25 Mayıs 2024 08:04

Gazeteci Serdar Korucu: Bu mücadeleye hepimizin omuz vermesi gerek!

Gazeteci Serdar Korucu'nun “Cumartesi Anneleri: Galatasaray Meydanı'nda 1000 Hafta” kitabı çıktı. Korucu, “Cumartesi Anneleri, gözaltında kayıp gerçeğini ortaya çıkarttı” diyor.

Serdar Korucu kişisel arşivinden

Paylaş

Eylem NAZLIER
İstanbul

Cumartesi Anneleri, ilk eylemini 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü saat 12'de Galatasaray Meydanı'nda gerçekleştirdi. Türkiye'nin en uzun soluklu eylemi bugün 1000. haftaya ulaşıyor. Bu tarih dönümü öncesinde Gazeteci Serdar Korucu'nun, gözaltında kaybedilen 18 kişi için 22 kayıp yakınıyla görüşerek kaleme aldığı “Cumartesi Anneleri: Galatasaray Meydanı'nda 1000 Hafta” adlı kitabı Doğan Kitap aracılığıyla okurla buluştu.

Kitabını Evrensel'e anlatan Korucu, ''Cumartesi Anneleri olmasaydı gözaltında kaybetmeler devam ederdi. En önemli mesaj, fikir de bu açıkçası. Biz Cumartesi Annelerine çok şeyi, hayatı, belki onlarca, yüzlerce, binlerce kişinin yaşamını borçluyuz. Bu nedenle hepimizin bu mücadeleye omuz vermesi gerekli'' diyor.

‘TÜRKİYE TARİHİNİN EN UZUN SÜRELİ EYLEMİ’

Sizi kayıp yakınlarıyla röportaj yapmaya, kitabını hazırlamaya yönlendiren duygu, düşünce neydi?

Cumartesi Anneleri, Türkiye tarihinin en uzun süreli eylemi. Bir gazetecinin ilgilenmemesi imkansız. Fakat bu kitabın fikrini ortaya atan Besna Tosun oldu. Kendisi de bir kayıp yakını olan, 1995'te gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun'un kızı olan Besna ile bir gün buluştuğumuzda bana Cumartesi Annelerine dair bir kitabın olmadığını söyledi. Evet, geçmişte yapılmış çok değerli çalışmaların altını çizmek gerek. Berat Günçıkan ya da Yıldırım Türker'in kitapları var, sergiler, fotoğraf çalışmaları bulunuyor veya akademik alanda işlenmişti. Fakat ailelerin röportajlarının bir araya geleceği, Cumartesi Annelerini bugünkü okura geçmişten bugüne anlatacak bir kitaptı kastettiği. 9 ay içerisinde el birliğiyle, İnsan Hakları Derneğinin ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Kayıplar Komisyonunun desteğiyle 350 sayfalık bu kitabı oluşturmayı başardık. Açıkçası bu destek olmasaydı, bu çalışmanın hazırlanması imkansızdı. Ne kadar teşekkür etsem az...

‘KAYBEDİLENLERİN ÇOĞU KÜRT’

Çok ağır hikayeler var, kimisi yakından tanıdığınız, kimisi kilometrelerce uzağınızda olan. Nerelerde zorlandınız ve sizi en etkileyen olay neydi?

Öncelikle bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Evet, gözaltında kayıplar Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 1930'lardan başlayıp, Sabahattin Ali'yi de kapsayıp 1980'ler ve 1990'larda yükselmiş olsa da verilerle ortaya konulan bir gerçek var: Gözaltında kaybedilenlerin büyük bölümü Kürt. Bunu en vurucu şekilde ifade eden anlatılardan biri Rıdvan Karakoç'un kardeşi Hasan Karakoç'un... Hasan Karakoç, gözaltında kaybın ailede yarattığı etkiyi, yeğeni üstünden anlattı: "Gazeteci Metin Göktepe de bizim eylemleri takip ediyordu. O da polis tarafından dövülerek öldürüldü. (...) Ferhat Tunç'un "Metin'e Ağıt" diye bir türküsü var. [Yeğenim] Onu Rıdvan ağabeyim için uyarlayıp söylüyordu, "Uy ben öleyim Rıdo" diye. (...) ilkokula gidiyor. Öğretmeni soruyor ona diyor ki, "Siz nerelisiniz?" Çocuğun annesi Trakyalı, Kırklarelili. Yeğenim diyor ki, "Biz Kırklareliliyiz." (...) Ondan sonra biz bununla dalga geçiyoruz ama çocuğun ruh dünyasında ne yaşadığını bilmiyoruz. "Oğlum sen niye Trakyalıyım diyorsun?" diye takılıyoruz. Sonra yeğenim dedi ki, "Ne deseydim amca, ben Ağrılıyım dersem bizi öldürmezler mi?" Yani bu kadar etkilenmiş çocuk. Ya da Dargeçit'te gözaltına alındıktan sonra kaybedilen 12 yaşındaki Davut Altınkaynak'ın babası Abdülaziz Altınkaynak, "Davut bir Türk çocuğu olsaydı, Trakyalı olsaydı, Egeli olsaydı onun katillerinin hepsine müebbet hapis cezası verecektiniz ama Kürt çocuğu olduğu için katillerine böyle oluyor" diyor mesela.

‘EN BÜYÜK ZORLUK KÜRTÇE BİLMEMEKTİ’

Bu kitapta benim karşılaştığım en büyük zorluk, en baştaki çekincem de Kürtçe bilmemekti. Gözaltında kaybedilenden kayıp yakınına kalanlardan biri bu anlatılar ve onları en iyi şekilde kayda geçirmek, yazıyla sabitlemek gerekli. Anneler, kayıp yakınları Türkçe bilseler bile, pek çoğu Kurmancide, Zazakide olduğu gibi ifade edemiyorlar kendilerini. İçlerinde bir eksiklik, yarıda kalmışlık hissi oluyor. Mesela Şırnak'ta gözaltında kaybedilen Ahmet Kaya'nın kızı Emine Kaya, "Keşke Kürtçe konuşsaydık seninle daha da güzel olurdu, daha çok şey anlatırdım ama bu kadar ifade edebiliyorum kendimi" dedi. Kürtçeden Türkçeye çeviride bazen kayıp yakınlarının akrabalarından bazense İnsan Hakları Derneğinden arkadaşlar yardım etti. Hepsine teşekkür ediyorum bir kez daha.

Bu anlatılar içinde biri, çeviriye rağmen duygusal yoğunluğun aktarılabildiğini gösterdi. Fırat Akdeniz'in çevirisini yaptığı anlatıda, Ali Tekdağ'ın ablası İffet Mutaş şöyle diyordu: "Her Silvan'a gidişimde minibüsten başımı çıkarırım, Ali'ye seslenirim, "Ali, Ali kardeşim neredesin?" derim. "Ali burada olduğunu biliyorum ama neredesin bilmiyorum. Biliyorum sen beni görüyorsun, ben seni göremiyorum. Toprağın altından kafanı çıkar da ses ver." Çobanlara, "Ali'nin mezarını görmediniz mi?" diyorum. O günden beri herkese soruyorum, "Burada sahipsiz bir mezar gördünüz mü?" diye ama ses yok. Orada küçücük bir toprak parçasının kabarık olduğu, topak gibi olduğunu, kubbe gibi yüksek olduğunu görsem ya da bir taş görsem onu Ali'nin mezarı sanırdım. Derdim şoföre, "Bir bekle, belki Ali'nin kemikleri buradan çıkar" diye." 

‘GÖZALTINDA KAYIP GERÇEĞİNİ ORTAYA ÇIKARTTILAR’

Kitabınız yakın tarih acılarına ışık tutuyor, bununla da kalmayıp bizi 'o an'lara götürüyor. Bu kitap vesilesiyle iletmek istediğiniz fikir/mesaj nedir?

1994'te gözaltında kaybedilen Kenan Bilgin'in kardeşi İrfan Bilgin, "O dönem gerçekten devletin insan kaybettiğini kimse bilmiyordu, ben bile bilmiyordum" diyor mesela. Bunu söyleyen sadece kendisi de değil, daha pek çok kayıp yakını gözaltında kayıpların varlığından haberdar değildi ya da başlarına bunun geleceğini hiç düşünmüyordu. Cumartesi Anneleri, gözaltında kayıp gerçeğini ortaya çıkarttı. Ayrıca Maside Ocak'ın dediği şu nokta da çok önemli: "Türkiye, Hasan (Ocak) ve Rıdvan (Karakoç) ile birlikte bu ülkede gözaltında kaybedilen insanların başına neyin geldiğini anlamış oldu. Kayıp yakınları da bir daha geri gelmeyeceğini kabullenmeye başladı. Bu gerçekle karşılaşmak çok ağır." Ve Cumartesi Anneleri olmasaydı gözaltında kaybetmeler devam ederdi. En önemli mesaj, fikir de bu açıkçası. Biz Cumartesi Annelerine çok şeyi, hayatı, belki onlarca, yüzlerce, binlerce kişinin yaşamını borçluyuz. Bu nedenle hepimizin bu mücadeleye omuz vermesi gerekli.

‘AMACIM ARŞİV SAĞLAMAK, SESLERİNİ YAZIYLA KALICILAŞTIRMAK’

Bu acıları duymayan, duyamayan, hatta bu hikayelere karşı kulaklarını bile kapatanlar var. Bu meselenin görünür olması, tartışma alanı açması için ne gerekiyor? Kitabınızın burada nasıl bir rolü olabilir?

Görünür olsa da, tartışma alanı açsa da ne yazık ki yapılan hiçbir iş toplumsal desteğin sürekliliğini sağlayamıyor. Ki zaten kitabın iddiası da bu değil. Mesela polis şiddetinin olduğu '96'da Sezen Aksu, Cumartesi Türküsü'nü yaptığında geri adım attırılmış, kayıp yakınlarının anlatılarında failler arasında adını andığı Mehmet Ağar bile kameralar karşısına çıkarak "Anneleri seviyoruz, anneler bizi korkutmaz. Biz onlarla beraber oluruz. Biz akıllıca götürürüz işi. Siz müsterih olun, rahat olun. Hiçbir problem olmaz Türkiye'de" demiş, Galatasaray Meydanı'nda bir süre müdahale olmamıştı. Fakat sonrasında yine toplumsal destek azaldı, müdahaleler o kadar sertleşti ki eyleme ara verilmek zorunda kalındı. Benim açımdan kitabın ana amacı, bininci haftasında Cumartesi Annelerine bir arşiv sağlamak, onların seslerini yazıyla kalıcılaştırmak, polisin ellerinden alıp yırttığı o fotoğrafları, ki o fotoğraflar onların en değerlileri, ilk baskısı 3 bin olan bu kitapla kütüphanelere, kitapçılara ve elbette okuyuculara ulaştırmak... Ve elbette Cumartesi Annelerini hiç duymamış bilmemiş bir kişiye bile ulaşsa ne mutlu...

‘METİN GÖKTEPE’Yİ HATIRLAMAK ÖNEMLİ’

Kitap Evrensel gazetesinde muhabirken katledilen Metin Göktepe'nin fotoğrafıyla başlıyor, bunu özellikle mi tercih ettiniz?

Doğan Kitap Yayın Direktörü Cem Erciyes, bana editörümün Sevim Erdoğan olduğunu söyleyince çok mutlu olmuştum. Her ikisine de ne kadar teşekkür etsem az. Sevim abla, Metin Göktepe'nin kuzeni. Onunla ilk konuştuğumuzda, en çok istediğim şeyin, Cumartesi Anneleri eylemlerini takip eden Metin Göktepe’nin bir fotoğrafıyla kitaba başlamak olduğunu söylemiştim. Beyazıt Kütüphanesi’nden Evrensel'in arşivinde aradım, fakat aklımızdaki gibi bir fotoğrafı bulamadık. Ta ki Pazartesi dergisine vermiş olduğu kareye kadar... Onu da bu kitapta anmış olmak, hatırlamak önemliydi. Göktepe'nin ardından başka fotoğraflar da kullandık elbette. Cumartesi Annelerini meydandan koparmadan anlatmak için gerekliydi bu. Benden çok daha uzun zaman Cumartesi Annelerini takip eden, onların seslerine ses katan, kamuoyuna ulaştıran basın emekçilerine de yer vermiş olduk böylece. Hem sen arşivini sonuna kadar açtın hem de Ayhan Şanlı, Hayri Tunç, Emre Orman ve Aydın Atay... Bu katkı için de bir kez daha teşekkür etmiş olayım ve bir hatırlatma yapayım. Herkesin, hepimizin Cumartesi Annelerine destek olması gerekiyor...

SERDAR KORUCU HAKKINDA

1984'te İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi'nde felsefe öğrenimi gördü. Çeşitli televizyon kanallarının haber merkezi ve haber program bölümlerinde editör/yapımcı/danışman olarak çalıştı. Ulusal/uluslararası medya mecralarında dezavantajlı gruplar ve nefret söylemi üzerine haber, röportaj ve özel dosyalar hazırladı. Yayımlanmış çalışmaları: Yabancı Gazetecilerin Gözüyle Kürt Sorunu (Güncel Yayıncılık, 2009); Suriye Yerle Bir Olduktan Sonra (Hayata Destek Derneği, 2013); Aris Nalcı ile birlikte 2015'ten 50 Yıl Önce, 1915'ten 50 Yıl Sonra: 1965 (Ermeni Kültür Derneği, 2014); Patriklik Fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos'un Objektifinden 6-7 Eylül 1955 (İstos Yayın, 2015-2016, iki cilt); Misafir (Can Yayınları, 2016); Güven Gürkan Öztan ile birlikte Tutku, Değişim ve Zarafet-1950'li Yıllarda İstanbul (Doğan Kitap, 2017); Halepsizler (Aras Yayıncılık, 2018); Sancak Düştü: İskenderun Sancağı'ndan Hatay'a "Ermeni Meselesi" (Aras Yayıncılık, 2021); Ahalinin Gidişi: Musa Dağ 1939 (Aras Yayıncılık, 2021); Şimdi Kim Kaldı İmroz'da? (İstos Yayın, 2022) ve Türk Basınında Yahudi Mülteciler: 1938-1945 "Başkaları Tarafından Arzu Edilmiyen İnsanlar" (Alfa Yayınları, 2023); "Cumartesi Anneleri: Galatasaray Meydanı'nda 1000 hafta" (Doğan Kitap, 2024).

ÖNCEKİ HABER

Hindistan'da fabrikada meydana gelen patlamada 9 kişi öldü, 64 kişi yaralandı

SONRAKİ HABER

MESEM’de iş cinayetine kurban giden Alperen Enes Ural toprağa verildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa