25 Mayıs 2024 01:29

Bu neyin normalleşmesi?

Tek başına iktidar olamayan AKP kendi politik manevralarını sağlayacak adımlarını atmak adına bugün de seçimlerden ilk parti olarak çıkan CHP’yle masaya oturuyor.

Fotoğraf: Alp Eren Kaya/CHP

Paylaş

Selin KURŞUN

İzmir Demokrasi Üniversitesi

 

Erdoğan geçtiğimiz ay içerisinde siyasette yumuşama ve sivil anayasa söylemleriyle öne çıkmıştı. Özel’in karşılığı ise bu dönemin normalleşme dönemi olarak adlandırılmasının doğru olacağı idi. İktidar “siyasi partiler arası istişari görüşmeleri” olumlu bulurken halkın son seçimlerde tepkisini ortaya koyarak birinci parti yaptığı ana muhalefet partisi ise siyaset ortamının ülke sorunlarının “uzlaşılarak” çözülmesi gerektiğine dair bir kanısı vardı. Bir yanda siyasetin sertleşmekte olduğunu kabul edip yumuşama gerek diyen, halkın gözünde meşruiyetini her geçen gün kaybeden tek adamın, gücünü toparlamak için yaptığı söylemsel hamleler mevcut. Diğer tarafta da iktidarla masaya oturan ancak ne öncesinde ne de sonrasında halka hiçbir açıklama yapmayan burjuva muhalefet.

İktidarın bu hamlelerinin bir benzerini 2015’te görmüştük. Tek başına iktidar olamayan AKP o dönemde de istişari görüşmeler adını verdiği bir süreci başlatmıştı. Kendi rejiminin inşasında, kendi politik manevralarını sağlayacak adımları atmayı her dönem deneyen iktidar, bugün de seçimlerden ilk parti olarak çıkan CHP’yle masaya oturuyor.

KEMER SIKMANIN FATURASI

Normalleşme bizim için ülkenin demokratikleşmesi, yargının bağımsız olması, siyasi tutsakların serbest bırakılması, AKP’nin 22 yıllık iktidarındaki cinayetlerin, katliamların aydınlatılması, yaşayabileceğimiz kadar bursların/maaşların verilmesi gibi adımlar anlamına geliyor. Oysa bugünkü koşullara bakacak olursak kapsamlı askeri operasyon hazırlığı yapan, kemer sıkma politikasını hayatımızın her alanında uygulamaya koyacak olan, işçi sınıfının temel haklarına saldırı programı olarak ifade edebileceğimiz Erdoğan-Şimşek programını uygulayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Şimşek programının etkilerini ve bize yaratacağı tehlikeleri şimdiden hissetmeye başladık. Yoksullaşma gittikçe artıyor, ücret erimeleriyle insanlar hayatlarını borçlanarak yaşamaya mecbur bırakılıyor, işten toplu atmalar yaşanıyor, güvencesiz çalışma yaygınlaşıyor, uzun mesai saatleri daha da uzamaya devam ediyor. Öğrenciler okurken çalışmaya mecbur kalıyor. Ekonomik açıdan hayatına devam edemeyen bizlere iktidarın cevabı ise “Enflasyonu yaratan fazladan verilen ücretler, daha azını vereceğiz artık size” demek oluyor.

Orta Vadeli Program’dan sonra kamuda tasarruf önlemleri getiren iktidar, kamu hizmetlerini özelleştirip ticarileştiriyor, kamuda çalışanlara “daha çok çalış ve daha az ücret al” diyor. Deprem bölgesindeki insanlar hala konteynerde kalıyor, çözüm olabilecek hiçbir adım deprem bölgesindeki halk için atılmıyor. Sağlıkta şiddet hastanelerin pompalı silahlarla basılmasına varırken halkın sağlığa ulaşımı gittikçe zorlaşmış, sağlık emekçilerinin sabrı koşullardan dolayı taşmış durumda. Tarikat, cemaatler şirketleşmiş ve hayatlarımızın pek çok alanında oldukça güç kazanmış bir halde. Okullarda müfredatlar dini eğitime göre şekilleniyor, yurtlarda hasbihaller düzenleniyor, liselere imamlar atanıyor.

HUKUKSUZLUK DA NORMAL Mİ?

Anayasa Mahkemesinin kararlarının tanınmadığı, Gezi davası tutuklularının hak ihlallerinin yaşandığı koşullar büyüyerek sürüyor. Bunu iktidarın 1 Mayıs’ta kitleleri Taksim’e sokmama kararlılığında, Kürt sorununda önemli bir dava olan Kobane davasındaki tutuklama kararlarıyla, Van eylemlerindeki gözaltı ve tutuklamalarla görmüş olduk. Geçtiğimiz günlerde sonuçlanan Kobane davasında, her yurttaşın yasal hakkı olan gösterilere katılma gibi gerekçelerle cezalar yağdırıldı. Işid’in saldırılarına karşı çıkan eylemlere katılmak ise devletin birlik ve bütünlüğünü bozmakla ilişkilendirilmiş oldu. Kararlara karşı çıkanlar terör sevicilikle suçlandı. Görüyoruz ki, kendi haklarımıza demokratik yollarla sahip çıkmaya dair irademiz her şekilde gözümüzü korkutma niyetiyle baskılanmaya çalışılıyor. Baskıları arttırmak için hukuki zemin de adım adım işleniyor.

ODTÜ, Hacettepe, Boğaziçi gibi üniversitelerde öğrencilerin barınma, beslenme, eğitim gibi en temel taleplerini yükseltmeye çalışırken iktidarın temsilcisi kayyum rektörler bu talepleri göz ardı ediyor, öğrencileri soruşturmalarla cezalarla susturmaya çalışıyor. Üniversitelerin dışına çıktığımızda ise grevdeki Lezita işçilerinin jandarmayla müdahale edildiği, grevlerin sarı sendikalarla kırılmaya çalışıldığı bir durum söz konusu. İktidar, halkın en örgütlü kesimlerine saldırarak normalleşme söyleminin altında yeni dönem siyasetine engel olarak gördüğü kesimleri temizlemeye çalışıyor.

Erdoğan “Biz hiçbir zaman kutuplaşmanın tarafı olmadık. Hiçbir ayrım yapmadan 85 milyonun tamamını kucakladık” diyor. Biz 22 yıldır iktidarın söylemleri ve hayatlarımıza yansımaları arasındaki farkı yaşayarak öğrendik. İktidarın yumuşama, ana muhalefetin normalleşme beklentileri bizim beklediğimiz durumların tam tersini ifade ediyor.

BİZİM NORMALİMİZ BU DEĞİL

Kürt sorunundaki normalleşme Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümünü içermeden ve Türkiye’de yaşayan ezilen halkları, farklı kimlikleri de kapsayan adımlar atılmadan yaşanamaz. Taleplerimizi taşıdığımız alanların önüne kurulan barikatlar ve gösteri, yürüyüşlere ilişkin kısıtlamalar kaldırılmadan hak ve özgürlüklerimize dair normalleşme adımları atılamaz. Okullarımızda bilimsel eğitimin adımları yeniden atılmadan, demokratik bir ülkenin temelleri yargının bağımsızlığından yaşam alanlarımıza kadar yeniden inşa edilmeden bilimsel, demokratik bir eğitime dair normalleşmeler yaşanamaz. Sorunların gittikçe iç içe geçtiği, kördüğüm haline geldiği gerçeklerine karşılık şeffaf açıklamalar yapılmalı ve yaşanan sorunların faturaları bizlere kesilmek yerine gerçek sebepleri irdelenmeli.

Bizler içinse “4 yıl seçimsiz dönem” diyerek ekonomik-politik hattını en şiddetli biçimiyle uygulamaya koymayı planlayan iktidar, kendine yeni anayasa gibi adımlar atabileceği manevra alanları bulmak niyetinde. Daha önce de iktidarını güçlendirmek adına böylesi pozisyonlar alan iktidarın geniş halk kitlelerinin ve biz gençlerin koşullarını ağırlaştıracak adımlara karşı hazırlıklı olunmalı. İktidarın bu siyaset dansına kalkan burjuva muhalefetin de halkın taleplerini siyasete taşıma niyetinden çok yerel seçimlerde elde ettiği başarıyı genel seçimlere de taşıyarak burjuva iktidar olabilmek. Siyaseti bizim içerisinde olduğumuz bir yapı olmaktan çıkaran bu anlayışa karşılık ‘’bizim normalimizi” oluşturacak hayat koşullarının sağlanmasının tek yolunun kendi politikamızı üretebilmek olduğunu söylemek gerekir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Nakba kimlerin hikâyesidir?

SONRAKİ HABER

Suç hastalarda mı sağlık sisteminde mi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa