Sömürü ve ölüm tüneli: madencilik
Madencilik; özelleştirme ve taşeronlaştırma gibi politikaların etkisiyle mühendisliğin bilim ve tekniğinden gün geçtikçe uzaklaşmakta ve yeni facialara zemin hazırlamaktadır.
Fotoğraf: Midjourney/Fırat Turgut/Evrensel
Yusuf KAYACIK
Yıldız Teknik Üniversitesi
“Cehenneme ben inerimKömürü de ben sökerimKara kışta titrerimHani benim kömürüm…”
Hasan Hüseyin Korkmazgil “Halkça” şiirinde bu dizelerle maden emekçilerinin durumuna değineli kaç yıl geçti bilmem ama hepimiz şahidiz ki, o günden bugüne iyi anlamda pek bir şey değişmedi. Günler, aylar, mevsimler geçti; soğuğuyla titreten kara kış tekrar tekrar geri geldi fakat emekçilere yoksulluk ve ölümden başka bir seçenek bir türlü gelmedi, verilmedi. Can kayıpları giderek arttı; bir gün Soma’dan haber geldi, diğer gün Ermenek’ten. Bir gün Amasra’dan haber geldi, geçenlerde ise İliç’ten.
İLİÇ’TE GÖZ GÖRE GÖRE YAŞANANLAR
13 Şubat’ta gerçekleşen İliç maden faciasından bahsederken hâlâ geçenlerde kelimesini kullanıyorum çünkü öyle bir durum söz konusu ki hâlâ haber alıyor ve bekliyoruz. Erzincan İliç’te altın madeni arama çalışmaları yürüten Kanadalı Anagold Madencilik Şirketi’ne ait Çöpler Madeninde meydana gelen toprak kayması yüzünden 9 işçi toprak altında kaldı ve bugüne kadar sadece 4 işçinin cansız bedenine ulaşılabildi. Bunun dışında parçalanmış kaya ve toprak parçalarından altın cevherini ayırmak üzere kullanılan siyanür ve ağır metaller içeren milyonlarca tonluk kütle Fırat’ın su havzasına doğru aktı. İliç’teki maden faciası aslında yıllardır olması beklenen, uzmanların uyarılarda bulunduğu bir husustu. Fırat Nehri’ne, su barajına ve yerleşim yerlerine yakınlığının yanı sıra, aktif bir fay hattı bölgesinde konumlanan bu madenle ilgili yapılan uyarılara kulak asılmamış, maden arama çalışmasının kapasitesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 3 kez artırılmıştı. Bu yazıda İliç ve diğer örneklerden yola çıkarak mevcut sistemin bu gibi faciaları nasıl ve neden engelleyemediğini tartışmak istiyorum.
BİLİMDEN VE İNSANLIKTAN UZAK ANLAYIŞ
Öncelikle etrafımızı çevreleyen bu sistemin, insanlığın ihtiyaçlarına yönelik madencilik çalışmalarından ziyade tek ve asıl amacının sermayedarların ceplerini doldurmak olduğu konusunda hemfikir olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bugün insanlığın ve hatta -yenilenebilir enerji uygulamalarıyla birlikte- doğanın yararına yapıldığı öne sürülen madencilik işleri insanlık ve doğanın geleceği için değil, insanlık ve doğaya rağmen yapılmaktadır. En duyarlı ihtimaliyle bile doğaya büyük zararlar verebilen madencilik; özelleştirme, piyasalaştırma ve taşeronlaştırma gibi liberal politikaların etkisiyle mühendisliğin bilim ve tekniğinden gün geçtikçe uzaklaşmakta ve bu uzaklaşmayla birlikte yeni facialara zemin hazırlamaktadır. Bilim ve teknoloji her geçen gün gelişmesine rağmen para kazanma hırsıyla kendinden geçen patronlar gözünü az maliyetle kesintisiz üretim hedeflerinden ayırmamakta, işçi haklarını görmezden gelerek kâr uğruna emekçileri adeta kölelik koşullarında çalıştırmakta bir sakınca görmemektedir. Bu sebeple facia ya da iş kazası olarak adlandırılan bu durumların “iş cinayeti” olarak kabul edilmesi artık bir gereklilik haline gelmiştir.
Öleni de öldüreni de hep belli sınıflardan olan bu cinayetlerin bir de suç ortakları vardır. Bu ortakların varlık iddiaları cinayeti önleme veya adaleti sağlamak olsa da söz konusu ortaklar; eylem, söylem ve kimi zaman derin suskunluklarıyla bir yerde adeta cinayetlerin azmettiricileri konumuna gelmektedirler. Kimi zaman taşeronlaşmış şirketlere yaptıkları yüz milyonlarca liralık vergi afları ve teşviklerle gelirler bu konuma, kimi zamansa Soma maden faciasından sonra protesto eylemi yapan bir maden emekçisini tekmeleyen birini Frankfurt’a ticari ataşe olarak atayarak. Usulsüzlük ve sömürü iş yerlerinde kol gezerken üç maymunu oynayanlar, iş yerlerinden iş cinayeti haberleri geldikten, yani her şey olup bittikten sonra hesabı sadece en alt düzey sorumlulara keserek çıkarlar ekranlarda karşımıza.
KAR HIRSI VE DOĞANIN KATLİ
TEMA Vakfı’nın doğal varlıklar bakımından zengin ekosisteme, verimli tarım arazilerine ve yüksek turizm potansiyeline sahip 24 ilimizde bulunan maden ruhsatlarına ve bu ruhsatlı alanların yüz ölçüme dair yapmış olduğu araştırmada ortaya çarpıcı sonuçlar çıkmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre herhangi bir statü veya nitelik gözetmeksizin her yerde madencilik faaliyetlerine izin veren mevzuatla birlikte bu illerde maden ruhsat oranı %63’e ulaşmış ve bu ruhsatlı alanlar illerin yüzölçümlerinin yarısından fazlasına tekabül etmiştir. Yani birçok kriter bakımından önemli bu illerimizin ve halkımızın geleceği yazının geride kalan kısımlarında da bahsettiğim tutumlarla birlikte gözleri kâr hırsıyla dönmüş bir avuç kişinin insafına bırakılmıştır. Ülkenin her yerine bir parazit gibi yayılmış bu faaliyetlere karşı halk itiraz ediyor, anayasal olan toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanıyor fakat karşısında doğasına ve hatta kendi canına kastedecek patronları korumak üzere konumlanmış kolluk kuvvetlerini buluyor.
Madencilik gibi önemli ve riskli bir iş kolunda dahi liberal politikalarla birlikte özel şirketlerin faaliyet gösterebilmesi, bu özel şirketlerin denetiminin aksatmasına ve yaşanan cinayetlerin artmasına sebep olmaktadır. Taşeron şirketlerin maden emekçilerinin haklarını vermemesinin yanı sıra işçi sağlığı ve iş güvenliği yönetmeliklerine uygun bir ortam sağlamaması ve hatta hayati önem taşıyan ekipmanları bile sağlamıyor olması da kabul edilemezdir. Verimli tarım arazilerimizin esnek madencilik mevzuatlarıyla yerli-yabancı şirketlere peşkeş çekildiği, tarım-gıda ürünleri bakımından dışa bağımlı bir ülkeye dönüştürülmemize sebep olan, özel şirketlerin ruhsatını aldığı bölgeyi dilediğince sömürerek para kazanabilmelerini meşru kılmayı amaçlayan, halkı ve doğayı görmezden gelen, egemen sınıfın çıkarları odaklı, yazıda sadece bir kısmına değinebildiğim ve bizzat deneyimlediğimiz, gözlemlediğimiz bu madenciliğe karşıyız.