesi gerekir. Yani sosyalistlerin göçmen meselesinde benimsediği ilkesel pozisyonu topluma aktarabilmesi; halkın bütünü nazarında güçlü bir odak haline gelmesine bağlı biraz da. Doğru fikirlerin maddi bir etki doğurabilmesi bu fikirlerin güçlü, kuvvetli siyasal özneler tarafından taşınmasıyla mümkün olabiliyor ancak.

ÖNCEKİ HABER

KESK Samsun Kadın Meclisi: Çocukların sesi olmalıyız

SONRAKİ HABER

RSF'den "Etki Ajanı Yasası" Bildirisi: Bağımsız gazeteciliğe tehdit

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa