20 Mayıs 2024 05:34
/
Güncelleme: 16:31

Doğan Çetinkaya: Saray Rejiminin niteliği Kobanê’de başka kararlar aldıramaz

“Saray rejimi içindeki güç mücadelesi, ılımlılarla şahin kanat arasındaki bir politika tartışması değil. İzlediğimiz şey, kendi gruplarının çıkarları için mücadele eden grupların mücadelesi.”

Doğan Çetinkaya: Saray Rejiminin niteliği Kobanê’de başka kararlar aldıramaz

Doğan Çetinkaya | Fotoğraf: Aris Mahir Çetinkaya

Serpil İLGÜN

Kürt özgürlük hareketinin ve demokratik kamuoyunun “Kürt sorununda barışçıl çözüm umudunun yargılandığı siyasi dava” olarak nitelediği Kobanê davasında ceza yağdı. Biri yerel seçim öncesi olmak üzere karar duruşması iki kez ertelenen Kobanê davası, Gezi davasıyla birlikte bir süredir siyaseti domine eden “normalleşme-yumuşama” iddialarının bir tür test zemini olarak sunuluyordu.

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Doğan Çetinkaya ile “siyasette yeni dönem, normalleşme” iddialarının 28 Şubat generallerini içerirken, Kobanê ve Gezi davalarına neden uğramadığını konuştuk. Çetinkaya, Yargıtay seçimlerinden suç örgütü soruşturmasından “darbe planı” çıkarılmasına, MHP’nin de dahil olduğu AKP içindeki klik mücadeleleriyle ilgili sorularımızı da yanıtladı.

Normalleşme, yumuşama söylemleri çerçevesinde “başka türlü sonuçlanabileceği” algısı yaratılan Osman Kavala ve Kobanê davaları, yaratılan beklentinin tersi biçimde sonuçlandı. Gezi ve Kobanê davalarının AKP-MHP ittifakının kurucu davaları olduğunun altını çizen bir siyaset bilimci olarak, önce Kobanê davasına kurucu niteliği kazandıran arka planı anımsatır mısınız?

Kobanê olayları olarak adlandırılan gösteriler, 2014’te IŞİD’in Kobanê’ye saldırısıyla başlamıştı. Arap Baharı denilen Ortadoğu’daki ayaklanma dalgasının inişe geçtiği, demokrasi, özgürlük talepli halk ayaklanmalarının birtakım gerici unsurlar tarafından çalındığı önemli uğraklardan ilki, Mısır’da Müslüman Kardeşlerin Tahrir’deki ayaklanmaları siyasal sistemi kullanarak çalmasıydı. Arkasından Sisi’nin darbe yapmasıyla birlikte, Arap ayaklanması denilen ayaklanma dalgası, özgürlükçü ve eşitlikçi potansiyeli kaybetti. Suriye çatışması da bunun bir parçasıydı, Suriye’de IŞİD’in Ortadoğu’da önemli bir askeri ve siyasal bir güç olarak yükselişi, bölgede bir başka demokratik halk dinamiği ile karşı karşıya geldi. Bu da Suriye’de önemli bir mevzi kazanan Kürt özgürlük hareketiydi. Kobanê, bu ikisinin karşı karşıya geldiği alandı.

Kobanê’de IŞİD’le oradaki Kürt kuvvetlerinin karşı karşıya gelmesinin Türkiye’de yankı uyandırmaması düşünülemezdi, çünkü Kobanê’deki demokratik dinamiği yaratan hareketin kökenleri Türkiye’deydi. IŞİD’in Kobanê’ye saldırısı aslında Ortadoğu’nun yakın tarihteki dönüm noktalarından bir tanesidir. Bundan dolayı hem Arap Baharı, hem Suriye’deki iç savaş, hem de Türkiye siyasetinde bir dönüm noktasına yerleşti.

Kobanê savunusu neleri değiştirmiş oldu?

Birincisi, Kobanê direnişi IŞİD’i ve Ortadoğu’daki ayaklanma dalgasına karşı yükselen “gerici” damarı durdurdu, bu önemli bir gelişmeydi. IŞİD belasına dur demiş olundu ve zaten sonra IŞİD, uluslararası emperyalist güçlerin, ABD’nin de çerçeveye girmesiyle tasfiye edildi. Ama Türkiye kısmında özellikle Gezi’den itibaren yükselmekte olan toplumsal muhalefet, sokaktaki gösteriler, Gezi’de gerçekleşen ayaklanmayı 2014’de Kürt illerine taşıdı. 2013’teki Gezi ayaklanması, 2014’te Kobanê gösterileriyle sürdürülmüş oldu. Bir şekliyle Gezi ile Kobanê ittifakı diyebileceğimiz bir ittifak gerçekleştirildi toplumsal olarak. 2015 seçimlerinde HDP’ye yüzde 10 barajını aştıran, dolayısıyla AKP’ye kaybettiren de buydu. Bu nedenle Türkiye’de 2013-2015 arasında demokratik bir siyasi alternatifin toplumsal olarak yükselişine şahit olduk.

Bu çok büyük bir dönüm noktası oldu. Erdoğan, Kürt açılımının kendi hegemonyasının genişletilmesinde, istediği başkanlık inşasında işe yaramadığı sonucunu çıkardı ve “Türkiye’de Kürt sorunu yoktur kardeşim” diyerek, milliyetçi devlet politikasına geri döndü. Kadrolarını değiştirmeye başladı. Fetö’cülerden, daha liberal eğilimli kadrolardan kurtulmaya çalışıyordu, devletin güvenlik aygıtındaki birtakım gruplarla yeniden bir ittifak oluşturmaya başladı. Bunun da siyasete tercümesi elbette MHP’ydi. Cumhur İttifakı böyle çıktı. O nedenle Kobanê ve Gezi davasını ve ondan sonraki birçok siyasi davayı MHP-AKP koalisyonunun ve bu koalisyonun oluşmasıyla gerçekleşen Saray rejiminin kurucu davaları olarak görüyorum. 2016 darbe girişimiyle birlikte üç senedir yükselmekte olan demokratik siyasi alternatife saldırı başlatıldı. Demirtaş’ın simgesel olarak lideri ve sözcüsü konumunda olduğu bir alanda biriken kitlesel seferberlik, 2017’de Adalet Yürüyüşü’nde Kılıçdaroğlu’nun arkasına dizildi ve tamamen soğrularak ortadan kaldırıldı.

KLİKLER ARASINDAKİ MÜCADELE KEYFİLİĞİ ARTTIRIYOR

Dolayısıyla, bu nedenle her iki simge davada da “yumuşama” beklenemez ve her iki davanın ittifakı birleştirici vasfı devam ediyor?

Evet, bu davalar Saray rejiminin kurucu unsuru olduğu için bir yumuşama olamazdı. Diğer türlü MHP ile kurulan ittifakın Erdoğan tarafından sorgulanması ve yerine neyin ikame edileceğine dair bir karar vermiş olması gerekiyordu. Erdoğan’ın böyle arayışları olabilir, siyasette bunlar mümkün, başka bir tercihte de bulunabilir. Fakat bunun kararı alınmadığı için, Kobanê ve Gezi davasında verilen kararlar hâlâ Cumhur İttifakının zihniyeti çerçevesinde gerçekleşiyor. İttifak hâlâ cari olduğu için Kobanê ve Gezi davalarında başka türlü kararlar alınamazdı. Bu çerçevede aslında Kobanê davasında verilen cezaların biraz daha “yumuşak” olduğunu söyleyebiliriz.

AKP yorumcuları daha ağır cezaların “yumuşama hatırına” verilmediğini söyledi.

Yumuşama, normalleşmeyle bunun ilgisi var ama bazı tahliyelerin gerçekleşmesi Saray rejiminin niteliğinden kaynaklanıyor. Tek adam rejimi nedeniyle, mevcut anayasayla uyumsuz bir siyasi ve kurumsal yapı var Türkiye’de. Tek adam rejimlerinin en temel özelliklerinden bir tanesi rasyonel sürecin, kurumsal süreçlerin ve işleyişlerin kesintiye uğrayarak, daha çok kişilerin ve küçük çıkar kliklerinin kararlarının ön plana çıkmasıdır. Keyfilik olarak tanımlanan sonucu yaratan da bu durum. Her saray rejiminde birtakım klikler ve bunların etkileri ön plana çıkar. “Eski Türkiye” denilen, daha anayasal diyebileceğimiz sistemde de bu klikler vardı, fakat oyunun kuralları belli olduğu için, bu klikler o anayasal düzen içinde birbirleriyle rekabet ederlerdi ve bu kurumsal işleyişlere uymak zorunda kalırlardı. Şimdi böyle bir şey olmadığı, erkler arası ilişkiler berhava olduğu için klikler arasındaki mücadeleler bu keyfiliği arttırıyor. Bunun için birbiriyle tutarsız birtakım gelişmeler, kararlar gerçekleşebiliyor.

SARAY KAYNAK DAĞITMA MERKEZİ

Yargıtay Başkanlığına Erdoğan’ın işaret ettiği Mehmet Akarca seçilemedi; Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tahliye kararını alan AYM’ye iki kez itiraz edip, üstüne AYM üyelerinin yargılanmasını talep eden Muhsin Şentürk Yargıtay Başsavcılığına getirildi; Ayhan Bora Kaplan soruşturmasından Erdoğan’a, Cumhur İttifakına darbe planı çıkarıldı; medyaya Sinan Ateş cinayetiyle ilgili MHP’yi işaretleyen yeni görüntüler servis edildi; Osman Kavala’nın yeniden yargılanma talebi reddedildi ve Kobanê davası ağır cezalarla sonlandırıldı. Geçtiğimiz hafta sadece birkaç gün içinde yaşanan bu gelişmeler, MHP ile karşı karşıya gelmeleri de içeren AKP-Saray içi mücadelelerin boyutu için ne söylüyor?

AKP-MHP arasında bir ittifak olmakla birlikte aynı zamanda aralarında ciddi anlayış farklılıkları var. Bundan dolayı çeşitli alanlarda rekabet edebiliyorlar. Mesela Erdoğan “Yüzde 50+1 değişebilir” diyor, Bahçeli hemen “Muhtar mı seçiyoruz” yanıtını veriyor. Ama MHP ile AKP arasındaki güç mücadelelerinin ötesinde bir şey söylemek istiyorum; Saray’da da, AKP içinde de, MHP’de de farklı eğilimlerde olan gruplar var. “AKP içinde farklı anlayışlar var” denildiğinde hemen akla şu geliyor, işte “AKP içinde AB’ci, biraz daha Kürtlerle açılımdan yana, sermaye gruplarıyla daha iyi ilişkiler kurulmasını isteyen daha liberal bir düzen isteyen gruplar var!”

Nitekim, Erdoğan’ın Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum ve Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’de cisimleşen tartışmaların kaynağında bu ayrışmanın olduğu söyleniyor.

Bunlar var olmakla birlikte Saray rejimi içindeki güç mücadelesi ılımlılarla şahin kanat arasındaki bir politika tartışması değil. Çünkü Saray bir kaynak dağıtma merkezi. “AKP içinde çatışma var” dediğimiz asıl olarak, Erdoğan’ın geçenlerde dile getirdiği “belli bir zümrenin çıkarlarını gözeten dar kadrocu yapılar” arasında gelişiyor. Saray rejiminde kendi gruplarının siyasi ve iktisadi çıkarları için mücadele eden, parsa kapmaya çalışan gruplar, hatta çeteler var. Ve Saray rejimi asıl olarak bunlardan oluşuyor.

AKP İÇİNDE DE KORKU İKLİMİ VAR

Doğan Çetinkaya | Fotoğraf: Aris Mahir Çetinkaya

Yani bugün örneğin Ayhan Bora Kaplan soruşturmasında cereyan eden güç mücadelesinin arkasında, siyasi ve iktisadi çıkar kavgası var?

Aynen. Siyasal, ekonomik iktidar kavgası veren çeteler hem AKP, hem devlet içinde var. Bunlar birbirlerinin ayaklarını kaydırmaya çalışıyorlar. Saray rejimlerinin tipik özelliği budur. Sarayda hiç kimse başkanın ya da padişahın yerini sorgulamaz ama en büyük parsayı kapmak için mücadele eder. Bunu yaparken de her zaman kendi konumunu liderin konumuyla özdeşleştirir, onun için herkes “Erdoğan’a karşı bir saldırı var, onu biz korumaya çalışıyoruz” diyor. Ali Yerlikaya da, Soylu da, AKP içindeki diğer gruplar da aynı şeyi söylüyor.

Ayhan Bora Kaplan soruşturmasında görüldüğü gibi AKP içinde bir gün herkes darbecilikle, Fetö’cülükle ya da suç örgütü kurmakla suçlanabilir. Yaşanan kavga-güç mücadelesinin özü bu. Yargıtay başkanı seçimi de, Ayhan Bora Kaplan’daki çatışmalar da bunun ifadesi. İnsanlar “bir mafya düzeninde mi yaşıyoruz” diyorlar. Evet mafyadaki çatışmalara benziyor ama mafyayla alakası yok, bu Saray rejiminin bir ifadesi. Bu nedenle Saray rejimi ve tek adam iktidarı sürdükçe, bu mücadelelerin farklı versiyonlarını görmeye devam edeceğiz. İsimler, gruplar değişecek ama ortaya çıkan sonuç değişmeyecek.

Diğer yandan şu da merak ediliyor; nasıl oldu da Yargıtay Başkanlığı seçiminde Erdoğan’ın istediği aday seçilemedi?

Bu sistem Erdoğan’ın her dediğinin olması gerektiği bir sistem, ancak Erdoğan sözünü ettiğimiz çıkar grupları arasındaki kavgaları her zaman kontrol edemeyebilir. Yargıtay seçiminde olduğu gibi kavgada başka bir sonuç ortaya çıktığında, bundan memnun olmayan karşı taraf “bu darbedir” diyebiliyor. Kendi içinde haklı! Erdoğan’ın işaret ettiği bir kişinin seçilememesi, bu sistem içinde bir darbe gerçekten!

Rejim her sıkıştığında ya da iç mücadeleler arttığında “Erdoğan’a darbe”, “dış güçlerle hazırlanan kaos planı” gibi ezberlerin tekrarlanması, seçim yenilgisiyle moralsizleşen örgütün, tabanın konsolidasyonu da içeriyor mu?

Hayır, bence artık ondan da koptular. Bu tür iktidar mücadele ve klikler arası kavgalarda Erdoğan’ın tabanını ikna etmek gibi bir kaygısı, çabası yok. Ancak şu var; herkesin, Abdülkadir Selvi’nin de, Mehmet Uçum’un da her an darbecilikle, ihanetle suçlanabileceği ihtimali bir teyakkuz hali, bir korku da yaratıyor. Birkaç ay önce yürüttüğü operasyon alkışlanan emniyet müdürü, her an ters kelepçeyle gözaltına alınabilir. Yani sadece solcular, Kürtler, Aleviler için değil, AKP içinde de bir korku iklimi var.

ERDOĞAN KLİKLER ARACILIĞIYLA SİYASETİ DİZAYN EDİYOR

Bununla birlikte Saray-AKP içindeki klik savaşlarına, güç mücadelelerine iktisadi çıkarlardan çok, politik anlamlar yükleniyor, buradan okumalar yapılıyor, ne dersiniz?

Evet, ben de diyorum ki, buradaki çatışmalar artık daha az siyasi. Şu anda örneğin Soylu’cuların hem bürokraside, hem birtakım ticari ilişkiler içinde gücü var, Kayseri grubu denilen Hulusi Akar, Mehmet Özhaseki etrafında hareket eden birtakım gruplar var. Abdülkadir Selvi, Lütfü Elvan gibi daha reform isteyen çevreler, yine bir yandan milli görüşten gelen biraz Numan Kurtulmuş’un sözcülüğünü yaptığı gruplar var. Kartal İmam Hatip çıkışlı, TRT’yi, THY’yi TÜGVA’yı yöneten Bilal Erdoğan çevresi var. Yine İbrahim Kalın ve Hakan Fidan’ın kendi ağları var. Tabii sermaye gruplarının, beşli çetelerin AKP içindeki temsilcileri var. Bunlar çıkarları gereği farklı eğilimler içinde olabiliyorlar. Hem Saray’da, hem devlet içinde kendi alanlarını, etki sahalarını genişletmeye çalışıyorlar.

Erdoğan ise ne bu grupların, ne MHP’nin çok fazla güçlenmesini istemez, kendisi merkezde bunları idare eder ve bunlar vasıtasıyla siyaseti ve ekonomiyi dizayn eder biz pozisyonda kalmak ister. Çünkü artık Meclis kenara itilmiş durumda, Erdoğan bu klikler aracılığıyla devleti, idareyi yönetmeye çalışıyor.

ERDOĞAN’IN NORMALLEŞME GİBİ BİR ARZUSU OLAMAZ

Sıklıkla dillendirilen bir diğer ezber de, “Erdoğan iyi ama çevresi kötü” söylemi. Biraz önce Erdoğan için “böyle arayışları olabilir” dediniz ama şu günlerde muhalefet çevrelerinde de dillendirilen “Erdoğan Bahçeli yükünden kurtulmak istiyor” iddialarının karşılığı var mı?

Bir kere “Erdoğan iyi ama çevresi kötü” denilemez. Bu tez baştan yanlış çünkü çevresini seçen, ittifakları kuran ve etrafındakileri çevresinde barındıran Erdoğan. Erdoğan’ın temel motivasyonu iktidarını sürdürmek. Bunun için elbette ne MHP’ye gebe kalmak ister, ne kendi işini bozacağını düşündüğü “zümrecilerin, dar kadrocuların” yaptıklarından memnun olur. O açıdan tabii ki rahatsızlıkları var ama bugün Saray rejimini mümkün kılan da bu ittifak. Yerine bir şey ikame etme ihtimali olursa onu tercih edebilir ama şu anda öyle bir alternatif yok. Bunu yumuşama, demokratikleşme için zaten yapmaz, dediğim gibi önemli olan kendi iktidarını kimseye muhtaç olmadan sürdürebilmektir. Yoksa örneğin CHP’ye mahkum olmayı daha fazla istemez. Bundan sonra Kürtlerle ittifak yapması da hiçbir şekilde mümkün değil. Ki, açılımlar varken de bunu tercih etmedi. Kürt hareketi demokratik bir halk hareketi olduğu için de yapamaz. Kürt hareketi içinde Leyla Zana gibi isimlerin böyle bir alternatifi gündeme getirme çabalarına rağmen bu çok mümkün değil. MHP ile ittifak bu nedenle de bir zorunluluk şu anda. Başka türlü bu rejimi sürdüremez. O nedenle Erdoğan’ın ülkeyi normalleştirme, ılımlaştırma, parlamenter rasyonel bir düzene geri dönme gibi bir arzusu olamaz. Tersine kendi reis düzenini geliştirecek, onun içinde kendi gücünü arttıracak alternatifleri arar.

Bu tabloda yeni anayasa tartışması nereye oturuyor?

AKP’nin anayasa tartışmasını gündeme getirmesi kurumsal bir ezber. Gerçek bir anayasa tartışması yok ortada. Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi ve iktidarını devam ettirmesi dışında anayasa tartışmasının bir anlamı yok. O nedenle, anayasa tartışmasının da normalleşme, ılımlaşma tartışmasının da gerçekliği yok.

ERDOĞAN YERİNE ÖZEL HAMLE YAPTI

Normalleşme meselesi, CHP Lideri Özgür Özel görüşmesi sonrası pekişti. Özel’e “siyasette yumuşama” diyerek Erdoğan politikalarını meşrulaştırdığı, böylece Şimşek politikalarıyla halkta biriken öfkenin de yatıştırılmasına hizmet ettiği eleştirileri yöneltildi. Hem bu eleştiriler, hem de Erdoğan’ın CHP’ye yaklaşımı için ne söylersiniz?

Erdoğan’ın CHP’yle görüşmesi, normalleşme söylemini satın alması ve bunu kendisinin de ifade etmesi, iadeyi ziyarette bulunacağını söylemesi, diğer grupları nasıl idare ediyorsa CHP’yi de öyle idare etme anlayışın bir parçası.

Özgür Özel’in Erdoğan’la görüşmesini kendi politikası içinde değerlendiriyorum. Bunu Erdoğan’ı meşrulaştıran bir girişim olarak görmüyorum. Böyle bir risk var ama siyasi sahnede kendine alan açma girişiminde bulunan bir lider görüntüsü vermek için yaptığını düşünüyorum. Bir ölçüde bunda başarılı da oldu. CHP tabanında meşrulaştırma konusunda tepki aldı, dolayısıyla çok karşılık bulmadı ama genel siyasi arenada bir karşılığı olduğunu düşünüyorum. Erdoğan yerine o hamle yapmış oldu.

28 ŞUBATÇILARIN AFFI MHP’YE JEST

Kobanê’de cezaların yağdırıldığı günün akşamında Erdoğan, 28 Şubat generallerini affetmesinin yanında Mehmet Şimşek’in kemer sıkma programını da onayladı. Generallerin tahliyesini “normalleşme” parantezi içinde, Özel’e jest olarak değerlendirenler olduğu gibi, bunun siyasi mühendislik olduğu yorumları da yapıldı. Sizin yorumunuz ne olur?

Generallerin affı MHP’yi de memnun edebilecek bir şey. Ekrem İmamoğlu da “gecikmiş bir karar” dedi ama bu karar, Erdoğan ya da İslamcı cenah 28 Şubat’ı hâlâ politik olarak sürdürseler de, devletin güvenlikçi kanadıyla iş birliği yaptıkları için normalleşmeden daha ziyade, Cumhur İttifakının genel güvenlikçi, devletçi mantalitesiyle bağdaşan bir karar. Yani CHP’den ziyade MHP’ye yapılmış bir jest olarak da görülebilir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yasak çuvala sığmıyor

Yasak çuvala sığmıyor

KAMUAR’ın hesaplamalarına göre son bir yılda meyve fiyatları yüzde 154.5, sebze fiyatları yüzde 116.5, gıda fiyatları ortalama yüzde 70 arttı. Hane halkının bir yıl sonrası için enflasyon beklentisi yüzde 59’u, işçilerinki ise yüzde 62’yi aştı. Emekçiler için bıçak kemikte! Yasak, tutuklama, işten atma tehdidi işçilerin harekete geçmesini durduramıyor.

Has Çuval 37 ülkeye ihracat yapıyor.

İstanbul Sanayi Odası nın ikinci en büyük 500 listesinde.

Has Çuval'ın iki fabrikasında 600 işçi fiili greve katıldı

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Erdoğan: Dünya bir imtihan yeridir, ekonomik zorluklar gelip geçer.

Evrensel'i Takip Et