Nuray Sancar: Barış, antiemperyalizm ve iş birlikçilerle mücadeleye bağlı
EMEP MYK Üyesi Nuray Sancar: Bölge barışı bir bakıma Ortadoğu halklarının antiemperyalist birikiminin, dünya halklarının savaş ve kıyım karşıtı hareketiyle birleşmesine bağlı.
Fotoğraf: Evrensel
Eylem NAZLIER
İstanbul
Emek Partisi (EMEP) 25-26 Mayıs tarihlerinde İstanbul'da Birleşik Metal İş Sendikası Genel Merkezinde Uluslararası Ortadoğu Konferansı düzenleyecek. Konferansa İngiltere, Filistin, İran, İsrail, Almanya ve Türkiye’den konuşmacılar katılacak. Konferansın detaylarını Emek Partisi MYK Üyesi Nuray Sancar anlattı.
Emek Partisi neden bir Ortadoğu Konferansı kararı aldı? Buna neden ihtiyaç duyuldu?
İsrail’in yedi aydan beri Filistin halkına yönelik, çoğu çocuk ve kadın on binlerce kişinin ölümüne, sürgününe yol açan ve neredeyse bir soykırıma varan saldırıları elbette başlıca neden. Filistin ilk kez saldırıya uğramıyor ama ‘İkinci Nakba’ olarak adlandırılan şimdiki saldırılar bölgenin ve dünyanın özel bir bağlamında gelişti.
Emperyalist güçler arasındaki paylaşım ve nüfuz rekabeti; uzak Asya’dan Avrupa’ya uzanan ticaret yolları, sermaye transferi, açık denizler, pazarlar ve Akdeniz üzerindeki kontrolün kimde olacağı ekseninde çatışma ögeleri birikti.
Filistin’e yönelik kuşatma bugün bir de bu bağlamla özel bir anlam kazanıyor. Siyonist Netanyahu’yu hemen kutlamaya koşan başlıca emperyalist ülke yöneticileri katliamlar karşısında ses çıkarmadılar; çıkarları bu saldırıların sürmesinden yanaydı ve çok açıkça gösterdiler.
Aynı şeyi bölgedeki devletler için de söyleyebiliriz. Hepsi bu büyük paylaşım savaşından kendince pay kapmaya çalışıyor. Emperyalist hedeflerin gerçekleşmesi için sessizlikle onay veriyorlar.
Bu büyük tabloyu enine boyuna ortaya koymak gerekiyor. Bu yüzden farklı ülkelerden akademisyenler, gazeteciler, siyasetçilerle bu konferansta Ortadoğu gerçeğinin parçalarını birleştirmek istedik. Filistin sadece Filistin halkının derdi değil; bir dünya sorunu çünkü.
"TÜRKİYE KAVGALARIN DIŞINDA KALMAK İSTEMİYOR"
Bir yandan emperyalist güçlerin kendi iç dengeleri, bir yandan Erdoğan iktidarındaki Türkiye’nin dış politikası… Erdoğan yönetimi dış politikada da ilişkilerini yenileme çabasında. Burada nasıl bir strateji izleniyor?
Türkiye bağımlı bir ülke. Ama öte yandan AKP iktidarı altında Türkiye sermayesi belirli bir büyüme kaydetti. Dış pazarlara ve yatırımlara ihtiyaç duyar hale geldi. ABD ve Avrupalı emperyalistlerin karşısına Rusya-Çin bloku gibi bir faktörün çıkması da sadece Türkiye için değil orta büyüklükteki başka kapitalist ülkeler için fırsatlar ve olanaklar yarattı. Bugünkü ekonomik durum dış kaynaklı paraya, IMF programlarına mahkum etse de iktidar bu paylaşım kavgalarının dışında kalmak istemiyor. O yüzden Afrika, Akdeniz, Ortadoğu’daki nüfuz mücadelelerinde yani her gerilim alanında Türkiye şu veya bu şekilde var. Silah sanayindeki gelişmeye bağlı olarak İHA ticareti yapıyor, uzun erimli yatırım anlaşmalarına imza atıyor, swap biriktiriyor, halkın ortak mülkiyetindeki arazileri satıyor. Fakat Osmanlı bakiyesi topraklarda da hak iddia etmekten vazgeçmiş değil. Türkiye yönetimi bağımlılık ilişkileri nereye kadar izin verirse oraya kadar gidiyor ama; sonuçta iki ileri bir geri mehter yürüyüşü ile epey bir yol aldığı söylenebilir.
"ÇÖZÜMSÜZLÜK BİR MÜDAHALE GERECİ"
Emperyalistlerin bölgeyi düzenleme çalışmaları ve bu noktada da 1. Dünya Savaşı’ndaki Sykes Picot Anlaşması akla geliyor. Bölge yavaş yavaş yeniden mi düzenleniyor?
Sykes Picot 1. Dünya Savaşı sırasında çizilmişti ve Ortadoğu realitesi bundan sonraki süreçte bu sınırlar içinde kuruldu. Arap halklarını bölen bu fiziki sınırlar her zaman sorundu çünkü etnik ve dini toplulukları ayrıştırıyor, gerilim etkenlerini çoğaltıyor, jeopolitik bütünlüğü bozuyordu; böl yönet sistemiyle oluşan devletlerin iç hukukları, yönetim farklılıkları sermaye düzeni için çoktan ciddi bir engel haline geldi. Ama aynı zamanda iç karışıklıkları körüklemek, mezhep kavgalarını kışkırtmak için bir olanak. İç gerilimlerle çökertilemeyen ülkelere ise Irak ve Filistin’de olduğu gibi doğrudan askeri müdahaleler yapıldı. Bölgedeki sorunların çoğalması ve çözümsüzlüğü buradaki devletlerle emperyalist devletlerin işine geliyor. Çözümsüzlük önemli bir müdahale gereci.
"MÜCADELELER BİRLEŞMELİ"
Tüm bunların arasında halklar nerede duruyor? Sürekli emperyalist müdahalelerin sahası olan Ortadoğu’da ezilen halkların mücadele olanakları neler?
Bu müdahalelerin mümkün olmasının bir sebebi; dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin zayıf ve örgütsüz durumda olmaları. Buna rağmen birkaç dalga halinde halklar ekmek, özgürlük, onur için gösteriler yaptılar. Ortak talepler birçok yerde mezhep-milliyet kompartımanlarını da aşarak birleştirdi.
Bugün dünyanın birçok yerinde emekçiler kendi devletlerinin biçtiği cezalara, biber gazına, tutuklamalara ve de İsrail yanlısı, siyonist tezlerin tekrarlandığı propagandaya rağmen sokaklarda. Protestolar kesintisiz sürüyor.
Ortadoğu ülkelerinin çoğu Batı ülkelerindeki haklardan ve demokratik kurumlardan yoksun. Bir de Arap Baharı’nın bedeli çok ağır ödetildi. Unutmayalım ki Tunus’ta ve Mısır’da halk, kendi ülkelerinin diktatörlerini devirmişti. İran halkı başörtüsü eylemlerinden genel greve genişleyen eylemlerde birçok genç insanını idam sehpasında buldu.
IŞİD gibi kara bir güç Suriye ve Irak’ta terör estirdi. Orta Çağ pazarlarında kadınlar satıldı… Bunlar elbette ağır travmalar. Bölge barışı bir bakıma Ortadoğu halklarının antiemperyalist birikiminin dünya halklarının savaş ve kıyım karşıtı hareketiyle birleşmesine bağlı. Her halkın kendi iş birlikçi iktidarlarına karşı mücadelesine bağlı.
"EMEKÇİLER CİDDİ TEHLİKE ALTINDA"
Tüm bu anlattıklarınızla birlikte, Ortadoğu’daki bu gelişmeler Türkiye’deki işçi ve emekçileri neden ilgilendiriyor?
İlgilendiriyor çünkü savaşlar en çok emekçileri etkiliyor. Silaha ve savaşa yapılan harcamalar hemen bütün ülkelerde artmış durumda. Bu, emekçiler için kamu hizmetlerine yapılan devlet harcamalarının kısılması, ücretlerin düşürülmesi gibi bir sonuç veriyor. Zaten Türkiye’de de ekonominin kendi iç ve dış dinamikleri yüzünden ağır bir enflasyon hüküm sürerken emekçiler giderek yoksullaştı.
Öte yandan bölgedeki savaş ve gerilimler Türkiye yönetimine güvenlik kartını kullanarak bölgede nüfuz mücadelelerine eklemlenme, rant ve kâr elde etme zemini yarattı. Güneydeki sınırlar Kürt bölgelerini kuşatacak biçimde Suriye içine taşındı. Aynı şey Irak yönetiminden de talep ediliyor. İçeride de sürekli seferberlik havası eşliğindeki sınır ötesi harekatlar ‘beka’ gerekçesiyle meşrulaştırılırken işçi ve emekçilerin hak talepleri için yaptıkları grevler, eylemler bir güvenlik sorunu olarak algılanıyor ve ona göre davranılıyor.
İkincisi; savaşın yersiz yurtsuz bıraktığı, açlık ve yoksullukla boğuşan halkların göç ettiği başlıca ülkelerden biri Türkiye. Türkiye kapitalistleri bu kaynağı ucuz emek cehennemi yaratmak için kullanıyor. Kayıt dışı ekonomi genişliyor ve bu da yerleşik hakların altını oymak için kullanılıyor. İşçi sınıfının yerli ve göçmen kısımları arasında şiddetli bir rekabet ve düşmanlık körükleniyor.
Ve tabii şimdilik bölgesel-lokal çatışmaların günün birinde bir yangına dönüşmeyeceğinin garantisi yok. Savaş da ölüm, yıkım, açlık demek. Türkiye emekçileri de bu bakımdan ciddi bir tehdit altında.
ORTADOĞU KONFERANSI 25-26 MAYIS’TA
Konferansta hangi başlıklar ele alınacak?
Konferans iki gün, dört oturumdan oluşuyor. Ortadoğu’daki nüfuz ve hegemonya mücadeleleri ilk başlığımız. İkinci oturum, Türkiye-Ortadoğu ilişkileri; üçüncü oturum, bölgedeki halk dinamiği ve sınıf mücadelelerini içeriyor. Sonuncu bölümde ise çözüm olanaklarını konuşacağız. Öyle sanıyorum ki aslında Filistin konusu bütün oturumların ağırlık merkezi olacak.