16 Mayıs 2024 05:50

EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan: Temmuz zammı için mücadeleyi büyütelim

"Çalışma saatlerinin günde 7 saat, haftada 5 gün olması, hafta sonu 2 gün tatil hakkı ve yıllık izinlerinin en az 30 gün olması talepleriyle bir kampanya düzenleyeceğiz."

Fotoğraf: Yusuf Aslan

Paylaş

Birkan BULUT
Ankara

Türkiye aylardır Erdoğan-Şimşek'in kemer sıkma politikalarıyla boğuşurken, yerel seçimde yenilen iktidarın "normalleşme" söylemleriyle Ankara'da 'yalancı bahar" rüzgarı esiyor. İktidar bu uzun seçimsiz dönemde ekonomik darboğazın faturasını halka yıkmak isterken, yoksullaşma kıskacındaki işçilerin gözü başta asgari ücret olmak üzere tüm ücretlere temmuzda zam yapılıp yapılmayacağında!

Temmuzda ek zamla asgari ücretin artırılması, en düşük ücretin yoksulluk sınırının üzerine çıkarılması ve vergiden muaf tutulması, çalışma saatlerinin ve tatil hakkının yeniden düzenlenmesi ve vergide adalet için servet vergisi uygulanması talepleri için kampanya düzenleyeceklerini anlatan Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, gündeme ilişkin sorularımızı yanıtladı. Şimşek programının püskürtülmesi için en acil taleplerle birleşme çağrısında bulunan Aslan, seçimden yenilgiyle çıkıp "normalleşme" diyerek zaman kazanmaya çalışan Erdoğan yönetimine fırsat verilmemesi uyarısında bulundu.  

Türkiye uzun süredir Şimşek'in kemer sıkma politikalarıyla boğuşuyor. Bu programın hedeflerini nasıl görüyorsunuz?

Hem Erdoğan hem Şimşek uzun süredir uluslararası sermayeden kaynak arıyor. Bu planın amacı açık ki; işçi, kamu emekçisi ve emekli ücretlerinin olabildiğince baskılanması. Asgari ücreti yılbaşında artırdıklarında çok övünmüşlerdi ama nisan ayı sonunda açlık sınırı altında kaldı Türk-İş’in açıkladığı son endekse göre 600-700 lira fark var.

Yıl sonunda enflasyon beklentisi de yükseldi.

Evet. Ayrıca TÜİK’in hesaplamalarının gerçekçi olmadığını halk biliyor. ENAG ve İstanbul Ticaret Odası arasında çok ciddi farklar var. O yüzden enflasyon tahminini iki puan artırmaları da gerçekçi değil. Ücretlerin bastırılması karşısında yoksullaşmanın daha da artacağını, 12. kalkınma planı, orta vadeli program (OVP) ve çalışma hayatında değişikliklerle güvencesiz, uzun çalışma saatleriyle yoğun sömürü politikalarının artacağını görüyoruz. Bu aynı zamanda yeni kitlesel iş cinayetleriyle karşılaşabileceğimiz bir dönem.

O nedenle işçi ve emekçilerin Erdoğan-Şimşek programı karşısında ücretlere zam talepleri için birleşmesi ve mücadeleyi yükseltmesi gereken bir dönemi yaşıyoruz.

Emek Partisi bu konuda ne yapacak?

Biz bütün ücretlerin yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmasını savunuyoruz. Temmuz ayında asgari ücrete ikinci altı ay zammı yapılması başta olmak üzere ücretlere temmuz zammı talebiyle bir kampanya başlatıyoruz. Çalışma saatlerinin günde 7 saat, haftada 5 gün olması, hafta sonu 2 gün tatil hakkı ve yıllık izinlerinin en az 30 gün olması talepleriyle bir çalışma sürdüreceğiz. Kapitalistlerin işçilerin sömürüsüyle elde ettikleri birikimlerden ve mülklerden servet vergisi alınmasını istiyoruz. Tasarruf diye işçilerin, emekçilerden boğazını daha fazla sıkıp sermayeye vererek değil, asıl büyük sermayeden alıp kaynakları halk için kullanarak gerçek anlamda tasarruf sağlanabilir. Öte yandan sendikal hak ve özgürlükler olabildiğince kısıtlanmış durumda. Bu taleplerle temmuz ayı sonuna kadar bölgesel basın açıklamaları, mitingler, işçi toplantıları gibi eylem ve etkinliklerle büyüteceğimiz bu kampanyayla örgütlenme içerisinde olacağız.

'SENDİKALAR NE KONUŞULDUĞUNU AÇIKLAMALI'

İşçi hareketi kendisine bir yol arıyor, ancak sendikalar uzun süredir bunun gerisinde. Mesela Kemal Derviş döneminin kemer sıkma politikalarına karşı mücadeleyle de kıyaslanamayacak düzeyde. Bu nasıl aşılabilir?

Yakın zamanda kamu işçileri ek zam talebiyle eylemler yaptılar. Savunma sanayi işçileri Ankara'ya yürüdüler ama sendikal bürokrasi bunun önünü kesti. Metal işçileri ücretlerinin artırılması için bir çok iş yerinde eylemler yaptılar ve büyük bir grev sürecinin eşiğinden dönüldü. Yine belediye işçileri “zamanı değil” gibi bahanelerle önemli ölçüde engellendi. Ancak diğer taraftan Antep’ten İstanbul’a kadar birçok ilde sendikasız işçiler zam ve çalışma koşullarının düzeltilmesi için mücadeleler verdiler, kazanımlar da elde ettiler.

Yakın zaman önce Çalışma Meclisi toplantısına işçi ve memur konfederasyonları davet edildi. Konfederasyonlar orada ne talep etti, onlara ne yanıt verildi bilmiyoruz ama iktidarın bu davetteki amacı Erdoğan-Şimşek programını daha rahat uygulayacak bir zemin yaratmak. Sendikaların bir kere bu süreci gözden geçirmesi gerekiyor. Tabii ki o toplantıya gidilebilir ama kamuoyuna açıklamaları gerekiyor.

'MÜCADELECİ SENDİKACILAR BU TUTUMDAN AYRIŞMALI'

Bugün işçi sınıfının yaşadığı yoksulluk ve sefaletin temelinde örgütsüzlük yatıyor. Ancak sendikal hareket bu durumu değiştirebilecek mevziye girmiyor ya da girmek istemiyor. Burada iktidarın çağrısına uyarak toplantılara katılan sendikalar 1 Mayıs’ta bir araya gelmedi, birlikte davranamadılar. Bunun kabul edilebilir bir tarafı yok. Oysa yapmaları gereken çok net: Emekçilerin acil ihtiyaçları ve Şimşek programını yırtıp atmak için bir araya gelmeliler. Mücadeleden yana olan sendikacıların da kendilerini bu tutumdan ayrıştırmaları gerekir. İktidarın arka bahçesi olmuş kimi sendika yöneticileri karşısında, değişimi sandığa havale ederlerse geçmiş olsun! En acil talepler etrafında yeni bir mücadele platformu için işçi sınıfına karşı sorumluluk duyanların, her düzeyde kendilerini açıkça ifade etmeleri gerekiyor. Bu mücadeleci kesimlerin birleşebilecekleri olanaklar var.

Mesela?

1 Mayıs’ta bunun işaretleri vardı. Yerel seçimde yenilmiş bir iktidar var ve daha güçlü meydanlara çıkabilirlerdi.

'ERDOĞAN GÜÇ TOPLAMAYA ÇALIŞIYOR'

Memleketin hali böyle ama Ankara’da yalancı bahar havası var. Sizce iktidarın “siyasette normalleşme” söylemleri neyi amaçlıyor?

Türkiye sermayesi krizlerde, emekçiler hesap sormaya başladığı dönemlerde sermaye partileri arasındaki çatışmaları en aza indirecek hamleleri hep yaptı. SHP-Demokrat Parti, DSP-MHP-ANAP, Refah-DYP ve en son 15 Temmuz’dan sonra “Yenikapı ruhu” diye icat edilen döneme kadar burjuva partileri yan yana getirdiler. Bugünkü gelişmeleri de TÜSİAD ve MÜSİAD’tan bağımsız düşünemeyiz. Seçimde iktidarı cezalandıran işçi ve emekçilerin eylem ve grevlere yönelme olanakları artarken, CHP Erdoğan ve Bahçeli ile görüşüyor. Toplum bir beklentiye sokuluyor. Erdoğan yönetimi iktidarını ve partisini yenilemenin güçlendirmenin zeminini yaratmaya, zaman kazanmaya çalışıyor. Buna fırsat vermemek gerekir.

Muhalefet kazandığı belediyelerdeki ekonomik sorunları aşma gerekçesini de öne sürüyor. Bu konuda ne dersiniz?

Muhalefet şimdi çok açıktan söylemese de kendileri de böyle bir (Şimşek) program öneriyoruz diyordu. Ancak belediyeler, yüz binlerce işçi ve kamu emekçisinin talepleri de var. Belediyeler borç içinde, iktidar projeleri engelliyor deniliyor ama milyonlarca emekçi size oy verdi. Saray rejimi yerel yönetimleri işlemez hale getirmek istiyorsa, o zaman halkla birlikte bu mücadeleyi başlatmak lazım. Bugün yapılmak istenenin emekçilerin mücadelesini törpülemeye, sistem içinde kalmasına yönelik politik hamleler olduğunu görmek gerekir. Tek çözüm, işçi ve emekçilerin yerel veya merkezde kim iktidar olursa olsun örgütlü mücadele etmeleridir.

Bu süreç kayyum atanmaması beklentileri üzerinden Kürt sorununda iktidarın tutumuna ilişkin tartışmaları da doğurdu. Ne dersiniz?

Van’da halkın iradesinin gasbedilmek istenmesine karşı büyük bir tepki ortaya çıktı Bu, iktidarın da Kürt siyasi hareketinin beklentisinin üzerindeydi. İktidar geri adım attı. Önümüzdeki süreçte sınır ötesi operasyonları başlayınca dengeler değişecektir. Öte yandan İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin DEM Parti’li belediyelerde incelemeler başlattığı da gelen bilgiler arasında. Tek adam yönetimi kendisini toparlayacak bir dönemi bekliyor ve fırsatını bulduğu anda yapamayacağı hiçbir şey yok. Ancak işçi sınıfının, halkın güçlü bir mücadelesi engelleyebilir.

'SERMAYENİN İHTİYAÇLARI VE GERİCİLİK BİR ARADA'

Eğitim sistemi yapboza döndü, yeniden müfredat değişikliği geldi. Son değişikliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

En çok değişen bakanların başında Milli Eğitim Bakanı geliyor. Sermayenin ihtiyacına göre planlanmış eğitim sistemleri, Türkiye’de gerici unsurlarla birleşiyor. Bu ikisi beraber gidiyor. MESEM, ÇEDES uygulamalarının ardından bu değişiklik artık tabuta çakılacak son çivi niteliğinde. Bu 85 milyonu ilgilendiriyor. Eğitimin bütünüyle bilim dışı, i ve anti demokratik hale getirileceği, sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenleneceği ve kısa süre en düşük ücretle gençlerin işçileşeceği bir müfredat hazırlanıyor. Burada eğitim emekçilerine önemli görevler düşüyor. Sendikaların son iş bırakma eyleminde ortak hareket edebilecekleri olanakları gördük. Öğrenci ve eğitimcilerin yanı sıra tüm halk kesimleriyle parasız, bilimsel, laik ve ana dilinde demokratik eğitim hakkı için ortak mücadelenin örülmesine güç katmalıyız.

'7 EKİM'DEN BERİ SEYİRCİ KALDILAR'

İktidar, İsrail'le ticareti 7 ay sonra tamamen durdurduğunu açıkladı ama inşaat firmalarına geçici izin verildiği tartışılıyor.  

Davos'taki "one minute" sözlerinden sonra köprünün altından çok sular aktı. Erdoğan emperyalistlerle ilişkilerde sınır tanımadı ve İsrail'le ilişkileri normalleştirip, ilerletti. 7 Ekim'den bu yana da katliamlar karşısında seyirci kaldılar. İsrail'le ticareti inkar ediyorlardı ama ortaya çıktı. Şimdi de artık ticaret yapmayacağız diye açıkladılar. Kapitalistlerin, burjuva politikacıların halkı aldatmak için yalanları çok fazla.

Erdoğan kendisini yıllarca Filistin'in tek dostuymuş gibi pazarlasa da bu süreçte gerçek daha iyi görüldü. Halkın tepkisi karşısında ticaretin durdurulması tek başına yeterli değil. Kaldı ki üçüncü ülkeler üzerinden, mesela Mısır'dan İsrail'e ticaretin dolaylı olarak sürdürüleceği konuşuluyor. İktidarın İsrail'le askeri, diplomatik, ekonomik ilişkileri düzenleyen anlaşmalarının tamamının açıklanması ve durdurulması gerekiyor.

Öte yandan Türkiye'de emekçilerin Filistin'le dayanışma konusunda da işçilerin, emekçilerin, gençlerin sesini daha güçlü çıkarması ve hükümete baskıyı artırmamız gerekiyor. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısı karşısında "O saldırmasa İsrail saldırmazdı" gibi basit bir çıkarım yapıldı uzun süre. Oysa Filistin yıllardır işgal ediliyor, katliamlara uğruyor... Hamas'ı eleştirebiliriz ama İsrail'in on binlerce insanı katletmesi karşısında ateşkesin ilan edilmesi, bağımsız, demokratik ve laik bir Filistin'in kurulması mücadelesine destek vermemiz gerekir. Hem İsrail'deki savaş karşıtı mücadelenin hem de Filistin'in bağımsızlık mücadelesi için uluslararası dayanışma ve mücadelenin büyümesi için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Bu anlamda özellikle ABD ve Avrupa'da gençliğin mücadelesini değerli buluyoruz. Biz de Filistin'de de savaşan Denizleri anarken, bugün Filistin davasıyla dayanışma içerisine giren eylem ve etkinlikler düzenliyoruz.

ÖNCEKİ HABER

Araştırma: Katılımcıların yüzde 85’ine göre Batılı ülkeler Filistin katliamına destek veriyor

SONRAKİ HABER

İstiklal caddesi'nde yangın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa