1973'te Şili'den 2023'te Arjantin ve Türkiye'ye: Ekonomik Soykırım Sürüyor
Her koşulda, ne olursa olsun, ne Milei ne de Şimşek uzun süre dayanamazlar, çünkü halklarının hoşnutsuzluğu artmaya devam edecek.

Fotoğraflar: AA/Kolaj: Evrensel
İLGİLİ HABERLER

Şimşek’in programı: Dört koldan neoliberal saldırı

Şimşekler çakarken...

İşsizlikte "Şimşek" hızı
T. Sabri ÖNCÜ
Andre Gunder Frank Anısına
Bu makalenin İngilizcesi ilk olarak 11 Mayıs 2024 tarihinde Economic & Political Weekly'de yayımlanmıştır.
EKONOMİK SOYKIRIM
Ekonomik soykırım kavramı 1976 yılında EPW dergisinde yayımlanan bir makalede ortaya çıkmıştır. “Şili'de Ekonomik Soykırım: Milton Friedman ve Arnold Harberger'e Açık Mektup” başlıklı yazısında Andre Gunder Frank (1976), 11 Eylül 1973 darbesinden sonra askeri diktatörlüğün uygulamaya başladığı Chicago tarzı ekonomi politikasının verdiği kısa özetini şöyle bitirmişti:
— ve üretimi yeniden yapılandırmak ve ardından yatırımları, kasıtlı, hesaplı ve zorla dayatılan bir Chicago/Cunta ekonomik soykırım politikası ile en temel ihtiyaçları giderek daha fazla feda edilen Şilili tüketiciler pahasına “geleneksel olmayan” gıda, hammadde ve imalat ihracatının daha da teşvik edilmesine izin verecek şekilde yeniden yönlendirmek.
Frank'in ekonomik soykırım politikası olarak adlandırdığı şey daha sonra neoliberal ekonomik program olarak bilinmeye başlandı; bu program ilk olarak Şili'de denenen ve 1979-80 Thatcher-Reagan Devrimi'nden sonra tüm dünyaya yayılmaya başlayan serbest piyasa ilkelerine dayalı bir ekonomik programdı. Bretton Woods ikizleri, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası neoliberal politikaların desteklenmesi ve zorlanmasında kilit oyuncular oldular.
Arjantin ve Türkiye de programı erken benimseyen ülkelerdendiler, hem de Şili’dekine çok benzeyen bir yolla. Arjantin, 24 Mart 1976 darbesiyle programı benimserken, Türkiye 12 Eylül 1980 darbesiyle benimsedi. Bu darbelerle birlikte, IMF ile “stand-by” anlaşmaları da yapıldı; bu anlaşmalarda borç alan ülkenin IMF tarafından dayatılan koşullara uyması gereklidir ve ülkenin anlaşmadan yararlanmaya devam edebilmesi için periyodik olarak uygulanan program gözden geçirilir. Arjantin'de anlaşma darbeden kısa bir süre sonra yapılırken (Nelson, 2017), Türkiye'de darbeden kısa bir süre önce yapılmıştı (Cömert ve Öncü, 2023a).
NEOLİBERAL YÖRÜNGELER: ARJANTİN VE TÜRKİYE
Cömert ve Öncü (2023a, 2023b) çalışmalarımızda, 12 Eylül 1980 darbesinden 28 Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar Türkiye'deki neoliberal programın seyrine dair kapsamlı bir analiz sunduk. Şimdilik, Türkiye'nin birkaç ciddi krize rağmen programa nispeten sadık kaldığını ve yalnızca küçük sapmalar yaşadığını belirtmekle yetineyim.
Buna karşılık, Arjantin'de neoliberal politikaların uygulanması daha çalkantılı olmuştur. Ülke, 24 Mart 1976 darbesinden 19 Kasım 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar üç farklı yüksek yoğunluklu neoliberal dönem yaşamıştı. Bunlardan ilki, 1976'dan 1981'e kadar olan Cunta dönemi; ikincisi, Menem'in ilk on yılındaki ve ardından de la Rúa'nın kalanındaki başkanlıklarını kapsayan 1989'dan 2001'e kadar olan dönem ve son olarak, Macri'nin başkanlığı altında 2015'ten 2019'a kadar olan dönem.
Öncü (2014) çalışmasında, esas olarak 2001'deki tarihi Arjantin temerrüdüne yol açan borç birikimine odaklanarak, 24 Mart 1976 darbesinden, en uzun ve en yüksek yoğunluklu ikinci neoliberal dönemin de la Rúa hükümetinin 20 Aralık 2001'deki çöküşüyle sona erişine kadar olanların tarihsel bir anlatımını sundum. Çöküşten dört gün sonra, 24 Aralık 2001'de, Kongre tarafından seçim çağrısı yapmak üzere üç aylığına seçilen geçici başkan Adolfo Rodríguez Saá'nın başkanlığının ikinci gününde, Arjantin 132 milyar dolarlık borcunun ödemelerini durdurdu.
NEOLİBERALİZMDEN NEO-KALKINMACILIĞA: ARJANTİN
Altı gün sonra istifa eden Saá’nın ardından Kongre, Eduardo Duhalde'yi de la Rúa'nın görev süresini tamamlamak üzere geçici başkan olarak seçti. Ancak Duhalde, süreyi tamamlamak yerine 27 Nisan 2003 için erken seçim çağrısı yapmayı yeğledi. Bu seçimle birlikte Arjantin, neoliberalizmden Marini'nin (1978) neo-kalkınmacılık olarak adlandırdığı, Duhalde'nin geçiş hükümetinin açtığı reformist bir yola kaydı.
Néstor Kirchner (2003–2007) ve Cristina Fernández de Kirchner (2007–2011, 2011–2015) hükümetleri sırasında uygulanan bu neo-kalkınmacı program, ekonomik büyüme ve toplumsal kapsayıcılığı teşvik etmek amacıyla devlet müdahalesi kavramını yeniden teyit etti ve bunları, iyileştirilmiş ücretler ve sosyal politikalar yoluyla sağlamaya çalıştı (Féliz, 2019). Ayrıca, sınırsız sermaye akışları ve serbest ticarete olan ortodoks inancın yerini, sermaye kontrollerinin kabulü, temkinli dış borçlanma ve yatırımlar için yerli finansman aldı.
Neo-kalkınmacılığı ve Arjantin'deki uygulanışını analiz etmektense, Marini'nin (1981) bu tür reformist programların bağımlı ülkelerde yeni kalkınma yollarını başlatmada kaçınılmaz olarak başarısız olduğunu savını hatırlatmayı yeğliyorum. Marini’nin savunduğu ve benim de katıldığım gibi, bağımlı ülkelerde bu tür programlar, sosyal krizlere yol açarak reform ve devrim arasında değil, devrim ve karşı-devrim arasında bir seçimi zorlarlar. Arjantin'de karşı-devrim, 22 Kasım 2015'teki ikinci turda Mauricio Macri'nin zaferiyle neoliberalizme dönüşü işaret eden 2015 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerçekleşti.
NEOLİBERALİZME DÖNÜŞ: ARJANTİN
Macri, 10 Aralık 2015 tarihinde göreve geldikten bir hafta sonra ilk iş olarak Cristina Fernández de Kirchner'in ikinci döneminde Arjantinli yetkililer tarafından konulan sermaye kontrollerini kaldırdı. Neo-kalkınmacı Fernández de Kirchner'in değil de neoliberal de la Rúa'nın, hükümetinin düşmesinden 20 gün önce, 30 Kasım 2001'de bireylerin döviz alımlarını 1000 dolarla sınırlayarak 21. yüzyılın ilk Arjantin sermaye kontrolünü uygulamak zorunda kaldığını da belirteyim. Macri daha sonra ekonomide neo-kalkınmacılıktan neoliberalizme büyük bir geri dönüş başlattı. Yaptığı hamleler arasında kurun piyasa tarafından belirlenmesine izin vermek, para politikası için enflasyon hedeflemesi çerçevesini uygulamaya koymak, destekleri ve ihracat vergilerini kaldırmak, hükümet harcamalarını kısmak ve diğer neoliberal gereçler vardı—ki bunların hepsini IMF destekliyordu.
Bu politikaların beklenen sonuçları vermesi iki buçuk yıl sürdü. Merkezi hükümetin bütçe açığı ve brüt finansman ihtiyacı önemli ölçüde artmış, bu da merkezi hükümet borcunun ilk iki yıl içinde 241 milyar dolardan 321 milyar dolara yükseltmiş ve bu borcun %70'i ABD doları veya diğer yabancı para birimleri cinsinden olmuştur. Ayrıca, sermaye kontrollerinin serbest bırakılması ve ithalata yapılan daraltıcı baskının kaldırılmasıyla birlikte cari açığın Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYİH) oranı 2014-2017 yılları arasında üç katına çıkmıştır. Bu durum, borç anapara ödemeleriyle birleştiğinde, brüt dış finansman ihtiyacında büyük bir artışa yol açmıştır (IMF, 2018).
Esas olarak merkezi hükümet borcundaki artışın finansmanına yönelik önemli sermaye girişleri, ekonomik büyümenin durgun kalmasına rağmen pesonun önemli ölçüde değer kazanmasıyla sonuçlanmıştır (Ocampo, 2020). Ardından Arjantin, yüksek enflasyonun damgasını vurduğu bir durgunluk yaşadı ve yılın ilk çeyreğinde pesonun ABD doları karşısında istikrarlı bir şekilde değer kaybetmesinin ardından Nisan 2018'de ülkeden sermaye kaçışı başladı. Bu da ödemeler dengesi baskılarını kötüleştirerek Macri hükümetini 7 Haziran 2018'de bir kez daha IMF ile masaya oturup, yeni bir “stand-by” anlaşması imzalamaya zorladı (IMF, 2018).
20 Haziran 2018'de IMF, Arjantin için 50 milyar dolar tutarında üç yıllık bir “stand-by” anlaşmasını onayladı ve bu tutar aynı yılın Eylül ayında 57 milyar dolara çıkarıldı. Bunun karşılığında Macri, daha sıkı mali ve parasal politikalar uygulamayı ve merkez bankasının bağımsızlığını sağlamayı taahhüt etti, ancak bu, ekonominin daha da kötüleşmesine yol açtı. Macri'nin başkanlığı sona erdiğinde GSYİH %3,4 oranında daralmış, enflasyon %240'a yükselmiş ve yoksulluk oranları artmıştı. Dahası, IMF kredisine rağmen, yerliler (Mehmet Şimşek’in deyimiyle “locals”) ve yabancı borç verenler arasındaki güven kaybı daha da arttı ve dış finansmanda ani bir duruş yaşandı. Arjantin merkezi hükümet borcunun GSYİH'ye oranının 2019'da yaklaşık %90'a tırmanmasıyla, yaşanan döviz krizi bir borç krizine dönüştü ve 2019'un sonuna kadar ülkeden yaklaşık 50 milyar dolar çıktı. Nitekim 19 Şubat 2020'de IMF, Arjantin'in yaklaşık 52 milyar doları 2020'de ve yaklaşık 37 milyar doları 2021'de ödenmesi gereken 323 milyar dolarlık devlet borcunu sürdürülemez olarak sınıflandırdı. Macri'nin görev süresinin bitimine yaklaşık üç ay kala, 2 Eylül 2019'da, ülkenin tırmanan mali krizini kontrol altına almak amacıyla sermaye kontrollerini yeniden uygulamaya koyduğunu da belirtmek isterim.
NEO-KALKINMACILIĞA DÖNÜŞ: ARJANTİN
27 Ekim 2019'da yapılan başkanlık seçimlerinde Macri'nin ve neoliberal gündemin yenilgiye uğramasıyla, Arjantin bölünmüş Peronist Parti içindeki üç parçalı koalisyon altında neo-kalkınmacılığa geri döndü. Bu parçalardan birine liderlik eden Alberto Fernández başkan seçildi.
Yeni yönetim göreve başladıktan sonra, sanayi sektörünü desteklemek amacıyla korumacı bir üretim politikası benimsedi ve kaynakları bu alana yönlendirdi. Ancak, COVID-19 pandemisinin başlamasıyla birlikte, odak genişlemeden mevcut üretim kapasitesini korumaya kaydı. Hükümet, üretim kapasitesinin ve hane halkı gelirlerinin sürdürülebilirliğini sağlamak adına işletmeler ve bireyler için çeşitli destek önlemleri uyguladı. 2021'de ekonomik toparlanma sağlanmasına rağmen, iktidar partisinin ara seçimlerdeki kaybı sonrasında hükümet içindeki çekişmeler arttı ve kilit isimler arasındaki gerilimler sonucu bir siyasi kriz ortaya çıktı (Schteingart, 2024).
Bu karışıklık, Üretken Kalkınma ve Ekonomi gibi anahtar bakanlıklarda önemli atamaları da içeren kabinede çoklu değişikliklere yol açtı; bu bakanlıkların her biri 2022'de iki değişiklik yaşadı. Koalisyonun önemli bir üyesi olan Sergio Massa'nın Ekonomi Bakanlığı'nı devralması, güç dengelerini sağlamlaştırarak istikrar getirdi. Ancak, yeni yönetim, 2023'te Arjantin tarihindeki en kötü kuraklıklardan biri nedeniyle artan makroekonomik sorunlarla başa çıkmakta zorlandı. Süregelen ekonomik durgunluk ve uçan enflasyon, 19 Kasım 2023'teki başkanlık seçimlerinde yenilgiye katkıda bulundu ve sonuç olarak, aşırı-sağ liberteryan bir “yabancı” ekonomist Javier Milei'nin başkan seçilmesine yol açtı (Schteingart, 2024). Bu sonuç, Marini'nin haklılığını bir kez daha gösterdi: bağımlı ülkelerde reformist programlar kaçınılmaz olarak başarısız olur ve reform ve devrim arasında değil, devrim ve karşı-devrim arasında bir seçim yapılmasına yol açarlar.
AKP İKTİDARINA AÇILIŞ: TÜRKİYE
Daha önce belirttiğim gibi, Türkiye'nin neoliberal programa olan bağlılığı nispeten kararlı kalmıştı ama bu, yolculukta hiçbir sorun yaşanmadığı anlamına gelmez. Türkiye, Arjantin gibi neoliberalizm ve neo-kalkınmacılık arasında gidip gelmemiş olsa da, Arjantin'de görülmüş düşük yoğunluklu (1981-1985) ve orta-düşük yoğunluklu (1985-1989) neoliberal dönemlere benzer şekilde (Nelson, 2017), 1990 ile 2001 arasında neoliberal politikalarda bir duraklama yaşamıştır (Akçay, 2024).
Akçay'ın da belirttiği gibi, 1980 ile 1989 yılları arasında reel ücretlerde yaşanan yaklaşık %20'lik düşüşe tepki olarak, 1989'da sendikaların düzenlediği Bahar Hareketi eylemleriyle işçi hareketi yeniden canlanmıştır. Bu canlanma, rekabetçi fiyatlandırma ve ücretlerin bastırılması yoluyla artı değer elde etme gibi ortodoks istikrar stratejilerinin zorluklarla karşı karşıya olduğunu göstermiştir. 1990'larda, işçi hareketi de dâhil olmak üzere toplumsal hareketler, otoriter neoliberal devlete aktif bir şekilde karşı çıkmış ve kapsamlı özelleştirmeleri engellemiştir.
Ekonomik zorluklara ve siyasi istikrarsızlığa rağmen, işçi hareketi muhalefet söyleminin şekillendirilmesinde ve neoliberal reformların kapsamlı bir şekilde uygulanmasının geciktirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. On yıl boyunca, güçlü bir işçi hareketinin varlığını ve yinelenen ekonomik krizleri de yansıtan, 11 farklı hükümetin kurulmasına tanık olunmuştur. Bu faktörlerin birleşimi, nihayetinde, Türkiye'nin ana akım siyaset kurumunun tamamen çökmesine yol açtı. Sonuç olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Kasım 2002 seçimlerinde İslamcı bir “yabancı” olarak iktidarı devraldı (Akçay, 2024).
ORTODOKSLUKTAN ANORTODOKSLUĞA: TÜRKİYE
Cömert ve Öncü (2023a, 2023b) çalışmalarımızda, Türkiye'de 22 yıldır devam eden AKP iktidarının ekonomi politiğini ayrıntılı olarak tartıştık. Cömert ve Öncü'de (2023a), 2018 krizine kadar AKP liderliğindeki katı ortodoks neoliberal politikaların evrimini tarihsel olarak anlatırken, Cömert ve Öncü'de (2023b), 2018 krizinden sonra Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) para politikası uygulamasında ortodoksiden anortodoksiye nasıl geçtiğini inceledik.
Kısaca özetlemek gerekirse, para politikasında ortodoksiden anortodoksiye geçiş, Erdoğan'ın 24 Haziran 2018'de cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci kez kazanmasının ardından bir kararname ile TCMB'nin üst düzey yetkilileri de dâhil olmak üzere üst düzey devlet memurlarının uzun bir listesini atama ve görevden alma konusunda kendisine yasal yetki vermesiyle başladı. AKP'nin erken dönemlerinden başlayarak Erdoğan faiz oranlarının düşürülmesini savunduğundan, merkez bankası bağımsızlığı ortodoksinin kulelerindenken, TCMB’nin bağımsızlığı zaten tartışma konusuydu. Erdoğan’ın kendisine verdiği bu yeni yetki, TCMB’nin bağımsızlığı tartışmalarını daha da yoğunlaştırdı.
Gerçekten de Erdoğan, TCMB başkanlarını atama ve görevden alma yetkisini kendisine verdikten sonra, mevcut başkan dışında TCMB başkanlarından hiçbiri beş yıllık görev süresini tamamlayamadı. Her biri, Erdoğan tarafından bir kararname ile görevden alındı. Mevcut TCMB başkanının da benzer bir kaderi paylaşıp paylaşmayacağını zaman gösterecek.
2018 krizi sonrasında TCMB'nin kullandığı anortodoks politika araçları arasında makroihtiyati tedbirler adı altında örtülü ama sıkı sermaye kontrolleri uygulamak; enflasyonist bir ortamda lira değer kaybederken politika faizini düşürmek; emekleyen-çıpa ortadayken serbest-kur iddiasında bulunmak ve döviz takasına dayalı 60 milyar dolar civarı açık döviz pozisyonu taşımak sayılabilir. Bunlara ek olarak, Aralık 2021 kur şokunun ardından uygulamaya konulan ve 2023 yılında TCMB'nin yaklaşık 880 milyar Türk Lirası zarar etmesine neden olan kur korumalı mevduat hesapları da kayda değerdir.
Aralık 2021'deki kur şokunun kasıtlı bir devalüasyon mu yoksa bir kaza mı olduğu konusunda bir fikir birliği olmasa da, dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin 6 Haziran 2022'de yaptığı açıklama, ortodoks neoliberalizmden bu anortodoks sapmanın pek de neo-kalkınmacı olmadığını ortaya koymaktadır:
Enflasyonla büyümeyi tercih ettik. Yoksa enflasyonu düşürmek için çok sert tedbirler alabilirdik. Bu sistemden dar gelirliler hariç, üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor.
Nebati'nin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, bu politika çerçevesinin amacı sermayenin kârlılığını artırırken, emeğe kapsamlı bir saldırıydı. Sonuç, Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş ciddi bir bölüşüm şoku oldu. GSYİH büyümesi devam etse de, gelir ve servet eşitsizlikleri derinleşti, reel ücretler düştü ve emeğin milli gelirdeki payı keskin bir şekilde azalırken sermayenin payı arttı (Orhangazi, 2024). Ancak, bu anortodoks para politikası, 2018 kur şoku sonrası ülkeyi terk eden yabancı borç verenleri daha da güvensizliğe itti ve yapısal olarak dövize bağımlı Türkiye için dış finansman seçeneklerinin daha da daralmasına yol açtı. Bundan dolayı, bu anortodoks para politikası deneyi sürdürülebilir değildi ve terk edilmesi gerekiyordu.
Kötüleşen enflasyon nedeniyle derinleşen hayat pahalılığı krizi karşısında ve buna rağmen, AKP koalisyonu 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılan Milletvekili Genel Seçimlerinde çoğunluğu elde etti. Bunu takiben, 28 Mayıs 2023'te Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Seçiminin ikinci turundan zaferle çıktı ve Türkiye'nin Cumhurbaşkanı olarak üçüncü dönemine başladı. Erdoğan seçimden önce söz verdiği gibi bir U-dönüşü yaparak eski ekonomi ekibinin yerine, görüşleri Milei'nin görüşlerinden pek de farklı olmayan eski ekonomi çarlarından Mehmet Şimşek'i Hazine ve Maliye Bakanı olarak atayarak, ortodoks neoliberalleri getirdi.
ŞİMŞEK TÜRKİYE'DE, MİLEİ ARJANTİN'DE: EKONOMİK SOYKIRIM SÜRÜYOR
Şimşek, Milei'nin Arjantin'de göreve başlamasından altı ay önce Türkiye ekonomisinin dümenine geçti. Erdoğan Şimşek'i 4 Haziran 2023 tarihinde Hazine ve Maliye Bakanı olarak atarken, Javier Milei'nin Arjantin Devlet Başkanı olarak göreve başlaması 10 Aralık 2023 tarihinde gerçekleşti. Erdoğan ayrıca TCMB başkanını ve tüm başkan yardımcılarını görevden alarak yerlerine ortodoks neoliberal ekonomistler atadı, ancak başkan aslında bir endüstri mühendisiydi. Başkan sadece sekiz ay dayanabildi ve ardından başkan yardımcılarından biri olan Fatih Karahan onun yerine geçti.
Anortodoks para politikası döneminde makroihtiyati tedbirler adı altında uygulanan örtük ancak sıkı sermaye kontrollerinin hızla kaldırılmasının, mevcut koşullar altında Türkiye gibi gelişmekte olan bir ekonomide toplu intihar anlamına geleceği hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Sonuç olarak, bazıları kademeli olarak gevşetilmiş olsa da, bu sermaye kontrollerinin çoğu olduğu gibi kalmıştır. Ancak, 4 Haziran 2023'ten (Şimşek'in göreve geldiği gün) 19 Temmuz 2023'e (TCMB'nin ikinci para politikası toplantısından sonraki Cuma günü) kadar, Şimşek ekibi göreve gelmeden önce konulan tüm sermaye kontrolleri yerlerinde durmasına rağmen, Türk Lirası ABD doları karşısında üç sıçramada yaklaşık %23 değer kaybetmiştir.
Bunun kasıtlı bir devalüasyon olduğu iddiası doğrulanamasa da, kazara olma olasılığı sıfıra yakındır. Ayrıca, Şimşek ekibi Türk Lirası'nın ABD dolarına emekleyen çıpasını reddetmiş olsa da, 28 Ağustos 2023'ten 31 Mart 2024'e (yerel seçimlerin yapıldığı güne) kadar emekleyen çıpanın varlığı, stokastik bir süreç olarak döviz kurunun istatistiksel özelliklerinden açıkça görülmektedir. Dolayısıyla, Şimşek ekibinin şeffaflık eksikliği nedeniyle tam anlamıyla ortodoks para politikası uygulamasına geri döndüğü söylenemez.
Ancak parasal sıkılaştırma ve kemer sıkma cephelerinde, faiz ödemelerindeki artış (Haziran 2023'ten Mart 2024'e kadar TCMB politika faizini dokuz adımda %8,5'ten %50'ye yükseltti) ve ithalat vergisi gelirlerindeki düşüş nedeniyle bütçe açığındaki şişmeye rağmen Şimşek ekibinin katı bir ortodoks olduğuna şüphe yok. Bu durum, artan servet ve gelir eşitsizliğinden, düşen reel ücretlerden ve reel emekli maaşlarından, artan işsizlikten ve “resmi” enflasyonun Şimşek ekibi ekonominin dümenine geçtiğinde %38 civarındayken şu anda %70 civarında olması nedeniyle kötüleşen hayat pahalılığı krizinden açıkça görülmektedir. AKP'nin yerel seçimlerde son 22 yılın en büyük seçim yenilgisini almasına rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sarsılmaz desteği altında Şimşek ekibi, Andre Gunder Frank tarafından ekonomik soykırım olarak tanımlanan acımasız neoliberal politikaları uygulamaya devam ediyor.
Şimşek'in altı ay gerisinde olmasına rağmen Milei'nin Arjantin'deki performansı, göreve geldikten üç gün sonra Arjantin Merkez Bankası'nı “yakma” ve ülkeyi dolara geçirme yönündeki seçim vaatlerinden geri adım atmasına rağmen, Şimşek'in Türkiye'deki performansından daha iyi olmasa da daha kötü değil. Bununla birlikte, Reuters'ın 24 Nisan 2024 tarihli haberine göre, ülkenin mali açığıyla mücadele etme kararlılığını sürdürerek, “testere” harcama kesintilerini ve satın alma gücünü sıkıştırırken yükselen enflasyonu kontrol altına almayı amaçlayan “karıştırıcı” kemer sıkma önlemlerini güçlendirdi.
Milei göreve geldikten kısa bir süre sonra Arjantin pesosunu %50'nin üzerinde devalüe ederek zaten yüksek olan enflasyonu daha da kötüleştirdi. Milei'nin başkanlığının iki aylık dönüm noktası olan Şubat ayında Arjantin'in yıllık enflasyon oranı %250'yi aşarak Venezuela'yı bile geride bıraktı ve Latin Amerika'daki en yüksek enflasyon oranı unvanını aldı. Merkezi Almanya'da bulunan saygın bir küresel veri ve iş zekâsı platformu olan Statista'ya göre, Milei'nin kemer sıkma önlemleriyle şiddetlenen açlık nedeniyle Şubat ayında onaylanma oranı %45'in altına düştü. Arjantinliler arasındaki hoşnutsuzluk meydanlara taştı ve halk tencere ve tava çalarak sokaklara döküldü. Milei'nin göreve gelmesinden bu yana neredeyse her hafta henüz çağırmamış bir başka işçi sendikası daha grev çağrısında bulunuyor.
SON SÖZLER
IMF'den her iki lider için gelen övgülere rağmen, yorumcular Milei'nin ne kadar dayanabileceğini bir süredir tartışıyorlar. Ancak Şimşek'in ne kadar dayanabileceğini henüz tartışmaya başlamadılar, çünkü Şimşek hâlâ Türkiye'nin güçlü lideri Erdoğan'ın desteğine sahip. Her koşulda, ne olursa olsun, ne Milei ne de Şimşek uzun süre dayanamazlar, çünkü halklarının hoşnutsuzluğu artmaya devam edecek. Kasıtlı, hesaplı ve zorla dayatılan ekonomik soykırım politikalarının son kullanma tarihi çoktan geçti.
Kaynakça
Akçay, Ümit (2024): “Revisiting the Rise and Decline of Authoritarian Neoliberalism: A Political Economy Analysis of AKP’s Initial Decade,” Journal of Balkan and Near Eastern Studies.
Cömert, Hasan and T. Sabri Öncü (2023a): “Monetary Policy Debates in the Age of Deglobalisation: The Turkish Experiment—II,” Economic & Political Weekly, Vol 58, No 11.
Cömert, Hasan and T. Sabri Öncü (2023b): “Monetary Policy Debates in the Age of Deglobalisation: The Turkish Experiment—III,” Economic & Political Weekly, Vol 58, No 29.
Frank, Andre Gunder (1976): “Economic Genocide in Chile: Open Letter to Milton Friedman and Arnold Harberger,” Economic & Political Weekly, Vol 11, No 24.
Féliz, Mariano (2019): “Neodevelopmentalism and Dependency in Twenty-first-Century Argentina,” Latin American Perspectives, Issue 224, Vol 46, No 1,
IMF (2018): Argentina, IMF Country Report No. 18/219
Marini, Ruy Mauro (1978) “Las razones del neodesarrollismo,” Archivo de Ruy Mauro Marini. Publicado en Revista Mexicana de Sociología, número especial, Facultad de Ciencias Políticas y Sociales, UNAM, México.
— (1981): “La acumulació capitalista dependiente y la superexplotación del trabajo”
Nelson, Stephen C. (2017): The Currency Of Confidence: How Economic Beliefs Shape the IMF’s Relationship with Its Borrowers, Ithaca and London: Cornell University Press.
Ocampo, José Antonio (2020): “Argentina’s Debt Renegotiation,” Project Syndicate
Orhangazi, Özgür (2024), “Sermayenin İki Programı”
Öncü, T. Sabri (2014): “A Sovereign Debt Story: Republic of Argentina vs NML Capital,” Economic & Political Weekly, Vol 49, No 20.
Schteingart, Daniel (2024): “Productive planning in an unstable country: The case of Argentina (2019–2023),” Economic Sociology, Vol 25, No 2.
Evrensel'i Takip Et